SİNEMA 2 Mayıs 2017
107b OKUNMA     1071 PAYLAŞIM

Enfes Bilim Kurgu Arrival, Küresel Neo-Liberalizmin Propagandasını mı Yapıyor?

2016'nın en iyi bilimkurgularından olan Arrival, çok konuşuldu ve çokça da beğenildi. Çoğu kişinin üzerinde fikir birliği sağladığı bu filme Sözlük yazarı "diagnostic retikul" bambaşka bir açıdan bakmış ve filmde gördüğü olumsuz yanları zihin açıcı bir şekilde sıralamış.


bilim kurgu adı altında ideolojik propagandaya hoş geldiniz. epey mantık hataları ile dolu bu bilim kurgu filminde küresel neo-liberalizm başrolde. yan rolde ise kızı doğmadan önce de, doğduğunda da, ve hatta 15 yaşında iken bile aynı yaşta kalabilen ajda pekkan var.


5 dakikada arrival 

louise abd ordusuna daha önce iran'la ilgili bir istihbaratın çözülmesinde yardımı dokunmuş dilbilimcidir. dünyanın 12 ayrı bölgesine uzaylılar iner. her sorunu bir sokak gösterisine çevirmeyi kendine görev adleden çapulcu halklar, anlamsız yere sokaklara dökülür. burada neo-liberalizmin sınıfçı bakış açısını net olarak görebilirsiniz: bir tarafta küresel bir tehdit algısıyla sokaklara dökülen endişeli halk, diğer tarafta ise deniz kenarındaki aşırı lüx evinde can sıkıntısından uyuyamayan elit louise.


abd ordusu louise’e kim oldukları ve neden geldiklerini bilmedikleri uzaylıların dilini çözmesi için bir ses kaydı getirir. korkutucu sesler çıkaran uzaylıları dinleyen louise, bu şekilde çözemem yerinde analiz etmem gerekir yanıtını verir. albay basar gider. ancak küresel kriz tırmanır, çok uluslu şirketlerin kalesi dow jones borsası 2.000 puan çöker ve böylece tüm dünyayı saran bir ekonomik kriz de başlar. evet, dünya gerçek bir felaket ile karşı karşıyadır, artık kapitalizm de çökmektedir.

uzaydan gelen acayip çirkin biçimsiz 7 ayaklı yaratıklar 12 bölgeye yerleşmiştir. bu 12 yer : avustralya, rusya, çin, danimarka, japonya, pakistan, sibirya, sierra leone, sudan, ingiltere, venezuella ve abd montana'dır. özenle seçilmiş ülkeler olduğunu sierra leone'nin adının geçmesinden anlayabilirsiniz. bir tarafta küresel sermayeyi elde tutan üstün beyaz medeniyetler diğer tarafta onların refahı için geri bırakılmış sömürge ülkeleri.


louise ile ian uçakta çok güzel bir üstün beyaz medeniyet tanımı yapar. bir medeniyetin üstün olduğunu nasıl anlarsınız ? bilim ile mi dil ile mi ? sömürgeci bakış açısının paradigmasını tartışırlar, üstün medeniyetler ve aşağı medeniyetler. mesela ispanyolca konuşan sömürge ülkesi venezuella mı yoksa bilimsel olarak ileri beyaz medeniyeti mi üstün ? deniz-aşırı sömürgecilik ırkçı bakış açısını da dile getirmeyi unutmaz:

“ aborjinleri unutmayın, 'daha gelişmiş bir ırk ' neredeyse onları yok etti ! "

bir siyahın ağzından beyazların " gelişmiş ırk " olduğunu duyacaksınız. ve evet bunu diyen albay tabii ki de kendisine verilen görevin dışına çıkamayan, kültürsüz, insiyatif almaktan uzak, epey kıl olacağınız, ezik bir siyahdır.

uzaylılar logogramlarla iletişim kurarlar ve zamanı doğrusal olarak algılamazlar. empati yeteneği gelişmiş, mavi gözlü, rasyonel ve gelişmiş beyaz ırk temsilcimiz louise bu dili öğrendikçe o da yavaş yavaş zamanı onlar gibi algılamaya başlar. tüm anıları aslında geleceğidir.


finalde uzaylılar size önümüzdeki 3.000 sene içinde ihtiyacımız olacak, o yüzden yardım ediyoruz derler ve giderler. burada bin yıl kavramı neo-liberalizmin kalkınma üzerine kurduğu bm’nin bin yıl hedeflerini çağrıştırır. mevcut tüm küresel sorunları neo-liberalizm çözecektir. bunun içinde abd önderliğinde sorunları oturup tartışabileceğimiz müzakareler, kalkınma politikaları ve elit teknokratlar şarttır.

(bkz: dünya ticaret örgütü)
(bkz: seattle konferansı)

neo-liberalizmin önündeki engel tahmin edeceğiniz gibi rusya ve çin'dir. bu iki ülke, uyumsuz, irrasyonel, çıkarcı ve agresif ülkeler olarak masada yer almaktadırlar. onların bu bencil tutumları malesef küresel sorunların daha çok artmasına sebebiyet vermektedir. kapitalizmin yol açtığı evrensel sorunlar çözülene kadar bekleyen uzaylılar amaçlarına ulaştıktan sonra terk ederler. ama bir dakika, niye geldiler ve neden gittiler ? ve bize nasıl yardımcı oldular ? çok basit, sömürgeci ve sömürgeleştirilmiş tüm ülkeleri tek bir masaya oturtmayı başardılar ve sonunda neo-liberalizmin önündeki en büyük engel kalktı, abd çin müttefikliğini sağlandı. zaten filmin finalinde bu gerçekleşince artık dünya güllük gülistanlık hale gelir, aklını fikrini silahla bozmuş, çıkarcı, kapalı, agresif rusya bile bu küresel ittifaka boyun eğmek zorunda kalır...


