KÜLTÜR 31 Ocak 2019
52,5b OKUNMA     691 PAYLAŞIM

Hiçbir Modern veya Antik Dille Bağlantısı Bulunamamış İzole Dil: Sümerce

MÖ 4000 yılından MÖ 2000'e kadar yoğun bir şekilde konuşulan, Sümerlerin ana dili Sümerce hakkında bilinmesi gereken her şey.

sümerce, dünya dilleri arasında bugün antik veya modern hiçbir dille kesin bir bağlantısı/akrabalığı bulunamamış nadir dillerdendir. yalnızca türkçe ve ural-altay dilleriyle ilişkilendirilebilen ölü bir dildir. ahanda size bu konuda, bu bağıntılar hakkında yazılmış aydınlatıcı, açık ve kolay anlaşılır bir yazı. bir ödev vesilesiyle yazmıştım, kısaltarak veriyorum. sözlük'e hediyem olsun:

mezopotamya’da uygarlığın önemli öncülerinden sayılan sümerlerin konuştuğu ve yazdığı dil sümerce keşfedilişinden günümüze dek çeşitli araştırmalara konu oldu. tartışmaların odak noktası olan pek çok problem vardır elbette ama bunlardan en önemlisi sümerlerin ve sümercenin menşei problemidir. bugün sümerce, yaşayan ve ölmüş herhangi bir dil veya dil ailesiyle kesin bir bağlantısı (akrabalığı) bulunamamış nadir dillerdendir.1800’lü yıllardan günümüze dek bu konuda birçok çalışma yapıldı, akrabalıklar kuruldu, teoriler öne sürüldü fakat hiçbiri genel geçer bir doğru olarak kabul edilemedi. bu teorilerden en çok ilgi ve destek göreni, sümerce ile altay dilleri arasında akrabalık öneren teoridir. bu yazının amacı da bu teoriyi, çıkış noktalarını ve dayanaklarını, tarihi seyrini ele almak, bazı sorunları ve bu teorinin bugün ne ifade ettiğini değerlendirmektir. bilim camiasında genellikle kabul gören fakat bazı çevrelerce tartışma konusu yapılan altay dilleri teorisi geçerli kabul edilmiştir. sümerce ile türkçe arasında akrabalık öneren teoriyi ele almak ve bu dil akrabalığını mantıklı temellere dayandırabilmek için bu gereklidir, zira oluşturulan ortak ses ve sözcük listelerinde türkçe ile aynı kaynaktan geldiği kabul edilen tunguz, moğol ve mançu dillerinden de örnekler yer almaktadır. ural dilleri ve özellikle macarca ile sümerce arasında kurulan benzerlikleri değerlendirebilmek için de yine genelde kabul gören, ural dilleri ile altay dillerini ortak sayan ural-altay dil ailesi görüşü de geçerli kabul edilmiştir. yazının konusu gereği en az dil problemi kadar önemli olan sümerlerin etnik kökeni ve mezopotamya’ya gelmek için izledikleri olası göç yolu konuları üzerinde çok fazla durulamamıştır. ancak bu problem çok önemlidir ve dil hakkındaki teorilerin bu konudaki aydınlanmaya çok ihtiyacı vardır. dil araştırmaları konusunda herhangi başka bir konu gibi anlatılacak tarihi bir arka plan yoktur fakat en azından şu söylenebilir: sümercenin kökeni ve türkçe ile ilgisi konusundaki araştırmalar genelde sümercenin keşfedildiği xix. yüzyılın sonlarından başlar ve 1980’lere dek sürer. araştırmacıların kaynak olarak kullanabileceği yayınlar bu tarihe kadar devam etmektedir. elbette daha sonra da yapılan çalışmalar vardır fakat söz edilen tarih aralığına oranla çok daha azdır. bu yazıda, her seferinde uzun uzadıya tarif etmeye mecbur kalmamak için, türkçe ile sümerce arasında akrabalık öneren teori kısaca “teori” olarak anılacaktır.

