YEME İÇME 11 Kasım 2022
46,1b OKUNMA     330 PAYLAŞIM

Dünyanın En Popüler İçkilerinden Cinin Bağımlılık ve Yasaklarla Dolu Tarihi

Cin nedir? Cin nasıl yapılır? İlk cini kim üretti? Cin nasıl popüler bir alkollü içki oldu? Cinin tarihsel gelişimi.

hollanda dilindeki genever kelimesinden gelen, zaman içinde geneva ve en son da gin halini almış bir kelime cin.

cin, teknik olarak ardıç aromalı tüm damıtılmış içkileri tanımlar. ancak bu içkiye cin diyebilmeniz için avrupa sınırlarında ise minimum %37,5 , amerika'da ise %40 alkollü olması şarttır. teorik olarak marketten bir şişe votka alıp, içine biraz ardıç meyvesi koyup buna cin diyebilirsiniz.

tabii bu içkiler üretim metodu ve yerine göre genever, jenever, london dry, plymouth, sloe, navy strength, compound, distilled, old tom, aged, borovicka vs gibi farklı sınıflara girebilir. sadece ardıç ile distile edilmiş cinler de vardır ancak çoğu cin markası aroma zenginliği için daha fazla botanik kullanır. örneğin tanqueray - 4, bombay - 10, the botanist -31, monkey 47 - 47 farklı botanik kullanır. kullanılan botanikler cinin karakterini ve tat profilini belirler. bugün bir çok cin markası, içeriklerini etiketinde paylaşarak kendi aroması hakkında ipuçlarını tüketiciye sunmaktadır.

cinin tarih içinde bugüne kadar geliş sürecini dört aşamada açıklamaya çalışacağım:


genesis: let there be gin

cin üretmek için ilk şart damıtım yani distilasyondur. genel kabul gören görüş avrupalıların distilasyonu araplardan öğrendiği şeklinde olmasına rağmen bu tekniğin araplardan önce başka milletler tarafından keşfedildiğini, ancak pek yaygın olmadığını biliyoruz. hatta daha isa suları şaraba çevirmeden yüzlerce yıl önce aristoteles buharlaştırılmış şarabın suya dönüştüğünü yazmıştı. ayrıca 2000 yıl önce roma'da da şaraptan elde ettiği bir suyu yakarak gösteri yapan bir sihirbazın büyücülük suçundan şehirdışı edildiğini biliyoruz. bu adam açıkça distiliasyon yapmış. alkolü bilmeyen biri için bunun şok edici bir gösteri olduğu kesin.

ardıç ile ilgili ilk yazılar 4000 yıl önce yazılmış. güney amerikalılardan antik dönem avrupalılara bir çok millet ardıçtan faydalanmışlar.ardıç ve ardıç aromalı içeceklerin özellikle sindirim hastalıklarına karşı binlerce yıldır kullanıldığınıdan dolayı cin denilebilecek ilk içkinin sandığımızdan çok daha önce üretilmiş olabileceği oldukça olasıdır.

teknik anlamda bugünkü cinin atası olacak ilk içkiye ait kaydı 12.yy da yaşamış platearius'un eserlerinde buluyoruz. 1269 yılında yazılmış der naturen bloeme isimli hollandaca kitapta da şarap ile ardıçı kaynatmaktan bahsediliyor. bu kaynatmanın damıtma olduğu düşünülüyor. burdaki bahis tabii ki tıbbi kullanımla ilgili. hollandalılar bu içkiyi zaman içinde çok sevmiş olacak ki bir çok farklı method kullanarak bugün genever dedikleri içkiyi geliştiriyorlar. 17.yy'da dünya baharat piyasasında tekel oluşturuyorlar ve amsterdam'a gelen tonlarca ucuz baharatı yemeklerinin dışında içkilerinde de kullanarak farklı tariflerde geneverler üretiyorlar.

ingilizler ile aynı cephede savaştıkları 30 yıl savaşında bu içkiyi ingiliz yoldaşları ile de tanıştırıyorlar. hatta ingilizcede 'alkol içtikten sonra gelen cesaret' anlamına gelen dutch courage deyimi bu savaştan sonra oluşuyor. hatta hollandalı'lar bu içkiyi o kadar seviyor ve her yerde içiyorlar ki eski kolonileri olan endonezya dilinde sarhoş ve hollandalı aynı anlama geliyormuş.

