Felsefe Konusunda Aşmış Sosyolog Ulus Baker'den Düşündüren Alıntılar
"canlı varlık, ölümü düşünemez. spinoza’dan öğrendiğimiz bu düşünce olgusal değil varoluşa ilişkindir. onun sayesinde ölüm oruçlarının ölüme değil, yaşama doğru gittiğini, yaşama ilişkin taleplere sahip olduğunu, onunla kenetlenip onu olumladığını öğreniyoruz. çünkü yaşam dirençtir. kendine bir süre biçmez, sonunu algılamaz, sona erdiğinde kendisi ortada bulunmaz."
"muhafazakârlığı harekete geçiren duygular ve tutkular geçmişin değerlerinin korunmasına, ayakta tutulmasına yönelik olmaktan çok, geleceğe yöneliktir. muhafazakar, özellikle modern çağın insanıdır; eski, “geleneksel” denen toplumlarda “muhafazakâr” yoktur. bunun nedeni ise çok kolay anlatılabilir: gelenek, eğer gerçekten gelenekse, zaten kendini koruyacak güce sahiptir ve insanların onu korumak, muhafaza etmek için beyinlerini zorlamaya çok ender durumlarda ihtiyaçları olur. muhafazakârlık, ancak gelenek ortadan kalkarak tarihsel bir hayal perdesinin arkasında kaldığı andan itibaren mümkün olan duygusal bir yaşantıdır.
muhafazakâr, geçmişe yönelik değildir, geleceğe yöneliktir: yani çocuklarım, toplumum, gelecek de benim yaşadığım gibi, benim arzuladığım gibi yaşasınlar ister.
bugüne kadar, geçmişin değerlerini korumak, ataların mirasını savunmak çok kolay ırkçılığa ve faşizme yol açan tutkulara dönüştüyse, bunun nedeni, bir muhafazakârın kafasındaki geleneğin büyük bir kısmının devlet, aile, vatan, ülke, millet, halk gibi göreli terkiplerden oluşmasıdır."
ulus baker - türkiye’nin “yerlisi” olmak
"kederli ruhların desteklenmek ve propagandasını yapmak için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da amacına ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır."
"dostoyevski'yi tarkovski'ye bağlayan bağ, üzerinden onca tank, bombardıman, acı, hayal kırıklığı, devrim ve karşı devrim, hatta varoluş üstünde tepinen onca olumlu şey -bilim, sanat, ahkâm ve şeriat- geçtiği halde nasıl yaşadı? acaba neden dostoyevski edebiyatın en yüksek noktasında yer alıyor? ve bir asır sonra tarkovski başka bir alanda sinemada, en yüksek filmleri yapabiliyor? rusların edebiyatlarını yok etmek için ellerinden geleni yaptıklarını artık biliyoruz. bunu filmlerini yeraltına gömdükleri eisenstein, vertov ve dovjenko için de yaptılar. ama birdenbire tarkovski çıkıverdi ve sadece tek şeyin garantisiyle hayatın ifadesini dostoyevski'nin yaptığı gibi yaparsanız onu siz ifade etmekle uğraşmak zorunda kalmazsınız, o gelir sizin ifade araçlarını doldurur, taşar, ve kendini sizin aracılığınızla ifade eder. dostoyevski-tarkovski bağının sırrı işte budur.
ve işte, dostoyevski edebiyatta, tarkovski ise sinemada bunu en yetkin şekilde basarmış olanlardır. ve dostoyevski'den şöyle bir cümle duyabilirsiniz: "bir arabacının gölgesini gördüm, bir arabanın gölgesini bir fırçanın gölgesiyle temizliyordu."