anlaşıldığı üzere sümer dili ural-altay dilleri’ne ve özellikle de türkçeye bağlanmaktadır. sümer dili keşfedildiğinde yeni bulunan bu dilin, yaşadığı coğrafyada keşfedilen diğer dillerden çok farklı olduğu anlaşılmıştı. ön asya’da yaşamış olan hiçbir dil ile bir bağlantısı bulunamadı. keşfedilişinden sonra sümercenin kökeni ile ilgili mantıklı temele dayanan ve kısmen kanıtları sunulabilen varsayım türkçe ile akrabalığı oldu. gerçekten ilk keşifler sırasında da günümüzde de sümercenin en yakın olduğu görülen dil türkçedir. bu yakınlık genel olarak bir akrabalık niteliğinde değerlendirilmiş ve sümerlerin mezopotamya’nın yerli halkı olmadığı, orta asya’dan göç ile gelip medeniyet kurduğu varsayılmıştır. sümerce-türkçe ilişkisini ve bahsedilen varsayımları destekleyen belirgin bulgular ve bilgiler de mevcuttur. bunlara başka bir bölümde değineceğiz. sümercenin akrabası olarak değerlendirilen dil aslında altay dilleri’dir. ancak özel olarak türkçe ile daha çok benzerlik taşır. türkçe ile sümerce arasındaki ses ve sözcük benzerlikleri, dil bilgisi özellikleri hatta yazıdaki ve konuşmadaki düşünüş tarzının “aynılığı” ilk bakışta fark edilecek kadar belirgindir. işte tüm bu sebepler ve daha sonra bahsedeceğimiz başka unsurlar dolayısıyla sümerlerin ve sümercenin menşei türklere ve orta asya’ya dayandırılıyor. bugün bu konu ile ilgilenen bilim camiası ister istemez bunu kabul etmek zorunda kalmaktadır. zira aynı ölçütlerde tatmin sağlayan ve türkçe-sümerce akrabalığının önüne geçecek bir teori henüz geliştirilemedi. öte yandan türkçe ile akrabalığı ile birlikte sümerce, macarca ile de ilişkilendirilmiş ve bu dil ile akraba olduğu öne sürülmüştür. genel olarak sümercenin ural-altay dil ailesi’ne dâhil edildiği göz önünde bulundurulursa yine aynı dil ailesine dâhil olan macarcanın sümerce ile akraba olduğu ve iki dil arasında benzerlikler olduğu varsayılabilir. ancak unutulmamalıdır ki macarca ile sümerce arasındaki gramer, ses ve sözcük benzerlikleri, türkçe ile olan benzerliklerden çok daha zor fark edilmektedir. çünkü macar dili ural-altay dil ailesi’nin ural kolu’nun fin-ugor grubuna girer ve sümercenin asıl kaynağı olan altay dillerinden oldukça uzaktır. zaman içinde altay dillerinden uzaklaşmış ve farklılaşmıştır. böyle bir farklılaşma yine türkçeye benzetilen fin dilinde de gözlenebilir. bu tarzda farklılaşma altay kolunda moğol, mançu, tunguz ve türk dilleri arasında da vardır ve dolayısıyla sümerce bütün bu dillerden daha çok türkçeye benzemektedir.

xix. yüzyılın başlarından xx. yüzyılın ortalarına kadar fransız, ingiliz ve alman araştırmacılar tarafından ardı ardına keşfedilen ve çözülen eski yakındoğu dillerinin tamamen anlaşılmasının ardından ortaya çok büyük bir sorun çıktı. mezopotamya’da bulunan bazı çivi yazılı kitabelerde ve tabletlerde sami kökenli olmayan uzun hece ve işaret yazıları bulundu. keşfedilen bu yeni dil iki dilli yazıtlar yardımıyla çözülebildi. yeni dili sümerce ve bu dili kullanan halkı sümerler olarak adlandıran ilk kişi 1869’da fransız arkeolog jules oppert olmuştur : “jules oppert 17 ocak 1869’da fransa nümizmatik ve arkeoloji derneği’nin etnografya ve tarih bölümünde bir konferans vererek, bu halkın ve dilinin sümer(ce) olarak adlandırılması gerektiğini bildirdi. vardığı bu sonucu, erken dönem hükümdarlarına ait bazı yazıtlarda bulunan “sümer ve akad kralı” unvanına dayandırıyordu.” bu adlandırmadan önce 1852’de bu yeni dili babil ülkesine yerleşmiş iskitlerin veya turan halklarından birinin dili olarak değerlendiren ingiliz arkeolog henry creswicke rawlinson’ın önerisi ilgi çekmişti. daha sonra bu yeni halkın ve dilinin gerçekliği tartışma konusu oldu. bu halkın varlığından şüphe eden ve özellikle turan halklarıyla ilişkilendirilmesine tepki gösteren gruplar, mezopotamya’da bilinmeyen bir halk olmadığını ve bu dilin tapınaklarda hiyerarşik bir düzen kurmuş olan ruhban sınıfının mistik dili olduğunu savunuyorlardı. xix. yüzyılın sonlarına doğru yapılan bir dizi kazı çalışması ve jules oppert’in akad ve sümer metinlerini kullanarak yaptığı çalışmalar sonucu sümerlerin varlığı konusundaki şüpheler ortadan kalktı. fakat köken problemleri hala devam etmektedir. sümer dilinin altay dilleri ile ilişkili olduğunu öne süren ilk ciddi çalışmayı yapan kişi alman bilim insanı fritz hommel olmuştur. hatta o 1886’da journal of the royal asiatic society’de yayımlanan makalesinde bir ses ve sözcük benzerlikleri listesi hazırlamıştır. sümercenin keşfi ile oluşan karmaşık ortamda en olası fikir fritz hommel’in çalışmasıyla daha da belirginleşti ve başka bilim insanları tarafından ardı ardına desteklendi. o sıralar bilim insanlarını en çok zorlayan şey, sümer dilinin sümer ülkesinin komşu olduğu hiçbir halkın diline benzemiyor oluşuydu. kuzeyde, batıda ve güneyde sami dilleri, anadolu’da yerli diller ve hint-avrupa dilleri, son olarak doğuda elamca ve eski persçe sümer diline çok çok uzaktı.

