Feminizm Henüz Ortalarda Yokken Feminizmin Kitabını Yazan Kadın: Mary Wollstonecraft
Kimdir, necidir?
1759-1797 yılları arasında yaşamış olan ingiliz sosyal teorist ve feminist. rousseau'nun demokratik radikalizminden derinden etkilenmiştir. ilk sistematik feminist eleştirileri üretmiştir. en önemli eseri olan "a vindication of the rights of women"(1792) locke liberalizminden etkilenilerek yazılmıştır ve öncelikle eğitim hakkı olmak üzere kadınların eşit haklara sahip olmasını vurgulamıştır. bir anarşist olan william godwin ile evlenmiştir ve "frankenstein"ın yazarı olan mary shelley'nin annesidir.
Hayatı ve yarattığı etkiye dair
wollstonecraft... ingiliz yazar ve çok önemli bir kadın hakları savunucusu. 1759'da doğmuş, 1797'de çok genç bir yaşta ölmüştür. kendisi birçok esere sahiptir ama bunların en önemlisi "kadın haklarının gerekçelendirilmesi"dir. a vindication of the rights of woman feminizm tarihinin ilk eserleri arasındadır. bu eserinde kadınların eğitim almasının önemi üzerinde durmuştur. kendisi jean-jacques rousseau’dan etkilenmiş ve rousseau’nun demokratik toplumunu genişletmek fikrini toplumsal cinsiyet eşitliğine dayamıştır.
zaten o zamanların kadınlarına göre bayağı sıradışı bir hayat yaşamıştır. dedesinden kalan mirasın sadece ağabeyine verilmesiyle ilk elden erkeklere olan özel muameleye şahit olmuştur. babası, ileride ona miras olarak kalacak paranın iadesini talep eden, mary’nin annesini döven bir adamdır. on dokuz yaşında evi terk etmiş ve kendi başının çaresine bakmaya karar vermiştir ki bu o zamanlar için düşünülmez bir şeydir. kadının görevi evde oturup uygun bir eş adayı beklemek, evlenmek, çocuk bakıp evde oturmaktır sonuçta. kendine uygun olmadığını düşündüğü bir takım orta sınıf işlerde çalıştıktan sonra yazar olmaya karar vermiştir. kendi başına almanca, fransızca, italyanca ve flemenkçe öğrenmiştir. evli olan bir adamla ilişkiye başlamış, hatta adamın eşine üçünün beraber yaşaması gibi akıl almaz bir teklifte bulunmuştur. bunun ardından bu ilişkisi bitmiştir. kendi başına fransa’ya gitmiş ve fransız devrimine doğru ilerleyen olaylara şahit olmuştur. edmund burke’ün onu çok sinirlendiren bir yazısı üzerine "rights of men" adlı yazısını kaleme alıp büyük üne kavuşmuştur. bunun üzerine de "rights of men"de ortaya koyduğu fikirlerini genişletip a vindication of the rights of woman’adlı eserini yazmıştır. fransız devrimi üzerine fransız kızların, fransız erkeklerle aynı eğitimi almalarını talep etmiştir.
o zamanların kadınlarının yapmadığı şeyler serüvenine devam edip, tanışıp, aşık olduğu bir adamla evli olmadan cinsel ilişki yaşamıştır (o zamanların saygın ingiliz kadınlarına yakışmayan şeyler bunlar, toplum nezdinde), (wollstonecraft evliliğe karşıydı zaten). hamile kalıp bir de terk edilmiştir. evlilik dışı çocuk doğurup, devrimin içinde çocuğuyla yalnız kalmıştır. bunun üzerine ingiltere’ye geri dönmüştür. ingiltere’de depresyonun doruklarında olmuştur. birkaç yıl sonra başka bir adamla tanışmıştır. evlilik kavramına inanmamasına rağmen, hamile olduğu için ve evlilik dışı dünyaya 2. bir çocuk getirmemek adına, anarşist akımının babası william goodwin ile evlenmiştir. kendi özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını koruyabilmek adına aynı evde yaşamamışlardır. mary shelley'nin annesidir, hatta onu doğurduktan 11 gün sonra ölmüştür. mary shelley ise gotik romanı frankenstein'in yazarıdır.
kocası onun biyografisini yazıp ne kadar mükemmel bir kadın olduğunu anlattığını sanırken, yaptığı tüm "ahlaksızlığı" ortaya serdiği için, wollstonecraft en az bir asır boyunca ayıplanmıştır. ancak feminizmin artışından sonra hak ettiği değeri görmüştür.