exodus

cin hollanda sınırlarını aşıyor. 1688 yılında hollandalı protestan prens 3. william ingiltere tahtında oturan katolik kayınpederi james'i tahttan indiriyor ve karısıyla birlikte ıngiltere'ye hükmediyor. william ile birlikte ingiltere'de 60 yıl sürecek olan gin craze yanicin çılgınlığı denen tartışmalı bir dönem başlıyor.

gin craze genel olarak halkın nerdeyse sudan ucuz olan cine hücum edip deliler gibi içtiği bir dönem olarak özetlenebilir ancak özetler detayları açıklamaz. biraz o dönemi anlatalım. tarihteki en derin dönüm noktalarından biri olan 18.yy yaklaşıyor. bu dönem dünyanın yeni bir çağ için doğum sancıları çektiği, sanayi devriminin oluşmaya başladığı, kapitalizmin en ağır şekilde halkı sömürdüğü, halkın serflikten işçi sınıfına dönüştüğü bir dönem. das kapital'de "anlatılan senin hikayendir" denilerek detaylıca anlatılan bir dönem. rousseau'nun ve voltaire'in gelecek fransız ihtilali'nin müjdesini verdiği ve giyotinlerin krallar için bilendiği, her yerde kanlı devrimlerin olduğu ve yeni çağın bitip, yakın çağın başladığı çok sancılı bir zaman dilimi.

3. william katoliklerden nefret ediyor ve cin içmeyi de bir o kadar seviyordu. katolik ülkelerden içki ithalatını yasaklayıp cin üretimini ve tüketimini teşvik eden yasalar koydu. öyle ki bildiğimiz bira aynı hacimdeki cinden daha pahalıya geliyordu. halk zaten yarı aç, tek oda tuvaletsiz, banyosuz evlerde balık istifi yaşıyor. sefil halde çoluk çocuk çalışıyorlarken hayatın gerçeklerinden uzaklaşmak için bunu bir bahane olarak değerlendirdiler. yıllar geçtikçe toplumda derin bir alkol bağımlılığı ve buna ek olarak alt sınıflarda ahlaki bir çöküntü meydana geldi. öyle ki bazı fabrikalar işçilerine ödemelerin bir kısmını cin olarak yapıyordu. cin üretmek de çok cazip bir iş haline gelmişti. çoğunlukla ıskoçya'dan gelen ve tadı berbat olan nötr alkol geniş kaplarda tadı ardıçı andıran çam reçinesi, şap, şeker ve birçok sağlıksız içerikle karıştırılıp mazottan hallice bir cin üretiliyordu. halkın keyif için değil, bağımlı olduğu için içtiğini unutmayalım. 1751 yılında ıngiltere'de üretilen tahılların yarısı cin için alkol üretiminde kullanılıyordu ve o dönemde londra'da kişi başına senelik 65lt cin tüketildiği düşünülüyor. cin üretimi için gerekli alkolün yapımı için kullanılan tahıllar, soyluların topraklarında üretildiğinden cin çılgınlığı onların da cebini dolduruyordu. londra'nın fakir mahallelerinde kendi ferah evlerine yürüme mesafesindeki sefaleti göremeyecek kadar halktan uzaktılar. kendi içtikleri kaliteli cin zaten hollanda'dan gelen birinci sınıf ürünlerdi. halkın düştüğü bu durumun tek suçlusu çoğuna göre cindi. toplumdan gelen tepkiler üzerine cin tüketimini zorlaşıracak bir çok kanun çıkarıldı ancak halk bir şekilde içmeye devam etti. en son cin satın almak için küçük kızını boğarak öldürüp, elbiselerini satan bir kadın yakalanınca işler ciddiye bindi ve 5. ve son cin yasası ile cin tüketimi zorlaştırıldı. artık her önüne gelen cin yapıp satamayacaktı. büyük vergiler ve prosedürlerle merdiven altı tesisler kapanmak zorunda kaldılar. londra'daki cin çılgınlığını en iyi anlatan illüstrasyon olan gin lane'deki detaylar dikkat çekicidir:


cin tüketimine devlet tarafından büyük bir darbe gelince cin karşıtlarının yayınladığı 'lady geneva'nın cenazesi' isimli illüstrasyon da ilginçtir:


tabii yasaklar geldi dediysek ingilizler cin içmeyi bıraktı demedik. biraz daha pahalı bir ürün olan cin artık gin palace denen insanların yol üstünde uğrayıp ayak üstü birer cin devirip sosyalleştiği mekanlarda sunulmaya başlıyor. bu mekanlar şık tasarımları ve ilgi çekici isimleri ile bugünkü şık barlara ilham veren kuruluşlar oluyor. artık her eline bir fıçı alkol alan cin üretemiyor ve ancak büyük sermayeli firmalar yüksek hacimlerde üretim yapabiliyorlar. gordon's, tanqueray, plymouth gibi halen var olan büyük cin firmaları o dönemde kuruluyor. tabii bunlara da tepkiler geliyor muhafazakar kesimden. yok efendim kadınlı erkekli içki mi içilir. ahlaksızlık diz boyu. o saatte orada ne işleri varmış. kadın evinin gülüdür gibi ifadeler oluyor. hatta gazetelerde halkı tekrar cin karşıtı harekete kışkırtmak için cin içen insanların intihar ettiğine dair şu tarz resimler yayınlanıyor: 


charles dickens bu yobazlara karşı kendi ululuğuna yakışır biçimde şöyle cevap veriyor 'cin içmek londra'ya dair büyük bir sorun olsa da şehrin pisliği ve sefaleti daha büyük bir sorundur. siz eğer bu yarı aç gezen insanların asıl sorunları ile ilgilenmezseniz hayatının sefaletini unutmak için içmeyi bırakmaya ikna etmezseniz, cin satılan yerler çoğalarak artacaktır' .

1830 yılına geliyoruz ve aeneas coffey isimli bir girişimci kolon imbiğin patentini alıyor. böylelikle geleneksel bakır imbiklerde uzun sürede üretilen cin çok daha hızlı ve rahat içimli olacak şekilde üretilmeye başlanıyor. old tom denen acılığı bastırmak için bolca botanik ve şeker ile üretilen cinin yerini daha rahat içimli ve şekersiz london dry cin alıyor. böylelikle ingilizler hollanda geneverı ile başladıkları cin tutkularına tamamen kendilerine has bir tarz bularak devam ediyorlar. neredeyse tüm dünyayı kolonileştiren ingilizler her gittikleri yere cinlerini de birlikte götürüyorlar. aslında cin subaylara , rom ise düşük tabaka denizcilere istihkak olarak veriliyor. denizcilikle uğraşanların mücadele ettiği bir çok hastalık oluyor. hazımsızlığa karşı bitkisel bitter karışımları, sıtmaya karşı kinin içeren tonikleri ve iskorbüte karşı limon veya lime sularını cin ve şekerle karıştırıp içen ingilizler ilk kokteyllerin temellerini atıyor. hint dilinde beş anlamına gelen punch içkisi (içinde su, şeker, limon/lime suyu, alkol ve baharat olarak sıralanan 5 içerik var) denizcilerin olduğu kadar ingiliz ana karasındaki ıngilizlerin de beğenisini kazanıyor ve ayyaş kesimin ayaküstü içtiği cinlerden daha saygın bir içki türü olarak kabul görüyor. böylelikle cin artık tekrar baş tacı olmaya başlıyor.

cin artık kokteyl kültürünün doğum yeri amerika'yı keşfediyor. aslında cin 17.yy'dan beri amerika'da yaygın olarak içilen bir içki. ancak amerika'da uzunca bir dönem içilen cinler ingiliz değil hollanda cinleri. zira new york'un eski adının new amsterdam olduğunu gözden kaçırmayalım. hatta 1862 yılında basılan tarihteki ilk kokteyl kitabında geçen cin kokteyli ismindeki kokteylde de hollanda cini kullanılmış. o dönemde her millet kendi ulusal içkisini içiyor yaygın olarak. iskoç ve ırlandalılar viski, hollandalılar genever, ingilizler london dry cin, fransızlar şarap ve konyak, osmanlılar da ayran değil rakı içiyor. peki bütün bu farklı coğrafyalardan insanlar aynı ülkeye göç edip kendi içkilerini getirirse ne olur? birileri bunları alıp farklı karışımlarla lezzetli hale sokar ve ismine de miksoloji der. kokteyl devrimi de tam bu yıllarda amerika'da ortaya çıkıyor. new york ve new orleans'ın elit barlarında yetenekli barmenler birbirinden yaratıcı kokteyller buluyorlar. gin sling, gin sour, gin toddy, gin fizz, gin daisy derken bir çok klasik kokteyl doğuyor. bugün de içilen bu kokteyllerin hepsinin ilk halinin hollanda veya old tom cinleri ile yapıldığını ve tat profillerinin şimdiki distile cin ile hazırlanan hallerinden farklı olduklarını belirtmekte fayda var.