ayrıca antropolojik araştırmalar da sümerlerin mezopotamya’nın yerli halkı olmadığını, orta asya kökenli turanid ırk grubuna dâhil olduğunu kanıtlıyordu. işte tüm eskiçağ tarihçilerini, arkeologları, etnologları ve filologları köken araştırmasına iten ve ister istemez orta asya’ya götüren şey budur. o dönem deyim yerindeyse araştırmacıları kurtarabilecek tek yer orta asya’ydı. ancak tüm bunlara rağmen bu teori hiçbir zaman kesinlik taşıyacak kanıtlar ile donatılamadı. bunun sebebi de elbette basra körfezi çevresinde ve kafkasya’da yani sümerlerin muhtemel göç yolları üzerinde yeterli kazı çalışması yapılamamasıdır. xx. yüzyılın ilk çeyreğine kadar köken araştırmaları çok kısır kaldı. yeni keşif yoktu. sümerceyi altay dilleri’ne bağlayan teori çok iyi desteklenemiyordu. gramer, ses ve sözcük benzerlikleri ortaya kondu fakat sümerlerin orta asya’dan mezopotamya’ya hangi yollardan, nasıl ve ne zaman geldiği soruları cevaplanamıyordu. 1920’lerden sonra yapılan kazılar ve araştırmalar sonrasında sümer halkının eski vatanlarını anlatan hikâyelerin keşfedilmesiyle; sırasıyla bugünkü indus vadisi, umman ve bahreyn olan efsanevi meluhha, magan ve tilmun ülkeleri öğrenilmiş oldu. metinlerdeki anlatılara göre bu ülkeler sümerlerin eski vatanıydı. bu bilgiler orta asya köken teorisini kısmen destekler nitelikteydi ve bu konuda çalışmalar sürdü. 1930’lu yıllardan itibaren tartışmalar farklı boyutlara taşındı. bir grup araştırmacı; sümerlerin orta asya, özellikle de türk kökenli olabileceğine kesinlikle ihtimal vermiyordu. onlara göre barbar türk kavmi sümerlerin yarattığı uygarlığı yaratabilecek kabiliyette değildi. hatta onlara göre türkler kurdukları büyük devletleri bile diğer büyük imparatorlukları taklit ederek ve onların miraslarını devralarak kurmuştur. bu tarz görüş ve tepkiler o dönemde batı dünyasında en azından bir kısım bilim insanının doğu’ya ve özellikle türklere bakış açısını öğrenmek bakımından önemlidir. ilerleyen yıllarda asur bilimin ve sümeroloji’nin gelişmiş olduğu ülkelerde sümerlerin kökeni ve diline ilişkin çalışmalar genel olarak orta asya kökeni teorisi çevresinde yapıldı. milenyuma kadar fransa, almanya, a.b.d, rusya, türkiye, kanada, ingiltere ve macaristan gibi ülkelerde köken araştırmaları devam etti. bu araştırmaların büyük bir bölümü sümeroloji enstitülerinde yapıldı. bu sümeroloji merkezlerinden birisi de türkiye’de ankara üniversitesi dil ve tarih-coğrafya fakültesi bünyesinde kuruldu. mustafa kemal atatürk’ün kurduğu sümeroloji bölümü avrupa’da ve orta doğu’da ilk örneklerden biri olması dolayısıyla özel bir önem taşır. ayrıca atatürk’ün bu girişimi yukarıda bahsettiğimiz “barbar türk kavmi” benzetmesini çürütmek, türk halkının en eski çağlardan günümüze dek kurduğu medeniyetleri dünyaya ve türkiye halkına tanıtmak açısından da önemlidir. türkiye’de sümerler ile ilgili araştırmalar işte bu sümeroloji bölümünün açılmasıyla başladı. atatürk bu bölümde görev yapmaya başlamaları için yurt dışına öğrenciler gönderdi. muazzez ilmiye çığ, mebrure tosun, kadriye yalvaç, sedat alp ve ekrem akurgal gibi duayenler bu öğrencilerdendir. türkiye’de eskiçağ tarihi, arkeoloji, hititoloji ve sümeroloji araştırmaları böylece artmıştır. öte yandan ikinci dünya savaşı öncesi almanya’daki baskılar nedeniyle türkiye’ye gelen hans güterbock, benno landsberger ve helmuth theodor bossert gibi üstatlar burada kendilerine görev buldular ve türkiye’de eskiçağ ve arkeoloji eğitimine katkıda bulundular. türkiye’deki köken ve dil araştırmalarına türkologlar da katkıda bulunmuşlar, sümerlerin kökeni ve dilleriyle ilgili yayınlar yapmışlardır.

