HİKAYE 13 Şubat 2018
82,4b OKUNMA     907 PAYLAŞIM

Hindistan'da Yapılan Düğününde Midesini Bozan Bir Sözlük Yazarının Yaşadığı Talihsiz Olaylar Silsilesi

Yurt dışında yaşanan enteresan olaylara bu sefer düğün günü Hindistan'da midesini bozan Sözlük yazarının hikayesiyle devam ediyoruz.
iStock


eşim hintli, düğüne hindistan'a gittik. hintli kayınvalide, teyzeler halalar filan bana sariler, hint kıyafetleri giydirmeye bayıldılar. bir sürü de sari hediye ettiler, sanki ben giyebiliyormuşum gibi.

sari denilen şey, bir bluz, bir etek üzerine çeşitli şekillerde sardığınız uzunca bir dev kumaş. ama öyle rastgele sarmakla da olmuyor, baya usulü var, bi tarafını eteğine sokuyorsun, bi tarafını sırtından alıyorsun, elinle pili katlıyorsun filan. bunu bana giydiriyorlardı, üstümde taşıyamadığım için bir de çengelli iğnelerle filan üstüme tutturuyorlardı, ben de onunla işte gerekli aile toplantılarına, ritüellere filan katılıyorum. aile büyüklerinin karşısına öyle sariyle, alnımda noktayla filan çıkıyorum, of çok hoşlarına gidiyor yabancı gelini öyle görmek..

delhi'deyiz, kalküta'dan filan bir ton akraba gelmiş, bizim kayınpeder de misafirhane gibi bir yer tutmuş onları ağırlamak için, bize de orada bir oda verdi ama türk standardında baya dandik bir otelden bahsediyoruz. hele tuvaletler filan içler acısı. zaten tuvalet kağıdı diye bir şey yok, biz eşimle paket paket selpak getirmiştik, o bile bitti de almaya çalışmamız tamamen ayrı bir saçma hikaye.

neyse sonuçta bir gün yine böyle beni sarilere sardılar, ortama saldılar. sabah bilmem ne töreni yapıldı, akşama da resepsiyon var, benim sariler içerisinde beklemem gerekiyor, odamıza çekildik.

yalnız yemekler nasıl acılı, nasıl kaçın kurası biliyor musun.. öyle böyle değil. hindistan'a ilk gelen herkes bir mideyi bozarmış zaten. bende de tam o anda başladı. bir gurultular ağrılar filan, kıvranıyorum. ama tuvalete gitmem mümkün değil, iki sebepten;

birincisi, tuvalet felaket pis, elimi yıkamak için bile girip de, ayakkabımla bile yerlere basmak istemiyorum. 1 paket selpağımız kalmış zaten.

ikincisi, üstümde ganj nehri gibi ak ak bitmeyen bir sari var, nasıl giydirdiklerini bile bilmiyorum, 2 hatun baya üstüme zırh gibi zımbaladılar sabah, kaldırıp da tuvalete gitmem imkansız olduğu kadar, çıkarıp da geri giymem de imkansız.

ama duramıyorum yani ölücem, karnımda ağrılar, biyoloji bu, bana mısın demiyor. artık zorlayabildiğim yere kadar zorladıktan sonra dedim ki yani ya bu güzelim sarileri ziyan edicez ya da ben bu sariyi çıkarıyorum. hani kayınvalide, kuzenler filan ortamda olsa söyleyeceğim, iki dakka kapıyı tutun ben hasta oldum, sariyi çıkarıyorum, bana geri giydirmeniz gerekecek filan.. ama herkes meşgul, misafir ağırlıyorlar, koşturuyorlar.. beni odaya koydular, tamam gelin dursun işte orada diyip yok oldular.

ağrılarla kıvranmaktansa bir noktada ben isyan ettim ve başladım üstümdeki sariyi yolmaya. plan yaptım, önce tuvaletin temas etmem gereken yerlerini temizleyeceğim, bir şişe püreli hazır ettim, selpağıma sarıldım filan ve sariyi üstümden fırlatıp kendimi tuvalette attım. kapısı da kapanmıyor namussuzun, öyle rahatsız bir hal.. derken odaya biri daldı. ben türkçe küfür kıyamet, ama neyse ki gelen eşim. çıkarıp fırlattığım sariyi görmüş,

"iyi misin??" filan diyor,

diyorum, "bana bu acıları yedirenin annesi ve avradı.. kapıyı tut!"

neyse bu salak dışarda gülüyor filan, bir dalga geçmeler bir espri tufanı... ama kapıyı tuttu neyse ki, odaya tebriğe gelenleri filan savuşturdu, ben işimi gördüm, pürelle yıkandım filan çıktım.

bu sefer iç eteği ve yarım bluzla ortada kaldım. eşim diyor ki, "sen baya baya hastasın eve gidelim". iyi gidelim ama, benim odadan çıkıp, misafirhaneden çıkıp eve gidebilmem için sariyi geri giymem lazım.