o dönemin amerika'sı biraz garip. bir sağlık sorunun mu var? doktora gitmek size pahalıya mal olacak. o zaman hemen eczaneden bitkisel bir bitter karışımı alın. tadı acı geliyorsa yine içinde bolca bitki bulunan cin ekleyip için. sorun geçmedi mi? bunu sorunu unutana kadar tekrarlayın. sabah kalktınız kendinize gelemiyorsunuz. kendinize gelmek için bol bitterli alkollü bir kokteyl için. sonuçta bu sağlık için yaptığınız bir şey. ne kadar çok içerseniz o kadar sağlıklısınız. bu konuda daha önce şöyle (#127042369) geniş bir açıklama yapmıştım ama lafı gelmişken belirtmekte fayda var cocktail (dikilmek-kuyruk) kelimelerinden gelen kuyrukdiken anlamında bir argo tabirdir ve ilk ortaya çıktıkları dönemde sabahları insanların kendine gelmek için içtikleri acı ve alkollü karışımları tanımlamak için kulanılıyordu. o dönemlerin gazete reklamlarına bakanlar ne demek istediğimi anlarlar. 


alkollü içkilerin sağlığa iyi geldiği, sigaranın zayıflamaya faydalı olduğu, soğuklara karşı bol limonlu cin içmenin iyi geldiği, eczaneden eroin alabildiğiniz, içinde kokain ve alkol bulunan ilk coca cola'nın ilaç olarak satıldığı bir zamandan bahsediyoruz. hatta bir reklamda alkolün başağrısı yaptığı, onun yerine sigara içmenin daha sağlıklı olduğunu görmüştüm. tabii durum bu halde olunca alkol tüketimi giderek artıyor. tarih bakımından incelediğinizde cin ve din arasında müthiş bir benzerlik görüyorsunuz. ikisi de ilk etapta insanların dertlerine çare olmak, sıkıntılarından uzaklaştırmak ve kurtuluşa erdirmek amacıyla ortaya çıkıyor. ilk başlarda sözlerini tutar gibi gözükseler de hayatınızın tek anlamı olmaya başlarlarsa hem sizin hem etrafınızdakilerin hayatını cehenneme çeviriyorlar. böylelikle tarihte defalarca ortaya çıkan alkol karşıtlığı hareketi tiyatrosunu tekrardan izlemek durumunda kalıyoruz. özellikle sarhoş kocalarından bıkmış kadınların başı çektiği alkol karşıtı hareketler halktan destek alıyor. kadınlar bu lobileri sayesinde 1920 ocak ayında alkol karşıtı dry america kampanyasını senatodan geçirtiyorlar ve ağustos ayında da oy kullanma hakkını alıyorlar. pazusunu gösterip we can do it diyen ablayı hatırladınız mı?

apocalypse

ve amerika'da 13 yıl süren prohibition dönemi başlıyor. belki bu konuyu başka bir başlıkta incelemek lazım ancak bir kaç söz etmem gerek. alkol karşıtı hareketler dünyanın her coğrafyasında olmuştur. norveç, ızlanda ve finlandiya gibi ülkeler bile geçmişte alkol yasağı uygulamışlar. haklı görülecek sebeleri elbette vardır. kimi ülkelerde halk alkol bağımlısı olmuş, kimilerinde kuraklık sebebiyle tahıl hasatı düşmüş, kimilerinde ise siyasi veya dini sebepli yasaklar konmuştur. ancak tarihin gösterdiği tek gerçek şudur ki kimse akan bir alkol nehrinin önüne tahta bir set kurarak o nehrin kuruyup durmasını beklememelidir. hatta maalesef nehir yatak değiştirerek ve aksine güçlenerek akmaya devam eder. alkol yasakla durdurulamaz. bugün hala alkol yasağı uygulanan ortadoğu ülkelerinde karaborsa ile el altından alkol içilmeye devam ediliyor. muhafazakar konya şehrimizde ise bölgesine oranla rekor düzeyde alkol içildiği de söylenti değildir. konya'ya sevkiyatı yapılan müthiş içki miktarı karşısında şaşırıp bölgeye gidip kontrol eden dönemin tekel genel müdürü kerim yanık'ın tespitidir. marketlerde hiç içki göremeyen kerim bey her markette el altından içki satıldığını görüp şok olmuştur.