türkçe ile sümerce ilişkisini kısmen destekler nitelikte olan bir dizi önemli bilgi mevcuttur. yalnız bunlar sümerlerin orta asya kökenli olduğunu kesin olarak kanıtlayan bilgiler olarak kabul edilememiştir. örneğin; eski sümer metinlerinde geçen meluhha, magan ve tilmun ülkelerinin yerleri büyük ölçüde belirlenmiş durumdadır. fakat bugün indus vadisi, umman ve bahreyn’de, ayrıca basra körfezi ve çevresinde sümerlerin kökenine ilişkin ipuçları bulmak amacıyla ciddi kazılar yapılamıyor. bunun sebepleri arasında hem sahaların elverişsizliği hem de kaynakların kısıtlı olması sayılabilir. mezopotamya’da bulunan sümer, akad ve babil metinlerinden çıkarılan sümerlerin belirgin karakteristik özellikleri, onların ana vatanı hakkında bize ipucu verir. buralardan edindiğimiz bilgilere göre sümer halkı, dağları sever ve oralara özlem duyar; çünkü eski vatanları “yüksek bir ülkedir”. ayrıca yeni ülkelerine yani mezopotamya’ya sonradan gelmişlerdir. yeni vatan edindikten çok sonra bile bu eski ülkeler ile ilişkiler kurarlar. sümerlerin kendilerine verdiği ad “yüksek ülke” manasına gelen “ki-en-gir”dir. bu sözcük orta asya’yı çağrıştıran “kenger” adına benzetilmiş ve orta asya etkisi ile bu ismin kullanıldığı öne sürülmüştür. ayrıca “dağ” anlamına gelen “kur” kelimesini de sümerler çoğu zaman ülkelerinin ismi yerine kullanmışlardır. bununla birlikte sümer mabedi olan zigguratların kademeli olarak (kat kat) yapılması da araştırmacılar tarafından “dağ” olgusunun bir yansıması olarak değerlendirilmiştir. keşfi sırasında araştırmacılara gerçekten mezopotamya’nın yabancısı gibi gelen sümerler, fiziksel olarak da sami kavimlerine çok uzaktı. sümerler yuvarlak kafalı, çıkık ve ince burunlu, ince dudaklıydılar ayrıca kafa ve yüzleri tıraşlıydı. mezopotamya’nın sami halkları ise bunun tam tersine uzun saçlı ve sakallı, uzun kafalı, tombul, kalın dudaklı ve kemerli burnu olan bir ırktı. akad, asur ve babilliler süslü uzun elbiseler giyerken, sümerler sadece bir etek ve bir omzu açıkta bırakan harmani giyiyordu. bu tür farklılıklar özellikle 1900’lü yıllarda çok belirgin bir şekilde vurgulanmıştır. ayrıca sümerlerin bu kıyafetlerinin bugün budist keşişlerin üzerindeki kıyafetlere benzemesi de manidardır. antropolojik araştırmalar ise sümerlerin kafatası yapısının dolikosefal (uzun kafalı) sami kavimlerin aksine, turan tipi olan brakisefal (yuvarlak kafalı) olduğunu gösteriyordu. ancak bu konu diğer konulardan ayrı olarak tartışmaya çok daha fazla açıktır. kafatası ölçümlerinin bir coğrafyada yaşamış olan halkların “ırkını” tespit etmede kullanılması bazı çevrelerce tepkiyle karşılanmış ve bilimsel temellere tam olarak uymaması dolayısıyla eleştirilmiştir. hatta m.ö 6. binyıldan 3. binyıla kadar giden bir tarih aralığına yerleşen insan iskeleti buluntuları arasında da hem dolikosefal hem de brakisefal tarzda kemikler tespit edilmişti. son olarak mezopotamya’nın sami halkları ile sümerleri tartışmasız olarak ayıran dil, sümerlerin yerli olmadığı konusunda çok ikna edici bir unsur olarak karşımıza çıkar.

sümerce ile türkçe arasındaki dil bilgisi benzerlikleri ilk bakışta fark edilecek şekilde açıktır. öncelikle sümerce, aynı coğrafyada yaşayan diğer diller gibi çekimli bir dil değildir. sami dilleri ise çekimlidir. yani sözcükler ekler ile değil belirli formlardaki değişmeler ile fiile, isime, sıfata, zamir ve zarfa dönüşür ve farklı zamanlara uyarlanır. sümerce ise eklemli bir dildir. türkçe de böyledir. tüm sözcük türetmeleri ve zamanlar ekler ile yapılır. sümercenin ve türkçenin en temel başka bir özelliği de cümle yapısı ile ilgilidir. sümerce ve türkçede bir cümle, konuşanın şuurunda daha ağzından çıkmadan önce bütün olarak oluşmaktadır. bunun için çok güzel bir örnek olarak mebrure tosun’un makalesindeki bir bölümü doğrudan aktarmak faydalı olacaktır:

“örnek: bir kızı dünyaya gelen oğlumun hemen ankara’ya geleceğini duydum. bunun tamamen aksi olarak “kursif” dil tipi gelir ki sami dillerin yapısı budur. bunda prensip dış ve iç tecrübelerin ancak konuşulurken sıralanmasıdır. örnek: ben duydum ki oğlum hemen ankara’ya gelecek, bir kızı dünyaya geldi.”

sümercede dil çok düzenlidir. bu düzenlilik düşüncelerde de belirir. ünlü bilim insanı benno landsberger; “bir kavmin dili, o kavmin düşünüş şekli ile paraleldir.” demiştir. sümercede sözcük kökleri değişmez ve genelde tek heceli kökler vardır. ayrıca sözcük kökleri eklerin gelmesiyle de değişime uğramaz. bütün dil bilgisi işlemleri kök değişmeden, sözcüğün önünde veya arkasında gerçekleşir.
sümercede birleşik sözcük yapımı da türkçedeki gibidir. birleşik sözcüklerdeki sözcük türlerinin sıralanması aynıdır:

dingir-anna=tanrı ana (isim+isim), ur-mah=büyük köpek[aslan] (isim+sıfat), é-gar a gar=ev yapan[duvar] (isim+fiil).

