Geçmiş ve Geleceğe Yolculukla İlgili Ufkunuzu Uzay-Zamanda Büküp Geri Verecek Bir Yazı
tüm insanlık tarihi boyunca bizler, mutlak zamana inandık. ---yani, her olay "zaman" denilen bir sayıyla benzersiz bir şekilde tanımlanabilmeli ve doğru çalışan bütün saatler, evren'in neresinde ve hangi koşullarda olursa olsun aynı olmalı bir birleriyle örtüşmeliydi.
newton'un evren'in çalışma sistemini formüllere dökerek, evren'le aynı dili konuşmamızı sağlayan kanunlarıda mutlak zaman temeli üzerine kurulmuştu. ta ki bir gazetede bürosu'nda adı henüz duyulmamış bir memurun çıkıp "ışık hızının -nasıl hareket ederse etsin- her gözlemciye göre aynı olduğununu" söylediği zamana kadar.bu adam tüm fizik kanunlarını kelimenin tam anlamıyla donundan salladı. hemde son damlasına kadar.
birkaç hafta sonra "henri poincare" benzer bir tezi savunundu, ve bu olay bu gazete çalışanının biraz daha ciddiye alınmasını sağladı. sonra da bu gazete çalışanının önünü alamadılar.
amerika yerlileri, kolomb gemileri kıyıya yanaştırana kadar gemileri görememişlerdi.
yerliler daha önce hiç gemi görmediklerinden, gemiler kıyıya yanaşana kadar farkına varmadılar.
evren'in biz insanlara düşünmeyi yasakladığı olguları, insan mantığının ötesinde bir düşünce yapısına sahip olan bu gazete memuru kavrayabildi, evren'de dolaşan bu gemileri gördü.
fakat ne acındırki insanlığa anlatamadı. mantığımız almadığı için, gemiler burmuzun dibine gelene kadar bunu göremedik. bu adamın teorisi aradan 100 yıl geçtikten sonra kanıtlanabildi.
bu gazete memuruna bir isimle seslenmek isterseniz " albert einstein" demeniz yeterli olacaktır.
sihirli cümlemiz "ışık hızının -nasıl hareket ederse etsin- her gözlemciye göre aynı olması". peki ne anlama gelir bu cümle?
herkesçe daha anlaşılabilir olması için teknik detaylara olabildiğince girmeyip, geleneksel yöntemler ve somut basit detaylarla anlatacağım.
sarsılmadan sabit hızla ilerleyen bir trende, kapalı bir tabutun içinde olduğunuzu düşünün, - ---subliminal bir mesaj vermiyorum, rahat olun lütfen sadece basit bir deney yapıyoruz.
tren sarsılmadan yol aldığından hareketsiz olduğumuzu söyleyebiliriz. kurşun hızında ilerleyen dünyamızın üzerinde hareketsiz durduğumuzu düşündüğümüz gibi.
trende birinin basketbol topunu zıplattığını düşünün; zıplayan top aynı noktaya bir saniyelik aralıklarla çarpıyor olsun. bu kişi için topun bir saniye aralıkla çarptığı yerin uzaysal aralığı sıfırdır.(yatay)
treni saatte 72 km hıza çıkaralım. hareket halindeki trenin içinde topu tekrar zıplatalım.
topu zıplatan kişi için topun bir saniye aralıkla çarptığı yerin uzaysal aralığı yine sıfırdır.(yatay) ancak rayların kenarında duran biri için topun zıplama aralığı yaklaşık 20 metredir.
çünkü tren iki çarpma arasında yani 1 saniyede bu kadar yol alır. mesafe ve hız gözlemciye göre su götürmez bir şekilde değişir ki newton amcamızın savunduğuda buydu. newton'a göre, her iki gözlemci de kendilerinin hareketsiz konumda olduklarını söyleyebilir ve her ikisinin de görüşü aynı ölçüde kabul edilebilirdir.
şimdi aynı deneyi ışık ile yapalım
aynı şekilde, trendeki gözlemci bir el feneri yaktığında, trendeki ve yerdeki gözlemci için ışığın kat ettiği mesafe farklı olacaktır. lise dönemlerinden kalma herkesçe bilinen bir hız denklemini hatırlayalım.
(mesafe)=(hız)*(zaman)
mesafe; hız ile zamanın çarpımına eşittir.
öyleyse ışık hızının, gözlemci hangi yöne hareket ederse etsin aynı kalması gerekiyorsa. nasıl olurda ışığın iki gözlemci için aldığı mesafe farklı olabilir ? - bu durumda ışık hızı kendi limitini aşmış olması gerekmiyor mu? - işte klasik fiziğin babası newton ve tüm insanlığın yanıldığı konu tam olarak bu olaydı.
einstein dayımızın sihirli cümlesi, işte tam bu noktada devreye girdi "ışık hızının -nasıl hareket ederse etsin- her gözlemciye göre aynı olması" yani ışık hızı sabitti ve iki gözlemciye görede değişmemişti. peki ışık hızı gözlemcilere göre değişmiyorsa, mesafe değişikliğine sebep olan neydi? -geriye kalan tek etken yani "zaman" denen unsurun her bir gözlemci için farklı ilerlemesiydi.
trenin içindeki gözlemci, dışardan izleyen gözlemciye göre zamanı yavaşlatmıştı.
zaman trenin içinde yavaş ve trenin dışında hızlı akmıştı.
“newton mutlak zamana inanıyordu. yani, iki olay arasındaki zaman aralığının kesin olarak ölçülebileceğine, iyi bir saat kullanılması koşuluyla her kim ölçerse ölçsün, aynı sonuçlara varılacağına inanıyordu.” ama tarihi bir hata yaptı. ve tüm fizik kanunlarını bu hataların üzerine kurdu.
einstein'a göre gözlemciler ışığın kat ettiği mesafe konusunda anlaşmazlığa düşerlerse, ışığın hızı konusunda anlaşabilmelerinin tek yolu, bu yolculuğun yapıldığı zaman konusunda da uyuşmamalarıdır. başka bir şekilde söyleyecek olursak, görelilik kuramı mutlak zaman düşüncesinin sonunu getirdi. --- ve zamanda yolculuğun kapılarını, üzerimize ince bir ışık süzecek kadar araladı.
geleceğe yolculuk yapmak mümkündür
yani görelilik kuramı bizi zamanda ileriye sıçratacak bir zaman makinesi yaratmanın mümkün olduğunu,su götürmez bir gerçeklikle ispatlıyor. günümüzde bunu yapabilecek teknolojiye sahip değiliz, ancak bu sadece bir mühendislik sorunu; bilim insanları bunun yapılabileceğini biliyor.
geleceğe dönüş
görelilik kuramına göre zaman ve uzay bağlantılıdır. tıpkı siyam ikizleri gibi. bu yüzdendir ki bu bileşik olguya uzay-zaman deriz. kütle nasıl uzayı bükebiliyorsa, kütle çekimide zamanı büker ve yavaşlatır. --yani zaman, oyun hamuru gibi uzayıp kısaltılabilen bir olgudur.
kütle çekimi (yer çekimi) veya hız zamanı değiştirme gücüne sahiptir.
görelilik kuramında eşsiz bir mutlak zaman yoktur; bunun yerine her bireyin bulunduğu yere ve hareket edişine bağlı kişisel zaman ölçüleri vardır.
olabildiğince anlaşılır olabilmesi için zaman yolculuğu yapmadan önce, teknik detaylardan en uzak şekilde kütlenin uzayı nasıl büktüğüne değinelim.
kütlenin uzayı büktüğünü muhtemelen duymuşsunuzdur.nasıl büker, nereye büker, hayal edemiyor olmanızın sebebi sadece duymuş olmanızdan. önce kütlenin uzay zamanı nasıl büktüğünü basit bir deneyle görelim.
buradaki, çember üzerine gerilmiş branda uzayı, yani boşluğu temsil ediyor.uzayda kütlesi büyük olan cismin, küçük olanı nasılda kendine çektiğini görüyorsunuz.
sonsuz evrende bir kum tanesi kadar küçük kalan güneş sistemimiz bu çemberdeki branda olsun.
güneşi merkeze koyduğumuzda, dünyayı kendine araba farına yapışan bir sinek gibi yapıştıracaktır.
güneşin yoğunluğu dünyanın yoğunluğunun 1/4 ’ü kadar olmasına rağmen, ağırlığı dünyamızın 333.000 katı kadar. güneşin büyüklüğü düşünülünce uzayda sinek tabiri, devede kulak atomu kalır.( yeni bir deyim oluşturduk galiba)
peki neden güneş'e doğru düşmüyoruz?
buraya kadar gelmişken bu soruya cevap vermeden zaman yolculuğu yapmak olmaz.
kendi etrafında dönen cisimler bir momentum üretir.şahane bir merkez kaç kuvveti.
hayal edebilmek için önce buraya bakalım
kütlenin dönmesi sonucu oluşan merkez kaç kuvveti,yerçekimine nasılda meydan okuyor görüyorsunuz.
dünyanın kendi etrafında dönmesi, merkezden kaçmak isteyen bu kuvveti oluşturuyor. ama nekadar kaçmak isterse istesin uzayı büken güneşin kütlesi, dünyamızı kendine doğru çekiyor. bu 3 kuvvetin etkisinde kalan minik dünyamız, sonsuza kadar sürmeyecek olan bir kısır döngü içinde. güneşin etrafında dönüyor.
peki bu üçüncü kuvvet nedir?
uzayda 3 aşağı 5 yukarının pek lafı olmadığından en basit tabirle. tüm evrendeki kütlesi olan cisimler gibi, dünyada evrenle aynı yönde düşüyor. işte üçüncü kuvvet bu düşme kuvvetinin ta kendisi.
güneş tarafından çekilen,çekilme sonucu kendi etrafında dönerek oluşturduğu merkez kaç ile güneşten kaçmak isteyen ve aynı zamanda düşüş halinde olan dünyamız bu kısır döngü sayesinde,boşluk diye tabir edilen uzayda bize göre duruyor.
aslında tüm evren düşüyor, düşmeyen hiç bir cisim olmadığından referans olarak kullanabileceğimiz bir başlınğıç noktasıda elimizde bulunmuyor. tüm yanılğı bizimle beraber düşen her cismin sabit durduğunu düşünmemizden doğuyor. sonsuz evren'de ne mutlak zaman, nede mutlak sabitlik vardır.