ulus baker - dostoyevski ve tarkovski
"düşünür ernest jünger' in dediği gibi, tüm bu sakatlıklara neden olanın kazalar olduğunu düşünmek optik bir yanılgı, bir göz aldanmasıdır; aksine başımıza gelen kazalar, dünya henüz rüşeym halindeyken bile sakatlanmış olmamızdan gelirler. böylece düşününce sakatlıkların nedeninin basitçe kazalar olmadığını, kazaların nedeninin ise basitçe dikkatsizlikler ve ihmaller olmadığını, bütün bu nedenler-sonuçlar zincirinin aslında başka bir alanda belirlendiğini kavrayabilir: yaşamak zorunda bırakıldığımız bu dünyada mağduruz, sakatız: trafik bu dünyanın bir olayıdır. trafik içine doğduğumuz tehlikeli bir dünyadır; orada her zaman hep... kazalar gelir başımıza. olaylaştırma bütün basitliği ve anlaşılabilirliği içinde fikirler arasındaki bağlantı zincirini de sağlar. sözgelimi trafik ile metropoliten yaşam, vahşi piyasa kapitalizmi arasındaki bağlantılar: medyanın kamuoyu oluşturma adına iş kazalarına karşı münferit ve bağlantısız uyarıları, ancak kayıtsız bir kulakverişi cezbederken, fikirler arasındaki düşünsel bağlantı aynen trafik dünyası gibi vahşi kapitalizm dünyasının, ordaki iş örgütlenme biçiminin iş kazalarının gerçek nedeni olduğu kolayca görülebilir. ayrıca süratin ve denetimin aynı oranda zorunlu kılındığı vahşi trafik alanıyla vahşi kapitalizm arasındaki bağı da: zaman paradır öyleyse sürat de paradır..."
ulus baker - dolaylı eylem
“dostum başka bir ‘’kendimdir’’ ve onun erdemini gözlemlerken kendiminkini görür ve tanırım"
(bkz: kanaatlerden imajlara)
"hayranlık bir tapınma değil, daha çok bir dikkat celbidir. hissederiz ki karada yürüyemeyen o yengeç, kıyıda çırpınan bir balık kendi dünyasında, suda müthiş bir zerafetle yüzmekteydi. her aşkın başlangıcı böyle bir 'başka dünyanın zerafeti' algısıdır."
"spinoza ve aşk" ile ilgili söyledikleri:
"spinoza amor'dan, yani sevgiden bahsediyordu --cinsellikten bağımsız olarak; tıpkı sevinç ile kahkahanın aynı şey olmadıkları gibi, sevgi de cinsellikten ayrı düşünülebileceği bir boyuta yerleştirilmek zorunda... bu bir platonizmi asla gerektirmiyor, çünkü platonik aşk denen şey bir "bütünleşme" mantığına dayanıyordu ve spinoza'nın açıkça söylediği gibi, sevginin yalnızca bir sonucuydu, nedeni değil...
spinoza sevginin kişilerarası doğasının oldukça farkındaydı... zaten onu tanımlamaya girişmek cüretini de bu yüzden göstermişti. başka bir deyişle sevginizi hiç değilse sevdiğiniz, ama esasında kendiniz için "tanımlamak" zorundasınız... çünkü bu tek kişilik bir duygu değil, "dış bir nedenin imajı eşliğinde" yaşanan bir duygudur ve bütün insan toplumsallığının kaynağında yer alır. bu yüzden sevgiyi aynı zamanda bir keder tipinin belirişinden ayırdetmek gerekiyor 'kıskançlık' ya da 'sevginin karşılığının verilmemiş olmasından doğan keder (fluctuatio animi)' spinoza bu tür duyguların engellenemez olduğunun farkında olduğunu en baştan belli eder: duygularımız ve tutkularımız üzerinde asla irade sahibi değiliz. yani isteyerek sevip, isteyerek nefret edemeyiz. ama mesela bilebiliriz ki nefret bizim bir acımızdır; ve bu nefretin nedenini kavrarsak nefret duygusu otomatik olarak kaybolur. ama unutmayalım ki nefret bizim bir kederimizdir. sevgi ise dış bir neden dolayısıyla yaşadığımız sevinçtir. o halde nefreti bağladığımız imajları pekala varoluş gücümüzü yükselten sevgiye bağlama şansımız vardır (zordur ama vardır)... böylece sevgi bir 'emek' ve 'özen' olarak karşımıza çıkar.