amerika'da da yasaklarla birlikte içki kullanım oranı artıyor. on binlerce gizli speakeasy denen bar açılıyor. al capone sadece şikago'da 10 bin speakeasy bara hükmediyor. mafya ve karaborsacılar tonla para kazanmaya başlıyor. el altından kaçak alkol akışı artarak devam ediyor. ingiltere'deki büyük cin firmaları hiçbir şey olmamış gibi tonlarca cini kanada veya bahamalar'dan deniz yolu ile amerika'ya satmaya devam ediyorlar. el altından viski üretmek fıçılarda yıllandırma gerektiğinden kimse onlarla uğraşmadan elde ettikleri ham alkolü küvetlerde bitki aromaları ile tatlandırıp cin üretiyorlar. bathtub gin tabiri bu dönemde ortaya çıkıyor. hatta william faulkner bile kendi cinini böyle üretiyor. fitzgerald'ın 'the great gatsby' romanı bu dönemde geçiyor. o dönemin zenginleri aynı romandaki gibi evlerde kokteyl partileri veriyor. martiniler havalarda uçuşuyor. caz devri yasaklar altında da olsa kimsenin alkol keyfinden feragat etmediği bir dönem olarak geçiyor. bir kısım ünlü barmen ve maddi durumu yerinde olan kesim de kendini yurtdışındaki barlara atıyor. hemingway bunların en önde gelenlerinden biri oluyor. paris'te harry's new york bar, londra'da savoy american bar gibi barlar amerikan kokteyl devrimini dünyanın farklı yerlerinde ve tabii ki cin ağırlıklı kokteyllerle devam ettiriyorlar. negroni, singapore sling, hanky panky, corpse reviver no.2, french 75 gibi efsane kokteyller bu dönemde amerika dışında keşfediliyor.


nihayet amerika yaptığı hatanın farkına varıyor. 1933 yılında martini tutkunu olduğu bilinen roosevelt 13 yıl süren prohibition dönemini bitiriyor. barlar yeniden açılıyor. viski fabrikalarının ilk ürünlerini vermek için daha çok beklemeleri gerekeceğinden cinler ilk etapta bar raflarında yerlerini alıyor. cin tonik nasıl ıngilizlerin sembol içkisi olduysa martini de bundan böyle amerika'nın sembolü haline geliyor. fakat 13 yıl süren yasaklarda tüm o gösterişli bar kültürü yok oluyor. amerika'lılara sadece vazgeçemedikleri martini kalıyor. tabii bu esnada avrupa'da tekrar ortalık karışıyor ve 2. dünya savaşı başlıyor. alman orduları işgal ettikleri hollanda ve belçika gibi ülkelerdeki genever damıtım evlerinin bakır imbiklerini mühimmat yapımı için söküyor. birleşik krallıkta tüm damıtım evleri ise ordu için sanayi alkolü üretiyor. gordon's ordu için ürettiği alkollerin üzerine 'cocktails for hitler' yazınca almanlar bu duruma sert karşılık verip gordon's un tüm üretim tesisini bombalıyorlar. hatta daha ileri gidip yüzlerce yıldır ingiliz deniz kuvvetlerine cin sağlayan plymouth'un üretildiği manastırı bombalamaya kalkıyorlar. ingilizler buna karşılık alman uçağı düşüren her askerine bir şişe plymouth vereceğini söylüyor. savaş bitiyor ve avrupa kendini toparlamaya çalışırken amerika'da cin günden güne sinsi bir düşman tarafından hedef alınıyor. daha önce amerika'da kimsenin içmediği votka günden güne popülerleşiyor. zaten cinin baş tacı olduğu kokteylin altın çağı mazide kalmış anılardan ibaret artık. james bond filmleri, ünlülerle çalışmalar, agresif reklam kampanyaları ve müthiş pr sonuç veriyor ve amerika artık votka içen bir ülke oluyor. smirnoff bu dönemde 'it leaves you breathless reklam kampanyası ile çok başarılı oluyor.


