EKONOMİ 28 Ağustos 2024
5,9b OKUNMA     150 PAYLAŞIM

Filozof John Rawls'un Meşhur Sosyal Adalet Prensibi Nedir, Neyi Savunur?

1921-2002 arası yaşayan filozofun en ünlü işini, A Theory of Justice'i kısaca açıklayalım.

liberallerin, "biz insanlar özgür olsun istiyoruz, kendi hayatlarına hükmedebilsin, kendi isteklerini yerine getirebilsin istiyoruz, eşit özgürlük istiyoruz ama hep de bir yerlerden eşitsizlik çıkıyor... acaba bu eşitsizlikleri nasıl meşru gösteririz; acaba ne yapmalıyız" sorusuna verilen, demokratik-liberal bir yanıttır john rawls. baltimore'da doğmuş olan harvardlı sosyal bilimcinin adalet teorisi, günümüzde en çok pohpolanan ve uygulamaya konulmuş adalet teorisidir...

rawls'in teorisi öyle bir teoridir ki, liberallerin bu teoriyi sevmemesi mümkün değildir... çünkü her insanın belirli şartlar dahilinde kendi kendine düşünce egzersizi yaparak bu adalet prensiplerine ulaşabileceğini iddia eder. yani gücünü dinden, ya da "insanın doğası" gibi abidik gübidik nereden geldiği belirsiz empirik olamayan varsayımlardan almaz...

rawls'in teorisi öyle bir teoridir ki, hem eşitsizliğin yanındadır, hem de toplumun en fakirlerin, en dezavantajlı olanların, toplumun en itilmişlerinin yanındadır... zaten rawls'a göre eşitsizlikler ancak ve ancak toplumun en dezanatajlı durumda olanların durumlarını daha iyileştirirse adildir...

rawls'in teorisi öyle bir teoridir ki, yayımlandığı 1971 yılından bu yana hep konuşulmuş; bir tarafta locke, rousseau, hobbes (hatta kant) gibi toplumsal sözleşme kurallarını kullanmış; bu toplumsal sözleşmeleri analitik bulmayanlara karşı hemen oyun teorisi ve rasyonel seçim teorilerini kalkan yapmış; bir taraftan faydacılara (utilitarianışm) saldırmış, ama saldırırken mill'in bile kabul ettiği esaslar kullanmıştır... sonra 2 satırdan oluşan ve lexicographical şekilde okunması gereken teorisinden 600 sayfalık bir kitap (a theory of justice) yazmış; üstüne bu teorinin nasıl uygulandığını göstermek için de yine bir o kadar kalın olan political liberalism kitabını yazmıştır...

rawls'i okurken dipnotların detaylarını, amartya sen olsun harsanyi olsun ile yaptıkları rational choice tartışmalarını, rawls'in verdiği literatürün detaylarını okuyup da hayran kalmamak mümkün değildir... zaten bu çalışma rawls'u 20. yüzyılın en çok anılan sosyal adalet teorisyeni yapacaktır... amaaaaaaa eğer kendinizi bu derin akademik çalışmadan alabilir de sosyal adalet presiplerinin detaylarına bakarsanız; o zaman rawls'in da tüm liberal adalet teorileri ile aynı yerde tıkandığını görürsünüz...

nedir rawls'in bu kadar meşhur sosyal adalet prensibi?

efendim, eğer işi basit olarak özetlemem gerekirse şudur. rawls;un 2 prensibi vardır. ikinci prensip kendi içerisinde ikiye ayrılır 2a ve 2b diye... bunlar lexicographical bir şekilde okunmalıdır. yani 1. prensip 2. prensipe göre önceliklidir... 2a da 2b ye göre önceliklidir... bu prensipler şöyledir:

1) herkesin eşit hakka ve en geniş şekilde tanımlanmış temel özgürlüklere sahip olması gerekir.

2) sosyal ve ekonomik eşitsizlikler ancak aşağıdaki durumlar sağlanırsa adildir; 2a) bu eşitsizlikler herkesin yararına olursa ve 2b)kurumlarda (eşitsizlik yaratan siyasi) makamlar herkese açık olursa...

işte budur... budur ama bundan 600 sayfalık 2 kitap nasıl çıkar demeyin çıkar. çünkü rawls bize teker teker bu iki prensibin nasıl kullanıldığını, anayasanın nasıl hazırlanması gerektiğini, vatandaşların nasıl buna itiraz etmesi gerektiğini vesaire uzun uzadıya anlatır... hatta sonraki çalışmalarında uluslararası ilişkilerde adalet kuramını yine bu iki prensibi temel alarak kurar...

peki rawls bu iki prensibi nerden çıkarmıştır?

rawls bu iki prensibi (kıçından) atmadığını; ve rasyonel bir şekilde düşünen ve kendisini başlangıç pozisyonuna koyan (original position diye bilinir) ve bir 'cehalet örtüsü' (veil of ignorance diye bilinir) altında düşünen herkesin aynı sonuca ulaşacağını söyler... peki nedir bu başlangıç pozisyonu ve cehalet örtüsü...