neden bir emek peki?
ilk bakışta aşk diye olağan bir klişe vardır ve walter benjamin bunun karşısına "son bakışta aşk" mefhumuyla çıkmıştı. yani bir aşık olma emeğinin işlediği bir alanın tanımlanabileceğini düşünüyordu. ilk bakışta aşk spinoza'ya, benim yorumlayabildiğim kadarıyla, bir "çağrışım" olarak görünüyor. beni kederlendiren bir durumdan beni kurtaranı severim. ya da sevdiğim kişiyi hep yanımda, orada tutmak, varetmek isterim. ya da, yine ve esas olarak, sevdiğim bir varlıkla birarada gördüğüm her şeyi sevmeye meylederim. nefret ettiğim biriyle bağdaştırdığım her şeyden de nefret etmeye meyilliyim. her şey, bütün bu duyguların düzlendiği, dolayısıyla 'çağrışımların' kurulabileceği hayali bir plana, düzleme işaret etmektedir: spinoza buna "yüksüz duygular" diye tercüme edebileceğimiz "gerçek anlamıyla duygu olmayan durumlar" diyor --bunlardan birisi "hayranlık" (admiratio), zıddı ise "horgörme" (contemptus)... bunlar "emeksiz" beliren duygular ve bütün diğer duygulara bir zemin hazırlıyorlar. hayranlık ya da merak belki "ilk bakışta aşk" dediğimiz şeyden pek farklı bir şey değil: herhangi bir şey var hayalinizde ama bunu herhangi başka bir kavramla biraraya getiremiyorsunuz ve zihniniz duruveriyor; düşünemiyorsunuz -- orada her şey yepyeni ve hiçbir şeye bağlayamıyorsunuz; ta ki başka şeyler sizi başka başka şeyleri düşünmeye zorlayana dek... horgörme ise bu durumun zıddı. bir şey sizi o kadar az ilgilendiriyor ki, en az ilgilendiğiniz öteki şeyler kadar değeri olduğunu asla düşünemiyorsunuz? bütün sorun sevginin, sevgiye karşılık verme emeğinin, ilk veya son bakışta aşkın zemininde bu tür bir algının zorunlu olarak bulunduğudur.."
"spinoza açısından kesin olan şey, ikiyüzlülülüklerin ve budalalıkların ötesinde, kendi varlığımızı sürdürme çabamızın (conatus) bir eseri olan bir cömertliğin mümkün olduğudur. kendinden vazgeçmeden başkasıyla varolma. oysa spinozist tarzda yaşamayan bizler ya başkasıyla varolurken kendimizden vazgeçeriz, ya da birlikte varolacağımız başkasının kendinden vazgeçmesini talep ederiz. bu da mutlak bir mutsuzluk ve pasifliktir. böylece sevgi gibi sevinçli bir duygu bile bir şantaja dönüşür.
aşk için gösterilen şiddet hemen dikkatimizi çekiyor: gazeteler epeyce yazar bunları. ancak aşk uğruna kaybedilen sevgi miktarı insan aptallığının (spinoza buna ruh köleliği diyordu) şahikasını oluşturuyor. aşka yapılan en büyük hakaret karşıdakini belli şartlar dahilinde sevmektir --yani aşka koşullar dayatmak. düşmanlığa (savaş, dava vesaire) kurallar dayatmak gerekir, çünkü o kederli bir haldir ve ona dayatılacak her kural meselenin çözümüne yardımcı olur; oysa aşka kurallar dayatmak insan budalalığının ta kendisidir ki buna aslında hayvanlar bile düşmez."
ulus baker - ethica okumaları ii