mesajı da kokusuz bir içki türü olan votka ile kimseye alkol kokmazsınız oluyor. 4 yıl içinde 50 bin kasa olan satışını 1 milyon kasaya çıkarıyor. amerikalılar ulusal sembolleri olan martini'ye bile votka koymaya başlıyorlar. bu dönem kokteyl devriminin durduğu ve içki kültürünün sadece bol şekerli, adi şuruplu ve meyve sulu özensiz kokteyller lehine döndüğü bir çöküş devri oluyor. dünya genel bir siyasi ve ekonomik gerginlik içindeyken kimse içkilerini kaliteli içmenin derdine düşmüyor. cin artık sadece geleneklerine bağlı ıngilizlerin tonik ile içtikleri ve old school amerikalı ihtiyarların gençlik dönemlerini hatırlamak için içtikleri bir içki haline geliyor. 1935'ten 1980'lere kadar literatüre tek bir adet dahi cin içeren kokteyl girmiyor. fakat dünya içki kültürü yozlaşsa da cin vakit kazanıp tekrardan yükselmek için bekliyor.

anastasis

1980'lere kadar kokteyl kültürü can çekişiyor. artık bitter şişeleri eski barların tozlu raflarında dururken, cin artık mazide kalmış ve modası geçmiş bir içki türü olarak görülüyor. bu dönemde dünyanın farklı yerlerinden idealist barmenler kokteylin altın çağında yazılmış 150 yıllık eski kitapları ve tarifleri tekrar okuyup çalıştıkları barlarda misafirlerine sunuyorlar. old but gold zamanların teknikleri uygulanıyor. meyve suları taze, şuruplar ev yapımı, teknikler doğru olarak kullanılıyor. bitter şişeleri ve tarifleri tekrar gün yüzüne çıkıyor. votkalı martini yapmayı reddediyorlar. hatta barlarında kokteyl devriminin sonunu getiren votka bulundurmuyorlar. derken 1987'de bombay sapphire diye devrimci bir marka çıkıyor ortaya. gençlerin 'distile edilmiş noel ağacı' diye dalga geçtiği cine hiç alışılmadık bir narenciye ferahlığı getiriyor, masmavi ve dikkat çeken bir şişe ile göz dolduruyor, kullandıkları tüm içerikleri korkusuzca şişelerinde sergiliyorlar ve tamamen buhar infüzyonu ile üretilmiş cinlerini piyasaya sürüyorlar. dikkatler tekrar cine dönmeye, insanlar artık kaliteli kokteyller içmeye başlıyor. ikinci büyük devrim 2000 yılında piyasaya çıkan hendrick's'ten geliyor. piyasadan gelen talebi iyi okuyan üreticiler ardıçın daha geride kaldığı çiçeksi ve ferah yönü önde duran bir cin yaratıyorlar. bunu 1900'lü yılların provakatif illüstrasyonları ile tanıtıp hem yepyeni olan ve hem de çok eski algısı uyandıran ve eski ilaç şişelerinden ilham alan dikkat çekici şişe ve etiketiyle cini tekrar ait olduğu zirvelere yaklaştırıyorlar.


dünyanın her yerinde harika cin kokteylleri tekrar popüler hale geliyor. bu iki devrimci cinin açtığı yolda daha sonra bir çok farklı cin markası da gidiyor. inovasyon ve hayal gücü birlikte çalışınca ortaya her biri şaheser olan farklı cinler çıkıyor.

21. yy artık adeta tüm dünyada bir cin çılgınlığının yaşandığı, her ülkenin kendi coğrafyasına ait içeriklerle mükemmel cinler piyasaya sürdüğü bir yüzyıl olarak başlıyor. bugün uganda'dan kanada'ya, sri lanka'dan japonya'ya her ülke kendi cinini üretiyor ve cine susamış tüm dünya ülkelerine pazarlıyor. maalesef türkiye bu yarışta çok gerilerde kaldı ve şu an sadece dünyanın güzel cinlerine hayran kalmakla meşgulüz. dünyanın bir çok yerinde müthiş cin barları açılıyor. her sene yeni ve hepsi farklı zevklere hitap eden cinler piyasaya sürülüyor. şu an alkol içen herkese hitap edecek binlerce cin bulunuyor. dünyada olduğu gibi ülkemizde de bir çok farklı tonik çeşidinin ortaya çıkması da cinin yükselişinin işaretlerinden sadece biri. 21.yy cin çılgınlığının önlenemez yükselişi devam ediyor ve edecek. cin tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar çeşitli ve kaliteli üretilmemişti. 

bunca yazıdan sonra bir martini içmenin vakti geldi. buraya kadar okuduysan kadehimi sana kaldırıyorum ey okuyucu. şu an cin içmek için en uygun zaman değilse nedir?