sümercede “ve” edatı yoktur zira bu edat türkçeye de arapçadan geçmiştir. bu sebeple tıpkı eski türkçedeki gibi sümercede de zincir şeklindeki öğeler aralarında edat olmadan sıralanır. cümlenin öğeleri de türkçede olduğu gibi sıralanır: özne+nesne+tümleçler ve zaman belirteçleri+yüklem. ayrıca “gizli özne” kullanımı da mevcuttur.
sümercede tekiller çoğul ekleri ile çoğullaşırlar. öte yandan çoğul eki almadan da çoğul anlamı taşıyabilirler (topluluk belirten isimler). ikilemeler de tıpkı türkçedeki gibidir:

gi-gi=gece gece, gur-gur=yığın yığın, kur-kur=dağ dağ (dağlar), gal-gal=büyük büyük.

ayrıca sümercede hal ekleri ve iyelik ekleri türkçe ile büyük bir benzerlik gösterir.

ses ve sözcük benzerliklerine geçmeden önce, birkaç önemli konudan bahsetmek faydalı olacaktır. öncelikle arasında benzerlik kurulan diller sümerce ve eski türkçedir. eski türkçe için genelde eski doğu türkçesi referans alınmıştır. ayrıca sümerce için de özel bir durum söz konusudur: karşılaştırmalarda referans alınan tarih aralığı sümerce için yaklaşık m.ö. 3000 ile 1800 arasında 1200 yıl gibi çok uzun bir süre olduğu için dil içindeki normal farklılaşmalar, lehçeler arasındaki değişimler çok fazla göz önünde bulundurulamamıştır. zira sümerce eski tarihlere gidildikçe çok daha net bir tablo çizer.
sümercede birçok lehçe vardır ve bunlardan en çok bilinenleri şöyle sıralanabilir:

eme-gal=büyük dil, eme-sagad=yüksek dil, eme-suh=seçme dil, eme-te-na=eğri dil, eme-salkavga dili (kadın dili) eme-ku(ki-en-gir=ku)=sümer dili.

sümerce ile türkçe arasındaki ses benzerlikleri dil bilimin tüm nimetleri kullanılarak ayrıntılı şekilde saptanmıştır. aşağıda sümercede ve türkçede ortak olan kelime başı ünsüzleri, ilk ünlüden sonraki ünsüzler, kelime sonu ünlü ve ünsüzleri, sonrasında da benzer olan sesler (birbirine denk gelen sesler) verilmiştir. daha aşağıda verilen sözcüklerin ünlü ve ünsüzleri, bu ses benzerlikleri ile karşılaştırılabilir. türkçe ve sümerce arasındaki bağıntıyı anlatmak amacıyla, doğrudan görülebilen denklikleri örnek vermek büyük oranda yeterlidir. birbirine benzetilen sözcüklerin verildiği liste için osman nedim tuna’nın sözcük listesi örnek alınmış ve alıntılanmıştır.

•kelime başı ünsüzleri: d, g, m, n, s, ş, æ
•ilk ünlüden sonraki ünsüzler: d, m, r, s, ş
•kelime sonu ünlü ve ünsüzleri: æ, g, m, vr/z

birbirine denk olan sesler:

sümerce -- türkçe

g --- æ/y
d --- y
n --- y/æ
m --- k
s --- y/æ
ş/s --- ç
u --- ku/a
d --- n
r --- z
æ --- æ/n
g --- n
ş --- l
u --- o
g --- v
b --- v
g --- y

doğrudan görülebilen belirgin sözcük denklikleri:

sümerce -- türkçe

agar -- ağır (ağır)
azgu -- asgu (asmak)
bulug -- bulun (köşe, bucak)
di -- ti (demek)
dingir -- tenri (tanrı)
du -- to (dolmak)
dug -- tök (dökmek, boşaltmak)
dur -- tör (evin ya da odanın önemli yeri)
eş -- es (esmek)
gim -- kipi (gibi)
hum -- kom (ağıl, ahır)
iduga -- yıdıg (kötü kokan)
kad -- kada (pekişmek, yerleşmek)
kapkagag -- kapkacak (kaplar)
kaş -- kaç (koşmak)
kid -- kıd (kıymak, öldürmek)
kiri -- kır (kır, açık yer)
kur -- kuru (kara, toprak, yer)
kur --- korı (korumak)
men --- men (ben)
namnu --- neme (ne kadar)
nig --- nen (nesne, şey)
nigname --- nemenin (her şey)
sug --- sag (sağ, iyi, tatlı, temiz)
sahar --- sağır (şarap kabı)
sig --- sıg (sığ)
sum --- sun (sunmak)
tag --- taga (takip etmek)
tah --- tak (takmak)
te --- teg (değmek, dokunmak)
tibira --- temir (demir)
tin --- tın (ruh)
tu --- tu (kapatmak, tıkamak)
tuku --- toku (dokunmak)
tuku --- toku (vurmak)
u --- u (uyku)
un --- on (on)
ki --- kıl (yapmak, kılmak)
ubur --- öbür (diğer taraf,güney taraf)
ud --- öd (zaman, vakit)
udı --- udı (uyumak)
umuş --- yumuş (hizmet)
ur --- or (kesmek)
urgu --- örgük (taht)
uri --- uri(d) (önce)
uş --- us (akıl)
uş --- is (iş)
zag --- sag (sağ taraf)
kaş --- kaş(an) (işemek)
dirig --- irig (sert, kaba, haşin)
dir --- yir (yirmek)
dirig --- yırık (biraz yırtık)
dirig --- irk (toplamak)
gi --- i (ağaç,ekin, bitki,orman)
gid --- ıd (salmak, serbest bırakmak)

