Pulp Fiction Filmine Nihilist Bir Açıdan Bakınca Ortaya Çıkan Görünmez Detaylar

1994 tarihli filmde görülmesi zor olan bazı felsefi detayları açık eden kısa bir yazı, buyrun.
Pulp Fiction Filmine Nihilist Bir Açıdan Bakınca Ortaya Çıkan Görünmez Detaylar

nihilizm, insanların yaşamlarındaki değer ve anlam kaybını anlatan bir terimdir. nietzsche "tanrı öldü" derken, dinin yaşamlarımızda yol gösterici bir güç olarak kaybolduğunu ve onun yerini alacak hiçbir şeyin olmadığını kastediyordu. bilimsel devrimden sonra dinin kalbinde yer alan mite gerçekten inanmayı bıraktığımızda, dini ahlak, kişinin hayatını ona göre yaşaması için bağlayıcı bir kod olma özelliğini yitirir. dinin binlerce yıldır hayatımızdaki merkezi konumu göz önüne alındığında, bu ahlaki kural bir kez kaybolup değiştirilmediğinde, nihilizmin uçurumuyla karşı karşıya kalırız: karanlık üzerimize kapanır ve artık hiçbir şeyin gerçek bir değeri yoktur.

filmin başında jules ile vincent arasındaki konuşmanın içeriği tamamen boştur. mesele şu ki, bu karakterlerin hayatlarından bir anlam çıkarma şekli geçici, popüler kültürel sembollerden oluşmaktadır. başka bir zamanda veya başka bir yerde insanlar, kendilerinden daha büyük gördükleri bir şeyle, özellikle de hayatlarının sahip olduğu anlamı sağlayacak şeylerin değerini belirleyecek olan din ile birbirine bağlanacaktı. ama bu bağlantı 20. yüzyılın sonlarında amerika'da eksiktir. bu nedenle filmde çok sayıda pop ikonu vardır: bunlar, ne kadar boş ve geçici olsalar da karakterleri birbirine bağlayan referans noktalarıdır.


bu iki karakterin değer yargılarında bulunmak için herhangi bir temelinin olmaması, hayatlarının daha büyük bir anlamının olmaması, varoluşlarında güçle doldurulacak bir tür boşluk yaratır. hayatlarını düzenleyecekleri başka bir kriter olmadığından, en tepede marsellus wallace'ın ve aşağıda uşak olarak kendilerinin olduğu bir güç hiyerarşisine düşerler. marsellus wallace ne yapılmasını istiyorsa onu yapacaklardır. dilediği şey, onlar için değer kazanır ve böylece o an, ne gerekiyorsa o iş tamamlanana kadar yaptıklarında mutlu olurlar.


bu, jules ve vincent'ın marsellus'a geri götürmekle görevlendirildiği gizemli çantayla mükemmel bir şekilde özetlenir. esrarengiz çünkü içinde ne olduğunu asla göremiyoruz. ancak insanların gördükleri zaman verdikleri tepkilerden değerli bir şey olduğunu anlıyoruz. soru bellidir: çantada ne var? ancak bu hileli bir sorudur. cevap: gerçekten önemli değil. çantada ne olduğu hiç fark etmez. önemli olan tek şey, marsellus'un onu geri istemesidir ve bu nedenle o şeye bir değer bahşedilmiştir. jules ve vincent, hayatlarında nesnel bir değer ve anlam çerçevesine sahip olsalardı, çantadaki şeyin nihai olarak değerli olup olmadığını belirleyebilir ve onu geri almak için hangi eylemlerin haklı olduğunu belirleyebilirlerdi. böyle bir çerçevenin yokluğunda, tam da marsellus öyle söylediği için, kendi başına nihai bir değere sahip olur ve onu elde etmek için gereken her türlü eylem (açıkça cinayet dahil) haklı hale gelir.


herhangi bir üst otorite eksikliği, filmde herhangi bir polis varlığının göze çarpan yokluğuyla tasvir edilir. insanların vurularak öldürüldüğü, başkalarının uyuşturucu alıp sattığı, pervasızca araba kullandığı, araba kazalarının olduğu yerlerde tek bir polis bile görülmemektedir. bu durum marsellus'un daha yüksek, nesnel bir otoritenin yokluğunda mutlak gücünü ve kontrolünü sembolize eder. lakin bunun küçük bir istisnası var: "zed". zed ortaya çıktığında bir güvenlik görevlisi üniforması giymektedir ve bu ona bir otorite figürü görünümü verir. karakterlerin doğruyu, adaleti ve iyiliği belirlemek için ihtiyaç duydukları nesnel bir değer çerçevesinin yokluğunda, marsellus wallace değerlerin yasa koyucusuydu. nihai otorite. ancak zed ortaya çıkınca yetkisi gasp edilmiştir. zed silahı elinde tutuyor ve marsellus'a tecavüz ederek gaspı en uç noktaya taşıyor.


butch'un dönüşümü, mağazadaki silah seçimiyle temsil ediliyor: bir çekiç, bir beyzbol sopası, bir elektrikli testere ve bir samuray kılıcı. ilk üç öğeyi eler ve dördüncüyü seçer. ilk üçü gayet amerikan iken samuray kılıcı yabancıdır. yabancı samuray kılıcının aksine, altın saat amerikan ailesinde nesilden nesile geçen bir tür yadigârdır. bir tür onur ve erkeklik geleneğini temsil eder. ancak bu durumda saatin nasıl nesilden nesile geçtiğine bakalım. butch'un büyük büyükbabası, birinci dünya savaşı'nda savaşmaya gitmeden önce onu knoxville'den satın alır. savaştan sağ çıktıktan sonra oğluna verir. butch'un büyükbabası, 2. dünya savaşı sırasında savaşa girip öldürülmeden önce bunu kendi oğluna bırakır. butch'un vietnamlı bir savaş esiri kampında tutuklu olan babası saati rektumunda saklar ve ölmeden önce saati arkadaşına verir, o da kendi rektumunda saklar. arkadaş savaştan döndükten sonra butch'u bir çocukken bulur ve ona saati hediye eder. kılıç önemlidir çünkü altın saatin aksine burada butch'u ailesindeki erkeksi çizgiye bağlar. ailesindeki erkekler savaşçıydı, çeşitli savaşlarda askerdi. kılıcı seçmek, butch'u bir boksörden, ringe tek başına çıkan bağlantısız birinden, bir askere, bir savaşçıya, bir tarihe ve geleneğe bağlı olan ve eylemlerine onurun katılacağı katı bir davranış kuralları tarafından yönlendirilen birine dönüşür.


ama butch'un boks maçındaki davranışı ahlaki olarak sorgulanmalıdır: kendi üzerine bahis yapacak parası yokken, maçı satması için aldığı parayla hem kendi üzerine bahis yaparak parayı ikiye katlamıştır hem de gurur ve onurundan taviz vermemiştir.

bir de butch her zaman geri döner. doğruyu bulana kadar geri döner. saatini almak için dairesine dönmesi gerekir. marsellus'u kurtarmak için mahzene geri döner. en son döneceği yer büyük büyükbabasın saati aldığı yani kökenlerinin olduğu yer. kılıcı seçip marsellus'u kurtardıktan sonra butch, artık savaşçı sınıfının bir üyesi olarak, savaşçı soyunun olduğu knoxville'e dönmektedir.