çok dolu bir hayat yaşamıştır, atladığım birçok şey var ama anca bu kadar kısaltabildim…
özellikle kadın haklarının gerekçelendirilmesi’ne değinmek istiyorum. bu eserde kadına olan davranışın değişmesi gerektiğini, kadının kocaya ve babaya olan bağımlılığın kaldırılabilirliğinden bahsetmiştir. eserin ana fikri kadınların toplumun faydalı bir parçası olabilmeleri için almaları gerektiği eğitimdir. 18. yüzyılda kadınların rasyonel düşüncelere sahip olamayacağı, düşünemeyecek kadar hassas ve kırılgan oldukları düşünülürdü. kadınların çocukluktan beri anneleri tarafından yardıma muhtaç olarak yetiştirilmeleri, sırf erkeklerin hoşlarına gitmeleri için böyle yetiştirilmeleri şiddetle karşı çıktığı bir şeydi. erkek çocuklarının her türlü yararlı alanlarda eğitim alıp, kız çocuklarının sadece erkeklere daha hoş gözükmelerini sağladıkları şeylerde eğitim almaları, kadınların saf, masum ve yardıma muhtaç olarak yetiştirilmeleri eserin eleştirdiği şeyler arasındadır.
birkaç alıntı bırakayım:
"çocukluktan itibaren, güzelliğin kadının hazinesi olduğu öğretilince zihin bedene göre biçimlenir ve altın işlemeli kafesinin içinde dolanarak yalnızca hapishanesini sever."
"para için evlenmek legal fahişeliktir."
"kadın, eğitim yoluyla erkeğin kafa arkadaşı olabilecek şekilde yetiştirilmezse, bilgi ve erdemin yayılması önünde engel oluşturacaktır; çünkü hakikat herkes için ulaşılabilir olmalıdır, yoksa genel uygulamada etkisiz olacaktır."
"kadının zihni onun güzelliğine tercih edilmedikçe, düzgün bir eğitim sistemi de asla kurulamayacaktır."
"yumuşak huyluluk, uysallık ve eşine hürmet duyma bu temelde dişi cinsin öncelikli erdemleri olarak ön plana çıkarılır; doğanın her zaman denetlenemeyen ekonomisini göz ardı ederek bir yazar kadınların kendilerini melankoliye kaptırdıklarında erkeksi olduklarını dahi ileri sürmüştür. bu yazarın gözünde kadın yalnızca erkeğin bir oyuncağıdır ve erkek ne zaman eğlendirilmeye ihtiyaç duysa, onu şen kahkahalarıyla eğlendirmek her zaman kadının görevidir."
geçmişe gidebilsem onunla oturup sohbet edebilmeyi o kadar çok isterdim ki. adının fazla bilinmemesi, halk arasında pek tanınmaması beni bayağı üzüyor. halkı geçelim, tüm hemcinslerimin bu muhteşem kadının varlığından haberdar olmasını dilerim. elbette evli bir adamla olan ilişkisini onaylamıyorum, ama kadınlara verilen değeri, rolü tüm benliğiyle reddetmesi, hele öyle bir zamanda, bayağı saygıyı hak eden bir şey.
Güzel bir alıntıyla bitirelim
aşağıdaki satırların altına arthur schopenhauer yazsaydım hepiniz sorgusuz sualsiz inanırdınız, fakat 225 yıl önce bu satırları birinci dalga feminizmin anası mary wollstonecraft yazmış:
"karşılaştırma yapmaya devam edersek, erkekler, hayatlarının orta aşamasında, gençliklerinde, mesleklerine hazırdırlar ve evlilik, hayatlarında büyük bir vasıf teşkil etmez; öte yandan, tam tersine, kadınlar yeteneklerini keskinleştirmek için evlilikten başka bir şemaya sahip değildirler. kadınların dikkatlerini cezbeden şey, iş hayatı, kapsamlı planlar, veya diğer tutkuların basamakları değildir; hayır, düşünceleri bu tür soylu yapıları yükseltmekle meşgul değildir. yeryüzünde yükselmek ve hazdan hazza koşma özgürlüğüne sahip olmak için, avantajlarına uygun olacak şekilde evlenmek zorundadırlar; bu amaç uğruna, zamanlarını feda ederek legal fahişelik yaparlar. bir erkek herhangi bir uzmanlık alanına adım attığında gözlerini sabit olarak gelecekteki faydalara dikmiş durumdadır ( ve zihin tüm çabasını tek bir noktaya odaklayarak büyük bir güç kazanır), işiyle meşguldür ve zevk sadece rahatlamak olarak görülür; öte yandan kadınlar varoluşlarının asıl amaçları olarak hazzı ararlar. aslında, toplumdan aldıkları eğitim nedeniyle, hazza duydukları aşkın onları yönettiği söylenebilir; fakat bu, ruhların cinsiyet sahibi olduğunu ispatlar mı? özgürlük, erdem ve insanlığın, bütün bir milleti hakimiyeti altına alabilecek ölümcül tutkular olan hazza ve gösterişe kurban edildiği fransa’da, karakterleri yıkıcı despotizm sistemi tarafından biçimlendirilen saray maiyetinin erkekler olmadığını söylemek mantıklı olurdu.
yetiştirilme eğilimleriyle teşvik edilen hazza duyulan bu aşk, birçok durumda kadınların davranışlarında önemsiz yönelimler oluşturur; örneğin, ikincil derece şeyler hakkında mütemadiyen kuruntulu, görevleriyle meşgul olmak yerine macera arayışındadırlar.
bir erkek, bir yolculuğa çıktığı zaman genellikle nihai varış noktasının görüntüsünü zihninde canlandırır; kadın ise, yol arkadaşlarının üzerinde bırakacağı intibayı, yol üzerinde meydana gelmesi muhtemel, gizemli ve tesadüfi olayları daha çok dikkate alır. hepsinden öte, yeni bir mekana arzı endam etmeye giderken, beraberinde taşıdığı ve kendisinin bir parçası olmaktan bile fazlasını addettiği süs ve ziynet eşyalarının muhafazasına tedirgin bir dikkatle odaklanır. zihnin yüceliği bu tür bayağı kaygılarda varlık gösterebilir mi?
kısacası, genel olarak kadınlar (ve her iki cinsiyetin varlıklı olanları), medeniyetin bütün aptallıklarını ve ahlaksızlıklarını edinmişler, faydalı olan meyvelerini gözden kaçırmışlardır. tüm cinsiyet adına konuştuğumu ve istisnaları dışarıda tuttuğumu her zaman önceden açıklamayı gerekli görmüyorum. algıları iltihaplanmış, kavrayışları savsaklanmış, bu nedenle, anlık esen her duygu fırtınasında savrularak, zarif bir şekilde “hassasiyet” olarak adlandırılan duygularının avı haline gelmişlerdir. böylelikle uygar kadın, sahte nezaketle öylesine zayıflamıştır ki, ahlak bakımından, neredeyse doğanın içine bırakıldıklarında bulunacakları durumdan daha kötü bir duruma gelmiştir. her daim huzursuz ve kaygılı, öfkeli hassasiyetleri sadece kendilerini rahatsız hissetmelerine yol açmaz, onları başkalarının gözünde de, yumuşak bir ifadeyle söylersek, baş belası haline getirir. bütün düşünceleri, duyguları harekete geçireceği hesaplanan şeylere yönelmiştir. ve mantıkla hareket edecekleri yerde duygularıyla hareket ettiklerinde, davranışları tutarsız, fikirleri mütereddittir. tereddütleri bir konuyu enine boyuna inceleyip kafa yormalarından ve ileri görüşlülüklerinden değil, fakat birbirine tezat duygularından kaynaklanır. birçok meşgalede düzensiz bir gayret göstermelerine rağmen, bu gayretleri hiçbir zaman azim ve sebata dönüşecek kadar konsantre değildir ve çok geçmeden tükenir. sonunda çabalamaktan yorgun düşerek, veya mantığın hiçbir zaman önem atfetmediği herhangi başka kısa süreli bir tutkuyla karşılaşarak, nötr hale gelirler. zihnin işlerliğinin, arzuları kızıştırmaya yöneltmekten ibaret olması ne kadar da zavallıca! onları güçlendirmek ile kızıştırmak arasında kesin bir ayrım olmalı. arzuları şımartılmışken, buna rağmen muhakeme yeteneği biçimlendirilmemişken, bunun sonucunda nasıl bir şeyin ortaya çıkmasını bekleyebiliriz ki? şüphesiz, delilik ve budalalığın bir karışımı!"
– mary wollstonecraft, a vindication of the rights of woman, 1792