bu sözcükler elbette sümerce ile türkçe arasında benzer olan sözcüklerin tümü değildir. ancak bu kadar sözcük, iki dil arasındaki benzerliği göz önüne sermek için yeterlidir. daha fazla sözcük için fritz hommel’in ve osman nedim tuna’nın çalışmalarına bakılabilir.

yukarıda sayılan dil bilgisi özelliklerinin çoğu, macarca için de geçerli sayılmıştır. fakat en başta da söylediğimiz gibi macar dili ile olan benzerlik iki dilin birbirinden çok uzaklaşmış olması sebebiyle çok zor fark edilen bir benzerliktir. basit ses ve sözcük benzerliklerine örnek olarak şunlar gösterilebilir:

süm. bmac. p/v/f/sz/s, süm. dmac. d/ty, süm. æ/ımac. h/hy. süm. barma. feher, süm. illu=mac. hullam, süm. uzumac. hus, süm. nizumac. nezü.

kafkas dilleri grubuna dâhil edilen hurrice de, hurrilerin kafkas asıllı oldukları ve dillerinin altay’dan kaynaklandığı öngörülerek türkçeye bağlanmıştır. iki dil arasında ortak olan şu gramer özellikleri bulunmuştur:

•çoğul eki “-ler,-lar”. ul-la=başkaları, şual-la=şunlar.
•bağlı olma eki “-li”. hur-li=hurrili.
•şahıs zamiri “-im,-in”. (tekilleri ve çoğulları ile birlikte) şen-iv(im)=kardeşim, atta-iv=atan
•işaret zamirleri. şuana=şu
•gereklilik ve emir kipi. haşi-li=işitmeli, kull-li=söylemeli, paşşi-en=göndersin, haşi-en=işitsin, ari-en=versin.
•olumsuzluk eki “-ma,-me”=”-va,-ve”. haşi-va-en=işitmesin, nakludu-va-en=kalmasın, paşşarı-va-en=göndermesin.

bunun yanında türkçe, hititçe ile de bağdaştırılmıştır. ancak hititçenin hint-avrupa dili olduğu kesin olarak saptanmıştır. dolayısıyla hititçe ile türkçe arasındaki benzerlikler, hurri dilinin hititçeyi etkilemiş olmasına bağlanabilir.

mezopotamya’ya sonradan göç eden kut kavmi de türklerle bağdaştırılmıştır. kutlar, mezopotamya’da yazı dili olarak kendi dillerini kullanmadıkları için kut dilinden yalnızca isimler kalmıştır. bu isimlerin yapıları incelenerek çıkarılan sonuçlarda bu dilin hece ve kelime yapısının türkçeye çok benzediği sonucuna varıldı. türkçe ile ilişkisi konusunda referans alınan sözcüklere örnek olarak şunlar gösterilebilir: orhun kitabeleri’nde şahıs adı olarak geçen yargan’a benzetilen yarlagan, uygurcada mükemmel anlamına gelen tirigan ve memleketi büyüten manasına gelebilecek el-ulumiş (il ulamış) sözcükleri.

türkçe ile sümerce arasındaki akrabalık ilişkisi zaman içinde daima farklı yorumlamalara sebep olmuştur. araştırmacılar ilkin, bu ilişkinin mezopotamya’yı işgal eden iskitlerden kaynaklandığını önermişlerdi. öyle ki bu önerme başta da bahsettiğimiz gibi büyük tartışmalara yol açmıştır. işte bu bölümde üzerinde duracağımız ilk önemli konu budur. altay dili olduğu keşfedilen bu yeni dil, neden hemen iskitler ile bağdaştırılmıştı? bu durum türklerin - özellikle de iskitler ve hunlar gibi toplulukların - orta asya’dan batıya doğru büyük ve sürekli göçler yapan bir kavim olarak bilinmesine bağlanabilir. gerçekten de dünya tarihinde büyük göçlerden bahsettiğimiz zaman ilk akla gelen daima türkler olmuştur. zira orta asya’dan batıya doğru olan bu göçler, avrupa’da bugünkü etnik tablonun oluşmasına sebep olan kavimler göçü’nü tetiklemiştir. bütün bunların bilinmesi, araştırmacıların şuurunda orta asya ile ilişkisi ortaya konan sümerlerin mezopotamya’ya yaptıkları muhtemel göçün daha kolay belirmesini sağlamıştır. bununla birlikte bu ilişkiyi savunan bilim camiası, sümerleri doğrudan doğruya türk olarak adlandıranlar ve bu adlandırmaya çekimser yaklaşanlar olarak iki ana gruba bölünmüştür. bugün de bu böyledir. bu konu zamanında araştırmacılar arasında önemli bir konu olarak belirmişti. dilleri, bazı antropolojik özellikleri ve birkaç ana kültürel değeri altay toplumlarıyla ilişkilendirilen sümerleri, kesin şekilde türk olarak adlandırmak doğru muydu? bu şüpheyi doğuran yegâne sebep, orta asya’da altay kültür kalıbına giren fakat türklüğü bazı çevrelerce tartışma konusu yapılan andronovo, afenesyevo, anav, karasuk ve kelteminar kültürleri hakkındaki şüphelerdir. sümerce-türkçe akrabalığını kabul eden fakat sümerlere türk demekten çekinen gruplar, bahsedilen bu orta asya kültürlerinin bile henüz kesin olarak türk olduğu saptanamamışken, sümerlere türk demenin yanlış bir yaklaşım olduğunu savunmaktadır. bu görüşün elbette bir haklılık payı vardır fakat orta asya’nın yazılı kayıtlarından önceki kültürlerin bugün bilinen ırk grupları referans alınarak kesin bir şekilde adlandırılamayacağı ortadadır. yazılı kayıtların bize moğollar, türkler veya başka altaylı grupların farklı faaliyetlerini aktarmaya başlamasından önce, altay kültürünün bütününde - dinde bile - büyük ayrılıklar yoktur. yani andronovo, afenesyevo, anav, karasuk ve kelteminar kültürlerinin hangi ırklara ait olduklarının saptanamaması gayet doğaldır. bu kültürlerin hepsi, orta asya toplumlarının ortak eseridir.