efendim, bir adalet teorisi yaratıyorsanız, bunun doğruluğunu insanlara kabul ettirmeniz gerekir... bazı teoriler başlangıçta bazı varsayımlar yapar ve tümdengelim esasına göre sonuçlar üretir: bu durumda siz ne yaparsınız; tabi ki varsayımlara saldırırsınız... bazıları otomatik olarak din'e anayasa'ya vesaire atıfta bulunur; ama o zamanda dinin ya da anayasanın adil olup olmadığını sorgularsınız... bazıları (örneğin toplumsal sözleşmeciler yani hobbes, kant, locke ve rousseau) bunun yapılmış (tarihsel ya da hipötetik bir şekilde) bir sözleşme olduğunu söylerler... o zaman da tarihsel bir sözleşme beni niye bağlasın (hobbes'a karşı) ya da sözleşmenin oluşmasında unsurlar sübjektiftir beni bağlamaz (hepsi) gibi şekilde itiraz edersiniz... ama bakın rawls ne cinlikler yapmaktadır...

rawls der ki, "ulan şimdi size ne adildir ne değildir diye sorsam, oturup en çok işinize yarayan durumu adil, yaramayan duruma da adaletsiz diyeceksiniz" der... o yüzden sizi başlangıç posizyonuna götürür... burda bir cehalet örtüsü altında size bir iki soru sorar... cehalet örtüsü demek, bu soruları düşünürken kendiniz, toplumdaki yeriniz, cinsiyetiniz, mali durumunuz, vs... hakkında hiçbir şey bilmediğiniz anlamına gelir... sorular ise "temel haklar ve özgürlükleri nasıl dağıtalım" etrafında dönen sorulardır... rawls burda sizden bencil olmamanızı, başkalarının varlığını bildiğinizi ama onlarla koalisyon yapamayacağınız falan söyler... ve rawls der ki: "işte arkadaşlar bu durumda kimse gidip de karını maximum yapmak istemez; herkes maximin yapmak ister." maximin demek, toplumdaki en kötü durumda olanların durumunu maximuma çıkarmaktır... yani insanlar cehalet örtüsü altında riskten kaçınmak isterler; toplumda en kötü durumda olabileceklerini varsayarak... ve de adım adım rawls size o tepede saydığım iki prensibi gerek mantık, gerek aristocu, gerek kantçı, gerek rational-choice merkezli yaklaşımlarla gösterir...

peki rawls haklı mıdır?

efendim bence kendinizi cehalet örtüsü altına koyun ve kendiniz görün... bence haksızdır; bunun da çok ciddi nedenleri vardır... kendimce kısaca özetleyeyim ki siz okurları daha fazla sıkmayayım:

(hata 1) rawls'un başlangıç pozisyonundaki insanların verdiklerini sandığı kararlar; tamamen burjuva kararlarıdır... burjuva toplumunun korkusunu ve rawls'in teleolojik görüşlerini içerir... rawls herkesin aynı kararlara varacağını varsaymış ama bunu gösterememiştir... zaten bu empirik bir sorudur.

(hata 2) oyun-teorisi kullanarak yaptığı açıklama iki nedenle hatalıdır: birincisi zaten o iki prensibe varmamızı sağlayan mantık; rawls'in başlangıç pozisyonundaki insanlar üzerinde yaptığı varsayımlara dayanmaktadır... sonuç varsayımlar tarafından şekillendirilmiştir (bu varsayımlar yok insanlar bencil olmayacak, başkalarının pozisyonlarını da bilmeyecek, beraber karar vermeyecek; işbirliği yapmayacak vesairedir)... ikincisi ise harsanyive amartya sen aynı varsayımları kullanarak farklı sonuçlar çıkabileceğini rational-choice metodlarıyla göstermişlerdir...

(hata 3) diyelim ki rawls haklı; ve herkes başlangıç pozisyonlarında aynı kararaları veriyorlar... ama bu, bu insanların bu adaet teorisine göre yaşamalarını gerektirmez... aksine günlük hayatta herkez kendi kişisel adaletsizliklerini görür onlarla yaşar. ancak rawls objektif olayım derken, insanların bu öznel (sübjektif) durumlarını bir tarafa koymuş; orada unutmuştur...

peki durup dururken neden rawls?

efendim rawls'in günümüzde bu kadar el üstünde tutulması aslında çok ciddi sosyolojik bir sorunun da parçasıdır... o da insanların, akademide bile, kendilerine yabancı olan bilgiye, bilmediklerine duyduğu saygının; ve karmaşık olanın daha doğru olduğuna dair duyulan tuhaf bir inancın kölesi olduklarını gösterir... rawls yeni bir şey dememektedir... ancak bunu yaparken oyun-teorisi kullanmış olması; karmaşık kavramlarla eski literatürü kendince çürütmüş olması çok çok saygı görmüştür akademik çevrelerde... hele saf kantçı bir mantıktan türeyen bu teori bir de anglo-sakson liberal değerlerini savunmuyor mu? rawls'in 20. yüzyıla adını geçirdiği zamandır...

bazıları rawls'in radikal olduğunu, eşitlikçi sosyalist falan olduğunu da söyler... ama tüm sosyalistler ve rawls bunu reddeder... bu sadece rawlsin pazarlanışının bir parçasıdır... ama bütün bunlar bir tarafa, bıraktığı eserler okumaya değer; yaptığı analiz eleştirmeye değer bir eserdir...

habermas'ın adalet üzerine yazma nedenidir rawls... birçok solcu'nun harvard'a az da olsa saygı göstermesinin nedenidir baltimore'lu john rawls...