the arrivals kitabının yazarı amerikan-çinli ted chiang, 1949 çin komünist devrimi'nden önce milliyetçi çan kay şek rejimini destekleyen bir aileden geliyor. çan kay şek tayvan'ı işgal etmiş bir sömürgeci olmakla birlikte, biricik müttefiki ise abd olmuştur. pro-kapitalist ve üstün beyaz medeniyet anlayışının propagandasını yapan film, çin ch'an budizmine ait yuvarlak sembolijiye benzer harfler kullandırıyor. böylece de sentezi buluyor, yani yazarımız hayli ezik.

başarılı elit teknokratımızın ( aslında diplomat diyebiliriz ) çin ile kurduğu "eşsiz" iletişim sayesinde dünyaya huzur ve mutluluk geliyor, devletler aradan çıkıyor, küresel sorunlar abd önderliğinde elit teknokratlarla çözülüyor. isyan hareketleri son buluyor, borsa kendini toparlıyor ve kapitalizm hayatta kalmaya devam ediyor.

Ted Chiang / CBS

nasıl kurgu ama ? asyalıların dünya barışını, birlik ve bütünlüğünü bozacak gelişmemiş, irrasyonel, çıkarcı ve agresif ülkeler olduğunu izleyicinin gözüne sokan, üstün beyaz medeniyeti üzerinden sömürgeciliği meşruya çeken, küresel sorunların çözümünün neo-liberalizmden geçtiğini, abd ve çin müttefikliğinin şart olduğunu, halkın küresel sorunları onların karmaşık yapısı sebebiyle analiz edemediği ve abarttığını, medyanın yangına körükle gittiğini; üstün beyaz medeniyetin elit teknokratlarının önderliğinde ise gerek batılı sömürgecilerin kışkırttığı ve göz yumduğu iç savaş sonucunda bir hayli fakirleşen sierra leone'nin, küresel neo-liberal politikaları reddettiği için abluka altındaki venezuela'nın, sömürgeci ülkelerin hakimiyet arzusuyla iç savaştan kurtulamayan sudan'ın, ve deniz aşırı sömürgeciliğin yol açtığı tüm küresel sorunların çözülebilmesi için neo-liberal politikalara, müzakerelere ihtiyacımız olduğunu anlatmak için gelmişler. nitekim abd ve çin müttefikliği sağlanınca da vazifelerini yapıp çekip gittiler. 



hele halk yok mu halk, en ufak mevzuda hemen sokaklara dökülüyor, işleri daha da karıştırıyor, oturup bekleseniz halbuki ne güzel uzaylılarla iletişim kuracağız. unutmayın, çevre, gıda, açlık, yoksulluk, göçmen, öteki ve lümpen proleterya gibi kapitalizmin yol açtığı küresel sorunların çözümü, neo-liberalizmin aklını kullanmaktan, abd elit teknokratlarının önderliğinde müzakere etmekten, dünya ticaret örgütü gibi teşekküllerden geçiyor. her sömürgeciyi öcü sanmayın lütfen, iletişime açık olun. önümüzdeki 3.000 yıl boyunca bu sömürülmüş ülkelere ihtiyacımız olacak, post-kolonyalizm alabilir miyiz lütfen ?

Amy Adams'ın canlandırdığı Louise Banks.

louise'ın hikayesine gelince louise, neo-liberalizmin yaratmak istediği ideal vatandaş tipine dönüştü. ideal vatandaş nasıl olunur ? tabii ki kaderci bireycilikle olunur. öncelikle dünyadaki felaket ve sorunların doğamızın bir parçası olduğunu kabul ederek başlayın, ortada sizin sandığınız gibi sokaklara dökülecek bir sorun yok. her kriz çözülecektir, abartmayın, elit teknokratlara işi bırakın. sonra bakın işte görüyorsunuz, iki ayağımızı bir pabuca sokuyorsunuz. hem bu sorunlar dünyamızın kaderi, aşağı medeniyetler var üstün medeniyetler var. bunu da kafanıza sokun. siz alabildiğine bireyciliği elden bırakmayın, deniz kenarındaki o aşırı lüks eve sahip olun, orada güzel bir hayat yaşayın, bireysel sorunlarınıza eğilin, unutmayın ne kadar kendinizi geliştirebilirseniz kişisel sorunlarınızı o kadar çözebilirsiniz. yani kaderci-bireyciliğin zirve noktası.


evet kıza üzüldüm, neticede adamın kendisini terk edeceğini, kızının öleceğini bile bile ( kızını da öle polis falan vurmadı, öyle şeyettikleri gibi dünyamızı bekleyen açlık, yoksulluk, ekolojik sorun vb. herhangi bir küresel sorundan ölmedi, kanserden öldü ) adama sarıldı. falı fallanmış garibimin. ben bi ağlama alıyor nasıl göz yaşları, san francisco sabahında gün batarken fularımı rüzgarda savrulan paltomdan içeri soktum, yaktım lucky strike'ımı ve ağladım.

keşke biz de üstün beyaz medeniyeti ve mensupları gibi erdemli, rasyonel, empati sahibi ve barışçıl olsak; çocuğumuzun öleceğini bile bile dünya barışını dert edebilsek, hepimiz küresel neo-liberalizmin kalkınma planları ve müzakerelerine teslim olsak. ağlamamak elde değil.