bu sebeple sümerlerin türk olabileceği ihtimali, onları türklükten kesin olarak uzak tutan yaklaşımdan daha yeğdir. zira moğol, mançu ve tunguz dilleri ile olan benzerlikler türkçe ile olan benzerliklerden daha azdır ve bu sebeple sümerlerin türk olmadığını gösteren unsurlar, altaylı olduklarını gösteren unsurlardan çok daha az ve etkisizdir. tüm bunlar dolayısıyla sümerleri doğrudan türkler ile ilişkilendirmek çok doğaldır. çağlar boyunca orta asya kaynaklı olan büyük göçler göz önünde bulundurulursa, sümerlerin de göç yoluyla orta asya’dan mezopotamya’ya gelebileceğini düşünmek kaçınılmazdır. ancak sümerlerin muhtemel göç yolları üzerinde, kafkasya’da, basra körfezi’nde ve özellikle indus vadisi (meluhha), umman (magan) ve bahreyn’de (tilmun) kazılar yapılması ve sümerlerin kökenine ilişkin bulguların aranması, bu problemlerin daha açık ve kolay çözülmesi açısından çok önemlidir. köken konusundaki araştırmalarda başka ihtimalleri de hesaba katmadan sümerleri kesin olarak türklere bağlamak veya kesin olarak türklerden uzak tutmak, bilimsel bakış açısına uymayan fevri yaklaşımlardır. ilk keşifler sırasında joseph havély’nin liderlik ettiği ve mezopotamya’da yeni bulunan bir halkın varlığını reddeden yaklaşım ve sebep olduğu tartışmalar buna iyi bir örnektir. bu konuda tutarlı sonuçlara varmak için araştırmacıların temkinli ve bilimsel temellere dayanan çalışmalar yapması köken araştırmalarının geleceği için çok yararlı olacaktır. köken konusunda belirgin bir problem olan substrat dil konusundan da bahsetmek faydalı olacaktır. mezopotamya’da sümerlerden önce sümerlerin üzerine ekleyerek medeniyet kurduğu yerli kültürler, yani proto-fırat ve proto-dicle kültürleri vardı. bu kültürler el-ubeyd çağında ve öncesinde mezopotamya’da kasaba ve şehir kültürünü başlatmış, tarımda sulamayı geliştirmiş, seramik konusunda ilerlemiş ve çeşitli tarım aletleri kullanmaya başlamıştı. dolayısıyla bu substrat kültürlerin yarattıkları sümerler ve sami kavimler tarafından kullanılmış, bu kültürel öğelerin sümerce veya samice olmayan isimleri de aynen kalmıştır. ayrıca bira ve şarap gibi içecekler de bu kültürler tarafından sümerlere aktarılan miraslardandır. çivi yazısının da en azından ideogram devrindeki halinin bu substrat kültürler tarafından kullanılmaya başlandığı ve daha sonra sümerler tarafından geliştirildiği varsayılmıştır. şehir isimlerinin substrat olması ve şehirlerin substrat ideogramlarının keşfedilmesi bu varsayımı destekler niteliktedir: ur, uruk, larsa, lagaş, adab, urim, zimbir.

proto-fırat dilindeki sözcüklere örnekler:

apinsaban, sabra/sasak=toprak işlerinde kullanılan memur, ka=bira,
bulug=malt, sulumb=hurma, uhin=yaş hurma, nimbar=hurma ağacı,
nukarib=bahçıvan/hurma bahçıvanı, engar=çiftçi, sipad=çoban,
sukadak=balıkçı, nuhadim=aşçı, simag=demirci, nangar=marangoz,
kinda=berber, aslak=çamaşırcı ispar=dokumacı, askap=kunduracı,
pahar=çanak çömlekçi, gidim=duvarcı.