şimdi geleceğe yolculuk yapabiliriz
yer çekiminin zaman üzerindeki kudretli etkisini ölçmek için 1962'de, bir su kulesinin tepesine ve dibine çok duyarlı saatlerle yerleştirildi. kulenin dibine yerleştirilen ve yeryüzüne yakın olan saatin, görelilik kuramına tamamen uygun olarak daha yavaş çalıştığı gözlendi. yeryüzünün değişik yüksekliklerinde bulunan saatlerin hızları arasındaki farklarda yerçekiminin zamanı yavaşlattığının kanıtıdır.
işin eğlenceli tarafı, yerçekimi sadece saatleri değil, zamanın kendisini yavaşlatır.
biyolojik saatlerimiz de zamanın akışındaki değişikliklerden aynı ölçüde etkilenir.
ikizlerden biri deniz seviyesinde kalırken, diğeri yaşamak üzere bir dağın tepesine gönderilsin. dağın tepesinde yaşayan, deniz seviyesinde kalan ikizinden daha hızlı yaşlanacaktır. çünkü; yer çekimi kuvveti uzaklıkla ters orantılıdır. yani biz dünyadan uzaklaştıkça bizlere etki eden yer çekimi kuvveti azalır ve doğal olarak yaklaştıkçada artar.
bir daha karşılaştıklarında ikizlerden biri diğerine göre daha yaşlı olacaktır. boşuna demiyoruz deniz kenarında yaşayın diye. ama paniğe kapılmayın yaş farkı azdır.
ışık hızına yakın bir hızla yol alarak uzun bir yolculuğa çıkıp dönmeniz, paniğe kapılmanız için güzel bir sebep. çünkü dünyada tanıdığınız, arkadaşlık ettiğiniz hiç bir insanın yaşamadığını görünce, yapılması gereken en güzel tepki paniğe kapılmaktır.
yer çekimi gücünü kullanarak zamanı yavaşlatmak, yani geleceğe gitmek daha pratik bir yöntemdir. ışık hızına yakın bir hıza ulaşmanızı sağlayacak roketlere ihtiyaç duymayız.
bize öyle devasa kütleli bir gezegen lazım ki, yerçekimi gücü bizi bir kaç saat içinde yüzlerce yıl ileri sıçratsın.
tam bu noktada samanyolu galaksinizin ortasında aradığımızı gücü bulduk. olağanüstü bir yıldız, öyle bir yıldız ki çekim kuvveti bizi saatler değil, saniyeler içinde binlerce yıl ileri sıçratabilir. tam olarak karşımızda duruyor. uzay gemimizle bu olağan üstü varlığın yerçekimi etkisine kapılmayacak bir şekilde ona bakıyoruz. fakat ne acıdır ki çıplak gözle göremiyoruz. çünkü karşımızdaki çöken bir yıldız, yer çekimi öylesine kuvvetliki merkezine doğru çökmeye başlamış ve giderek küçülüyor. karanlığın kendisinden daha karanlık. bu bir kara delik, tamda galaksimizin ortasında. güneşimizden milyonlarca kat büyük ve parlak olmasına rağmen, yanıbaşımızda bekleyen yıldızı göremiyoruz.
çünkü cismin görülebilir olmasının temel kuralı, ışığı yansıtabilmesidir. bu kara deliğin çekim kuvveti o kadar güçlü ki ışık bile yer çekiminden kurtulamıyor. dünyamızda havaya atılan taşın bir süre sonra yere düşmesini sağlayan yer çekimi, kara deliklerde aynı etkiyi ışık için yapıyor. (“1783te, cambridge'te öğretim üyesi olan john michelle saygılarımızı sunuyoruz)
ışık parçacıkları bir süre uzaklaşıyor ama kara deliğin yerçekimi, ışık parçacıklarının yıldızı terketmesine izin vermeyip geri düşmesini sağlıyor. ışığın yıldıza tekrar dönüş yaptığı bu noktaya, kara deliğin olay ufku deniyor. ışık bile kara deliğin çekiminden kaçamadığından, kara deliği görmemiz için gereken ışık yansımasıda gerçekleşmiyor. zaten bu yüzden kara delik diyoruz ya.
x-ışınına ve gama ışınlarına odaklanmış olan hubble uzay teleskopu’na ve diğer teleskoplara minnettarız. onlar olmasaydı varlığından dahi haberimiz olmayabilirdi. hubble teleskobu sayesinde, uzayın tek bir küçük bölgesinde bin beş yüz kara delik saptadı”
karşımızda duran kara deliğe, uzay gemimizle yaklaştığımızı düşünelim (yer çekimi etkisine girmeyecek şekilde) yıldızın merkezine sabit bir uzaklıkta dönmekte olan uzay gemisinden bir astronot ayrılıp, kara deliğin olay ufkundan içeri girdiğini varsayalım. etkisi altına girdiği yer çekimi, astronotun zamanını olağan üstü bir şekilde yavaşlatır. astronot merkeze yaklaştıkça bu etki artar hatta öyle artar ki astronot için içerde geçirdiği bir saniye, olay ufkunun dışındaki uzay gemisi ve içindekiler için sonsuz bir bekleyiş olabilir.
tabi bu senaryo tümüyle gerçekçi değil, çünkü bir sorunu var. yıldızdan uzaklaştıkça kütleçekimi zayıflar. -bunu göze alan çılgın astronotumuzun ayaklarını etkileyen kütleçekimi kuvveti, başını etkileyenden her zaman daha güçlü olacaktır. kuvvetler arasındaki bu fark onun ya bir spagetti gibi uzamasına yol açacak, ölümü kendi için mikro saliseler sürsede, uzay gemisinde bekleyen bizler için yıllar alacaktır.
zaman makinesinin aynı zamanda uzay gemisi olması sizi şaşırtmamalı, çünkü daha öncede bahsettiğimiz gibi, görelilik kuramına göre zaman ve uzay bağlantılıdır. yapmanız gereken tek şey, ışık hızına yakın bir ivme kazanan uzay gemisinde bir süre turlama. makineden dışarı çıktığınızda, dünya'da geçen zaman, sizin için geçen zamandan çok daha uzun olacaktır. geleceğe hoşgeldiniz.
peki, sevdiklerimizi özlersek yada geleceğe ayak uyduramayarak kadar dinozor olduğumuzu düşünürsek. ve geri dönmek istersek ne olacak? zamanda geçmişe gidebilir miyiz? tabiki gidebiliriz.
yer çekimi ve hızın zamanı yavaşlattığını anladık. peki neden yavaşlattığını biliyor musunuz?
geçmişe dönüş zaman makinemizi yapmadan önce bu konuyada kısaca değinmemiz gerek
ilk yaptığımız tren deneyindeki tabuta ihtiyacımız var, güzel tabutumuzu daha fantastik bir deneyde kullanmak istiyorum. bakalım neler olacak.
boş uzayda bu konforlu tabutumuzun içinde olduğunuzu düşünün. kütleçekimi yok, "aşağı" yok, "yukarı" da yok. özgürce boş uzayda yüzüyorsunuz.
şimdi tabut sabit bir ivmeyle hareket etmeye başlasın. birden ağırlığınızı hissedersiniz. yani, size tabutun tabanıymış gibi gelen tarafa doğru bir anda çekildiğinizi hissedersiniz.
bir bakıyorsunuz ki tren deneyinde kullandığımız basketbol topuda tabutun içinde bizimle beraber uzayda seyahat ediyor. (beş kişilik bir tabuttan söz ediyoruz, islama uygun bir tabut. bir koca ve dört eş için tasarlanmış, yani gayet geniş.)
elimize aldığımız basketbol topunu, tabutun içinde bıraktığımızda yere düşer. aslında, ivme kazandığınız için tabutta olanlar, tabut hiç hareket etmediği kütleçekimi alanı içindeyken olanlarla tıpatıp aynıdır. --yani giderek hızlanan tabut sanki uzayda boşluğunda değil, dünyada mütevazi evimizin bahçesinde sabit duruyormuş gibi bir etki altına girer.
tabutu bahçenize çıkarıp içine girin ve kapağını kapatın, o an yaşadığınız his, uzay boşluğunda ivmeli bir hareket yaparak ilerleyen tabutun içinde yaşadığınız hisle aynı alacaktır.
(bunu yaparken eğer yakalanırsanız, bahçede kendinizi tabuta kapatmanızın gerekçesini lütfen görelilik kuramı test ediyorum diye açıklamaya kalmayın zaten anlatsanızda anlamazlar, deliyim ben kafayı yedim demek daha az uğraştırıcı bir açıklama olur)
gözlerinizin parlar gibi olduğunu görüyorum, konuyu nereye getirmeye çalıştığımı anlıyorsunuz. tabutun içindeyken ivme kazanarak hareket ediyor musunuz, yoksa bir gezegenin kütleçekimi alanının içinde mi duruyorsunuz, söyleyemezsiniz.--- einstein'ın fark ettiği de buydu işte arkadaşlar ve bu farkındalığın hemen ardından eşitlik ilkesini buldu.
einstein'ın eşitlik ilkesini ve nihayetinde genel görelilik kuramını oluşturmak için
ivmelenen kütle ile yerçekimine maruz kalan bir kütlenin eşitliğini kullanmıştı.
ikiside aynı şeylerdi, aynı etki.
yani yapay yerçekimini, hızlanan bir kütle ile oluşturabiliriz. yer çekimi zamanı yavaşlatıyorsa, bir kütlenin artan bir hızla ilerlemeside, kütle içindeki zamanı yavaşlatır.( hızı artarak ilerleyen bir uzay gemisinin, içindekiler için zamanın yavaşladığının kanıtı)
stephen hawking reisten basit bir örnekle bunu iyice pekiştirelim
“uzayda bir roket düşünün. kolayca anlaşılması açısından bu roket öyle uzun olsun ki, ışığın geminin en tepesinden en altına ulaşması bir saniye sürsün. ve de geminin tavanında ve zemininde, birbirinin aynı saatleri saniyede bir tıklayan iki gözlemci olsun.
geminin tavanında bulunan gözlemcinin, saati tıklar tıklamaz zemindeki gözlemciye bir ışık sinyali gönderdiğini düşünün. tavandaki gözlemcinin saati bir daha tıkladığında aynı şekilde ışık sinyali göndersin. bu durumda her sinyalin yolculuğu bir saniye sürecek ve zemindeki gözlemci tarafından alınacaktır. tavandaki gözlemci bir saniye arayla iki sinyal gönderdiğine göre, zemindeki gözlemci de bir saniye arayla iki sinyal alacaktır.
şimdi de roketin ivme kazandığını düşünelim. (ivme yavaş olsun ki ışık hızına erişmeyelim!) roket yukarı doğru hareket ettiğine göre, ilk sinyalin aldığı mesafe bir öncekine göre daha kısa olacaktır ve bir saniyeye yakın bir sürede gözlemciye ulaşacaktır. roket sabit bir hızda hareket ediyorsa, ikinci ışık sinyali de tam olarak aynı sürede gelecek ve böylece iki sinyal arasındaki süre yine bir saniye olacaktır. ancak ivme yüzünden roket ikinci sinyal gönderildiği sırada daha hızlı hareket etmeye başladıysa, ikinci sinyalin alacağı mesafe ilk sinyalden daha da kısa olacak ve zemindeki gözlemciye ilk sinyalden daha da kısa sürede ulaşacaktır. bu nedenle zemindeki gözlemci sinyaller arasında bir saniyeden daha kısa bir süre ölçecek, bir saniye arayla iki sinyal gönderdiğini iddia eden tavandaki gözlemciyle ters düşecektir.”
stephen reis özetle diyor ki; yer çekimi zamanı yavaşlatıyorsa, einstein'ın eşitlik ilkesinden yola çıkarak, evren'de hızlanarak ilerleyen kütle içindekiler içinde zaman yavaşlar.
yer çekimi, hızlanan bir kütleyle aynı etkiye sahip.
bunu tabut örneğinde anlamış olmamız lazım değil mi? yoksa bahçedeki tabutun içinden halen çıkmadınız mı? sizi suçlayamam, o hissi yaşamak için milyon dolarlar döken insanlar var.
o zaman eşitlik ilkesine göre stephen reisin örneğinin aynı durumunu, yerçekimi alanında duran bir rokette de uygulanabileceğini biliyoruz.
yani roket yeryüzündeki fırlatma kızağında dururken, tavandaki gözlemci (kendi saatine göre) bir saniye arayla sinyaller gönderdiğinde, zemindeki gözlemci (kendi saatine göre) sinyalleri daha kısa aralıklarla alacaktır.
yerçekimi etkisini daha fazla hisseden tabandaki gözlemci için zaman yavaşlayacaktır.
geleceğe gitmek için uzay gemisi yolcumuzu törenle dünyadan uğurladığımızı düşünün. yolcumuzun arkasından bakıp geleceğe gitmesini bekliceğiz. sanki sihirli bir kapıdan geçip geleceğe ulaşacakmış düşüncesiyle, biz geleceği yaratmazsak yolcu nasıl geleceğe gidebilir ki.
keremin dağları delmesini bekleyen aslı gibi bekleyeceğiz. yolcumuz ise uzay gemisinde çayının demlenmesini bekleyecek. yıllar boyunca onlarca kerem gelip geçecek, dağ delinip aslısına sarılınca kerem. uzay yolcumuz az önce demlediği çaydan bir yudum alıp, tek derdi aşk olan çiftimizi seyre dalacak.
toplamda iki bardak çay içtiğimize göre, kendinize bir fincan kahve alın devam edelim. geçmişe dönüş gayet mümkün ama çetrefilli olacağından.
wight'in genç leydisini duymuşsunuzdur, bir şiirle başlamak istiyorum.
“wight'in genç leydisi
ışıktan hızlı gidebilirdi.
bir gün gitti
ama farklı bir yoldan.
ve gitmeden önceki gece geri döndü.”
geçmişe dönmenin birkaç yöntemi vardır. ilk yöntemle başlayalım
geçmişe dönebilmek daima bir bilim kurguydu. ta ki 1949 tarihine kadar ilk işaret 1949'da, kurt gödel, einstein'ın denklemlerine yeni bir çözüm keşfettiğinde geldi; genel görelilik kuramı yeni bir uzay-zamanı olanaklı kılıyordu. ilginç ve en azından bir o kadarda dahi biridir "gödel" “gödel. bütün doğru hesaplamaların doğruluğunun kanıtlanamayacağını kanıtlayan matematik ustası bir beyin.
einstein'la birlikte princeton'daki yüksek araştırma enstitüsü'nde beraber zaman geçirdiler
genel görelilik kuramında uyguladığı matematik hesapları ile einsteinı şaşırttı.
işin tekniğine ve matematik formüllerine girmeden, hepsini aynı potada eritirsek işin özeti;
gödel'in uzay-zamana uyguladığı matematiksel etkisi şöyledir: ---dünya'dan çok uzaklara yolculuk edip geri geldiğinizde, yola çıktığınız zamanın öncesine dönmeniz mümkündür.
ayrıca einstein'ın görelilik kuramını araştıran bilimciler, genel göreliliğin olası saydığı diğer uzay-zamanların geçmişe yolculuğa izin verdiğini buldular.
zaman ve uzay bağlantılı olduğunu daha önce dile getirdik. o zaman, zamanda geriye yolculuk sorusunun, ışıktan hızlı yolculuk yapabilir miyiz, sorusuyla yakından bağlantılı olması sizi şaşırtmamalı dostlar. zaman yolculuğunun ışıktan hızlı yol almayı gerektirdiğini su götürmez bir gerçek. yolculuğunuzda zamanda geri gitmekle, bütün yolculuğu dilediğinizce kısa bir zamanda yapabililmek aynı şeydir. sınırsız bir hızda yolculuk yapabilirseniz bu durum tersine de işler. --yani sınırsız bir hızda yolculuk yapabiliyorsanız, zamanda geriye de gidebilirsiniz.
yalnız küçük bir sorun var, ışık hızından hızlı gitmemiz gerek. ışık hızından hızlı yolculuk yapabilir miyiz?
imkansız demek istemiyorum, kullanmak istediğim cümle şu an için mümkün görünmüyor.
-peki neden?
hepimizin bildiği, einstein dayımızın formülünü hatırlayalım. emc2 (e enerji, m kütle ve c ışık hızı) özetle, kütle ve enerjinin eşitliğidir basketbol topumuzun kütlesini, ışık hızının karesi ile çarparsak. topun bünyesinde bulundurduğu enerjiyi hesaplamış oluruz.--hiroşima şehrini yok eden bombadaki enerjiye çevrilen maddenin ağırlığı 28,35 gramdan daha azdı.
basketbol topumuzun neler yapabileceğini düşünün. hiç biriniz masum değiliz maalesef.
ışık hızından daha hızlı ilerleyemiyoruz. basit bir örnekle bunu açıklayalım
enerjinin biçimlerinden biri olan hareket enerjisini biliyorsunuzdur, bildiğimiz "kinetik enerji" arabanızı hareket ettirmek için nasıl enerji gerekiyorsa, herhangi bir nesnenin hızını artırmak için de enerji gerekir. hareket halindeki bir nesnenin kinetik enerjisi, onu harekete geçirmek için harcamak zorunda olduğunuz enerjiye denktir. bu nedenle nesnenin hızı çoğaldıkça, daha çok kinetik enerjiye sahip olur.
tabutumuzu aracımızın üzerine bağlayıp aracı harekete geçirlerim. araç hareket enerjisiyle dolmaya başlar. giderek hızlandıralım( e=m*c2'den ) bir kütlenin enerjisi arttıkça kütleside doğal olarak artar. ufak hızlarda hissetmek imkansıza yakın fakat, ışık hızının onda biri kadar hızına ulaşırsak aracın kütlesi, normal halinden yalnızca 0,5 kadar fazladır; ışık hızının yüzde doksanı kadar bir hıza sahip olduğunda aracın kütlesi de normal halinin iki katı olur. doğal olarak iki kat kütleyi hızlandırmak daha zor olacaktır, üstesinden gelinmeyecek bir durum değil.
hızlanma yöntemindeki ana sorun ışık hızına ulaşmaktır. aracımızı ışık hızına ulaştırdığımız an, kütlesi sonsuz olur. - peki sonsuz bir kütleyi hareket ettirebilecek gücü nasıl bulacağız? - bunun içinde sonsuz bir enerjiye ihtiyaç duyacağız. bu nedenle herhangi bir normal nesne görelilikle sınırlı olduğundan, daima ışık hızının altında hareket etmek zorundadır. yalnızca ışık ya da kendine ait kütlesi olmayan dalgalar ışık hızında hareket edebilir. cern'de parçacıkları ışık hızının yüzde 99,99'u oranında ivmelendirebiliyoruz, ancak ne kadar güç kullanırsak kullanalım, ışık hızı sınırını aşmalarını sağlayamıyoruz. tabi şimdilik.-( tabutun bu denklemde işi nedir diye sorarsanız, sadece yanımda götürmek istedim neden orda bırakalım ki)
ışık hızından hızlı bir yolculuk yaparak, geçmişe dönme yöntemini stephen reisten bir örnekle açıklayalım
“diyelim ki, a olayı 2012 olimpiyatlarında yüz metre koşusunun finali olsun, b olayı da proksima erboğa kongresi'nin 100 004. açılışı olsun.( iki gezegen arasında 4 ışık yılı mesafe var dostlar, stephen reis bildiğimizi düşünerek buna değinmemiş) b olayı bir yıl sonra, dünya zamanıyla 2013'te gerçekleşecek diyelim. dünya ve proksima erboğa arasındaki mesafe yaklaşık dört ışık yılı olduğuna göre, bu iki olay yukarıdaki kriterleri doğrular: a olayı b'den önce olmasına rağmen, adan b'ye ulaşmak için ışıktan hızlı gitmeniz gerekmektedir. bu durumda, proksima erboğa'dan bir gözlemci için dünyadan neredeyse ışık hızında uzaklaşmak, olayların oluş düzenini değiştirecektir; b olayı, a olayından önce gerçekleşiyormuş gibi görünecektir. bu gözlemci, b olayından a olayına ulaşmak için ışıktan hızlı yol alınabildiğinde, bunun mümkün olduğunu söyleyecektir. aslında, gerçekten hızlı gidebilirseniz, yarışlardan önce dünyaya geri dönüp, kimin kazandığını bileceğinizden bahis oynayabilirsiniz!”
daha pratik bir yöntem var. hem de ışık hızına ulaşmamız gerekmiyor
uzay-zamanı bükebilirsek, a ve b arasında kestirme bir yol oluşabilir. bunu yapmanın yollarından biri a ve b arasında bir solucan deliği yaratmaktır. adından anlaşılacağı gibi solucan deliği, birbirinden uzak iki noktayı birbirine bağlayabilen ince bir uzay-zaman tünelidir.
mesela everest'din eteğinde duralım, karşı tarafına geçmek için dağın tepesine tırmanıp karşı tarafa doğru inmek yerine, dağın altından bir tünel açıp karşı tarafa geçmek bize mükemmel bir zaman kazandırır. solucan deliğide aynı mantıkla çalışır.
stephen reis diyor ki; “güneş sistemimizin çevresinden proksima erboğa’ya uzanan bir solucan deliği olduğunu ya da yaratıldığını hayal edebilirsiniz. normal uzayda dünya ile proksima erboğa arasındaki uzaklık yirmi milyon kere milyonken, solucan deliğinin içindeki mesafe sadece birkaç milyon kilometre olacaktır. yüz metre yarışlarının sonucunu aldıktan sonra, kongre’nin açılışına yetişmek için bir sürü zamanımız kalacaktır. ancak dünya’ya doğru yol alan gözlemci, proksima erboğa'daki kongre açılışından soma yarışlar başlamadan dünya'ya dönmek için bir başka solucan deliği daha bulabilmelidir. yani solucan delikleri, ışıktan hızlı herhangi bir yolculuk gibi, geçmişe yolculuk yapmanızı da mümkün kılar.”
nathan rosena saygılarımızı sunuyoruz. toprağı bol olsun, tabi yakılıp bir vazoda televizyonun üzerinde beklemiyorsa. solucan deliklerini einstein'la birlikte olanaklı kıldığını anlatan bir makale yazdılar.( einstein-rosen köprüleri)
geçmişe dönüp tarihi değiştirmek mümkün mü, değil mi sorusundan kaynaklanan bir başka tür sorunla karşılaşıyoruz. peki geçmişi değiştirmek neden sorun oluyor?
örneğin, geçmişe dönüp tayyip beyi siyasetten soğutmak isteyebilirsiniz. yada dedenizin babasını öldürmek gibi bir saçmalıkta bulunabilirsiniz. bu paradoksun pek çok biçimi var, ama temelde aynılar: geçmişi değiştirmekte özgür olsaydık çelişkiye düşerdik. zaman yolculuğunun ortaya çıkardığı paradoksların stephen reise göre mümkün olan iki çözümü var.
ilkine tutarlı tarih yaklaşımı diyebiliriz. "buna göre, uzay-zaman geçmişe yolculuğu olanaklı kılacak şekilde bükük olsa bile, uzay-zaman içinde olanlar fizik yasalarıyla tutarlı olmak zorunda. bir başka deyişle, bu bakış açısına göre, tarih zaten geçmişe gittiğinizi ve oradayken büyük büyük büyükbabanızı öldürmediğinizi ya da şimdiki zamana gelişinizin tarihiyle çatışacak bir eylemde bulunmadığınızı söylüyorsa, geçmişe gidemezsiniz. dahası, geçmişe gitmiş olsanız da, kayıtlı tarihi değiştiremeyebilirsiniz, sadece onu izlersiniz. bu bakış açısına göre geçmiş ve gelecek önceden saptanmıştır; istediğiniz şeyi yapmak için özgür iradeye sahip değilsiniz.
elbette özgür iradenin sadece bir yanılsama olduğunu söyleyebilirsiniz. gerçekten her şeyi yöneten eksiksiz bir fizik yasası varsa, tahminen eylemlerimizi de belirliyordur. ancak insan gibi karmaşık bir organizmada bunu hesaplamak bir şekilde olanaksızdır ve kuantum mekaniğine göre belli bir gelişigüzellik gerektirir. yani bu duruma farklı bir şekilde bakabilir, ne yapacağını önceden kestiremeyeceğimiz için insanın özgür iradeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. yine de, eğer insan bir roketle gidip, gitmeden önceki zamana geri dönerse, onun ne yapacağını önceden kestirebiliriz, çünkü yapacakları kayıtlı tarihin bir parçası olacaktır. yani bu durumda, zaman yolcusunun hiçbir şekilde özgür iradesi olmayacaktır.
zaman yolculuğunun paradokslarının diğer mümkün olan yoluna alternatif geçmiş varsayımı diyebiliriz. buradaki düşünceye göre, zaman yolcusu geçmişe gittiğinde, kayıtlı tarihten farklı olan alternatif geçmişe girer. böylece, önceki geçmişiyle uyumlu olmak zorunluluğu hissetmeyeceğinden, özgürce davranabilir. steven spielberg geleceğe dönüş filmlerinde bu düşünceyle eğlenmiştir; filmin kahramanı marty mcfly geçmişe gidip, daha başarılı bir geçmiş yaratmak için anne ve babasının kur yapmalarına müdahale edebilmiştir.”
daha pratik başka bir yöntem daha var dostlar
tüm geçmişe dönme çelişkilerini yok sayan çok basit bir yöntem. kafamızı gökyüzüne kaldırıp baktığımızda, tüm evren'in geçmişini görürüz. güneş tepedeyken birden yok olsaydı, 8 dakika boyunca güneşi aynı yerinde görürdük. -- yani bizler gezeğenin geçmişini izliyoruz zaten.
görmenin temel kuralını hatırlayalım, maddenin ışık yansıtması. gözlerimiz ışık toplayıcı bir organ, gece çekimi yaptığınızda canlıların gözlerinin parladığını görürsünüz. şahane bir organ fakat tasarım ürünü değil. bakterinin birinin ışığa duyarlı hale gelmesini sağlayan bir mutasyonla temeli atılmış.
uzun zamandır ışığı yakalayıp elimizde tutabiliyoruz. fotoğraf makinesi bunun için var.
hatta daha ilerisi tek bir andan öte belli bir zaman parçasınıda yakalayabiliyoruz. kameralarda bunun için varlar. fakat bunların hepsi iki boyutlu.
yakaladığımız ışığı, hologram teknolojisi ile üç boyutlu olarak yansıtabiliyoruz. -- yani geçmişte çektiğimiz bir videoyu, hologram teknolojisi ile yansıtıp içinde gezebiliyoruz. bu konuda japon bilim insanlarına saygılarımızı sunalım.
bizden 4 ışık yılı uzaklıktaki proksima erboğa gezegenini düşünelim. bu gezegene baktığımızda orda yaşanan bir olayı, 4 yıl sonra görebiliyoruz-- yani geçmişini izliyoruz.
peki bu ışığı yakalayıp gelişmiş bir hologram teknolojisi ile bir bölgeye yansıtabilseydik.
4 yıl önce erboğa gezegeninde yaşanan olayı görebilirdik. içerisinde dolaşıp erboğa gezegeninin geçmişi içinde gezebilirdik.
olaylara müdahale edip değiştiremiceğimiz için çılgının biri dedesini öldürmek istese başaramaz hiç bir şekilde tarihi değiştiremezdi. -- tabi ufak tefek teknik sorunları olan bir düşünce --ama ışık hızını geçmekten çok çok kolay.
geçenlerde okuduğum bir makalede tüm evren'in hologram olma ihtimali üzerine çarpıcı kanıtlar öne sürüldü) belki de hepimiz başka bir kara deliğin olay ufkundan yansıyan hologram olabiliriz, tüm evren hologram olabilir.
bizden 70-80 ışık yılı uzakta bir gezegen varsa eğer, bizden giden televizyon ve radyo dalgalarını yakalayıp hitlerin konuşmalarını seyrediyor, 80 yıl önceki rock şarkılarıyla coşuyor olabilirler. game of thrones'u 1 yıl bekliyoruz diye üzülmeye gerek yok. -- 81 yıl bekleyecek olan bir yaşamın karşısında komik bir öfke bizimkisi.
aynı gemide yolculuk eden tesadüfleriz arkadaşlar, dönüşüyor ve yaşam virüsünü evrene yaymaya devam ediyoruz. aranızdan bir dahi einstein'ın araladığı kapıyı sonuna kadar açıp, bizi geleceğe taşıyana kadar beklemeye mecburuz.