gerçi iç etek dediğim mavi, yere kadar uzun bir etek, türkiye'de giysen kimse iç etek falan demez. bluz da yarım kollu göbeği açık mavi bir bluz.. yani benim açımdan giyip sokağa çıkılabilir bir şey. dedim "gideyim işte böyle eve, ne var, etek-tişört gibi.." eşim dedi ki, yani hani türkiye'de falan olsak olur da burada asla olmaz, burada bunlar baya baya iç çamaşırı, sokakta iç çamaşırınla yürüyemezsin, mümkün değil.

te allam.. peki.. hadi bi zorlayalım bakalım sariyi geri giymeyi, belki becerebilirim. sonuçta kaç kere giydirdiler yani hatırlıyor olmam lazım. şunu şöyle sarsak bunu burdan atsak, şu parçası kolunun altından geliyordu filan... allah inandırsın 45 dakika iki kişi uğraştık. hadi ben salak.. eşim hintli yani, az buçuk bir fikir sahibi olması lazım, hiç mi görmemiş annesi, kız kardeşleri filan nasıl sarınıyor bu zımbırtıyı..

yok. olmadı. giyemedim. midem de zaten yine sinyaller vermeye başladı filan, yatıp ölmek istiyorum. sonuçta ikizin de canına tak etti ve biz bu sariyi aldık, baya halı dürer gibi benim iki bacağıma sardık, dümdüz. üstüme de eşimin ceketini giydim, üstünü beceremediğimiz belli olmasın filan gibilerinden.

ve onunla biz misafirhanenin lobisine indik. lobide de bir ton aile büyüğü, teyzeler amcalar filan çay içiyorlar, sohbet ediyorlar. görünmeden çıkmamız mümkün değil. ben de dua ediyorum ki sariyi belime sarıp onunla sokağa çıkmaya çalıştığım anlaşılmasın, bir an önce kaçmamız lazım o ortamdan. fakat gelin-damat olarak çaktırmadan kaçmamız mümkün değil. ben böyle gülerek filan "hehe selammm biz bir eve kadar gidip gelicez" diye acilen tüydüm ama eşimi lafa tuttular. bu sefer dışarıda bekliyorum, midem gurulduyor, cekete sarınmışım "ulan sokakta iç çamaşırımla duruyormuş gibi görünmüyorumdur inşallah" filan diye, arada adamlar geçiyo tuhaf tuhaf bana bakıyorlar filan..

neyse eşim de çıktı, ben bunu tuttum kulağından "nerdesin be, ölüyorum burda" diye. o da bana kızdı, "hızlı hızlı kurtulmaya çalışıyorum, lafa tutuyorlar ben napayım" diye.. taksi bakıyoruz, taksi yok. misafirhaneden eve aslında mesafe kısa. 10 dk. yürüme mesafesi. ben duramıyorum, taksi filan bekleyecek halim yok. bu beni tuttu kolumdan "yürü, burada daha dikilmeyelim biri görecek, yürüyüveririz eve" diye.

bu sefer halı dürer gibi sariyi sariyi belime sardığım için adım atamıyorum. geyşalar gibi minik minik adımlarla ilerleyebiliyorum ama durup da şu sariyi gevşeteyim, adım atabileyim diyecek durum yok. ceketle sarinin belini yumruğumda sıkmışım, bırakırsam her şey üstümden düşüp gidecek. mini mini adımlarla eve koşmaya çalışıyorum.

karnımda kramplar, eşim yüklendi benim çantaları torbaları, ben sariyi üstümde muhafaza etmeye çalışıyorum, minik minik adımlarla sokakta koşmaya çalışıyoruz filan derken, baya böyle fıççık diye sulu mulu bir boka bastım. taze köpek boku.

sari yere kadar arkadaşlar. paçası maçası baya köpek boku oldu. muhtemelen bok olan kısmı aslında paça değil de omuza atılan kızım falandı zaten ama yani artık hiç şansım yok.

beni bir gülme aldı. eşim bana bağırıyor ama ne biçim, "gülmesene be gerizekalı, bunun nesi komik" diye, benim sinirler filan laçka olmuş..

bağırış çağırış kendimizi eve dar attık. girer girmez bu benim üstümden sariyi çekti aldı bir hışım, "sarisini de sikeyim, eteğini de sikeyim" diye boklu moklu sariyi baya bildiğin çöpe attı.

"ya yazıktır, onu teyze hediye getirmişti, bak görecek, çok kalbi kırılacak, ben elimde yıkayıvereyim" filan diyorum ama sarinin boyu üç yogan, elde yıkamak filan akıl karı değil. eşim de sinirli, "kırılsın kalbi, zorla şu sikimi giydirdiler bok varmış gibi, al bok var" filan diye söyleniyor.

tartışamadım fazla. kendimi tuvalete zor attım. üstüne de bir güzel sıcak duş aldım. annesi ve babası geldiler eve ki biz ikimiz de baya pijamalı filan yatıyoruz.

"eye snap hasta oldu" dedi benimki. bize birer güzel masala çay yaptı kayınvalide.

bir yarım saat sonra filan duydum "aa teyzenin kalküta'dan hediye getirdiği bu yeni sari niye çöpte??" diye.. eşim hintçe hintçe bir sinirli cevaplar vermeye girişti, ben ses etmedim, döndüm uyudum..