proto-fırat dilindeki meslek isimlerinin yapılarıyla karşılaştırmak için sümer dilinden de birkaç meslek ismi vermek faydalı olacaktır:

ma-lah=gemici (ma=gemi, lah=yürütmek), gud-niga=öküz besleyici
(gud=öküz, niga=beslemek), sim-mukokucu/güzel koku uzmanı
(sim=güzel koku, muçıkarmak), bulug-mu=malt çıkarıcı (bulug=malt,
mu=çıkarmak), i-sur=yağ sıkıcı (i=yağ, sur=sıkmak), uş(an)-du=kuş
veya kümes hayvanı yetiştiren (uş=kuş, du=yapan) za-
dim=mücevherci (za=kıymetli taş, dim=işlemek), ku-dim=altın ve
gümüş işleyici (ku=altın veya gümüş), bur-gul=taş kesici (bur=yarı
kıymetli taş, gul/gal=kesmek), dup-sarkatip (dup=tablet,
sar=yazmak) ga-dubba=arşivci (ga=kap, duba=tabletler)

bu substrat dillerin sümerce-türkçe ilişkisi ile bağlantısı; türkçe ile ilişkilendirilen bazı sözcüklerin, daha sonra yapılan araştırmalarda substrat dillere mi yoksa sümerceye mi ait olduğu konusunda düşülen şüpheler ile birlikte oluştu. bunlardan en önemlisi ve hemen göze çarpanı şüphesiz “dingir” kelimesidir. bu konu üzerinde özellikle duran benno landsberger’e göre dingir sözcüğünün proto-fıratça olma ihtimali de vardır. eğer bu kelimenin proto-fıratça olduğu varsayılırsa, orta asya’da eskiden beri kullanılan tenri/tengri kelimesinin menşei hakkında çok önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. ayrıca bu varsayım proto-fıratça’nın türkçe ile ilgisi konusunda da akıllarda ihtimaller uyandırmıştır. bu konudaki araştırmaların fazla ileri gidememesi dolayısıyla bu problem henüz cevapsız bir soru olarak beklemektedir.

şüphesiz; türkçe ile sümerce arasındaki ilişki, hem mezopotamya tarihindeki cevapsız soruları cevaplamak hem de türk dilinin ve kültürünün eskiliği konusunu daha iyi anlamak açısından çok önemlidir. bu ilişkinin keşfedilmesi, dil benzerliğinin yanı sıra sümer ve türk kültürlerinin benzerliklerini de ortaya çıkarttı. ünlü bilim insanlarının bu konu hakkında çalışırken geliştirdiği yöntemler, daha sonra eski yakındoğu’daki başka dillerin kökeni ile ilgili yapılan araştırmalara ışık tutmuştur. mustafa selçuk ar’ın türkçe, hititçe ve hurice arasındaki bağı incelediği, kemal balkan’ın da türkçenin kut dili ile ilişkisini incelediği çalışmalar buna iyi bir örnektir. türkçe-sümerce ilişkisinin tüm bilim camiasında konu edilmesi, türkiye’de sümerler ile ilgili çalışmaların başlamasını ve türk halkının sümerleri tanımasını sağlamıştır. atatürk’ün ankara üniversitesi bünyesinde kurduğu sümeroloji bölümü de büyük oranda iki dil arasında kurulan akrabalığın etkisi ile kurulmuştur. dil ilişkilerini desteklemek amacıyla yapılması planlanan (veya yapılan) arkeolojik çalışmalar, özellikle kafkaslarda ve basra körfezi çevresinde arkeolojinin gelişmesine önemli katkılarda bulunacaktır. ayrıca antropolojik ve etnolojik çalışmalar da, sümer halkının mezopotamya’ya olan göçünü aydınlatmak açısından son derece önemlidir. sümer ve türk insanının ortak antropolojik özelliklerinin ve ilginç bir şekilde budist keşişleri ve orta asya’yı çağrıştıran klasik sümer kıyafetlerinin neler ifade ettiği, daha da aydınlatılması gereken önemli konulardır. sümerce; keşfedilişinden bu yana, çeşitli dayanaklar ile altay dilleri’ne ve özellikle de türkçeye bağlanmıştır. yaklaşık bir yüzyıldır kurulan bu akrabalık bağlarının ve benzetmelerin, elbette bilimsel olarak bir karşılığı vardır. fakat sümer dilinin daha iyi anlaşılması, orta asya ile olan bağının daha net ortaya konması ve bu bağın tam olarak ne ifade ettiğini bulmak için yapılan çalışmalar çok değerlidir ve gereklidir. bu çalışmaların milli duyguların ve fevri düşüncelerin etkisinde kalınmadan, tamamen bilimsel temellere dayanarak yapılması gerekir. ayrıca bu dil ve köken araştırmalarına türk bilim insanlarının da en az yabancı bilim insanları kadar katkıda bulunması, hem konunun aydınlatılması hem de türkiye’de bilimin gelişmesi açısından çok faydalı olacaktır.

ekleme: ilgilisi için, yazının bibliyografyasını da vereyim de tam olsun. lakin dipnotları ekleyemiyorum zira çok meşakkatli bir iş. mazur görün: