MÜZİK 27 Haziran 2019
13,2b OKUNMA     545 PAYLAŞIM

Hüzün ve Mutluluk Arasındaki O İnce Çizgide Şarkılar Yapan Grup: Belle and Sebastian

1996'da kurulan ve şimdiye kadar 10 stüdyo albümü yayınlayan grubun insana iyi gelen bir tarafı olduğu bir gerçek.

Grubun hikayesi

biri bana gelip belle & sebastian’ı tek cümleyle tarif etmemi isterse eğer şu uzun cümleyi kurardım; 'bütün kötülüklerle ve zalimliklerle bezenmiş bu sorunlu dünyada, daha ruhunda ve bedeninde kötülüğün izi bulunmayan, saf ve naif olan ve böyle kalmak isteyen; içinde mutlu bir hüzün barındıran küçük bir çocuğun hissettikleri' derdim.

evet, belle & sebastian bende sürekli şu sorunun cevabını aramaya iten bir ruh hali oluşturmuştur; 'bu müzikte mutlu bir hüzün mü var, yoksa hüzünlü bir mutluluk mu?'.-bir nevi mona lisa tablosunun müzik hali-. sanırım bunun cevabını bulunca ben de belle & sebastian dinlemeyi bırakacağım. şu an eğer onları hala dinlemeye devam ediyorsam, tahmin edeceğiniz üzere; grubun son albümünde de bu sorunun cevabını bulamadım demektir.

ismini fransa'da gösterilen bir çocuk dizisindeki; çocuk ve köpeğinden alan belle & sebastian tam bir müzik ordusu. solist ve aynı zamanda o güzel şarkı sözlerinin sahibi stuart murdoch’ın lideliğinde ilerleyen bu yedi kişilik grubun müziğinde popun yanı sıra, yer yer folk rock ve soul etkisi de hissedilmekte. belle & sebastian’in dikkat çeken yönlerinden biri de şarkı sözlerindeki ayrıntılı anlatım. bir söyleşide; inancım ve şarkı yazmak benim hayattaki en büyük desteğim diyen stuart murdoch, aynı anda hem duygusal, hem de komik şarkı sözleri yazabilme yeteneğine sahip. her şarkıda bizlere başka başka karakterlerin kısa hayat hikayelerini, bol tasvirli bir şekilde anlatıyor. geçtiğimiz sene bir müzik dergisi tarafından düzenlenen ve müzikseverlerin oylarıyla belirlenen iskoçya’nın en iyi grubu anketinde birinci olan belle & sebastian son 10 yılın en iyi pop-chamber pop, alternatif pop- gruplarından biri. daha sonra çıkacak benzer pop gruplarına da ilham kaynağı olmuş ve olmaya devam ediyor.

Stuart Murdoch

grubun hikayesi solist stuart murdoch’ın 90 ların başında glasgow'dan londra'ya gittikten sonra umduğunu bulamayıp, tekrar glasgow’a döndükten sonra kendini bulmasıyla başlıyor. üniversiteye başladıktan sonra şarkı sözleri yazmaya başlayan stuart’ı ve grubun diğer altı üyesini bir araya getiren yer ve tarih ise; 1995, glasgow’daki bir cafe. grubun kurulumasıyla başlayan bu süreçte grup elemanlarının düşüncesi fazla popüler olmadan ufak bir proje olarak ilerlemek ve grubun kendi hayatlarını engellemesine izin vermemekti. zaten içten içe hepsi bir iki albüm yapıp dağılacaklarını düşünmektelerdi. fakat debutları "tigermilk"in çıktığı 1996'da, ingiltere’de bir anda patlaması; bunun basit bir okul projesi olarak kalmasını engelledi.

öncelikli olarak "the state i am in" ve "she’s losing it" gibi harikulade iki şarkıyı barındıran albümün tüm kopyaları tükendiği için 3 sene sonra tekrar basılacaktı. ardından aynı yıl çıkarttıkları "if you're feeling sinister"ın atlantik'in öteki yakası birleşik devletler tarafından da iyi tepkiler alması onlara amerika turnesi bile yaptırtmıştı. bu ilgiyi de fazlasıyla hak etmekteydi, zira ben dahil birçok insana göre bu, grubun en iyi albümü olarak nitelendiriliyor. 10 şarkıdan oluşan ve hepsi de birer hit olma potansiyeli taşıyan albüm, biz müzikseverleri “get me away from here i’m dying” dinleyerek bulutuların üzerine çıkarttıktan sonra ağlatıp, gözyaşlarımızın yağmurla birlikte yeryüzüne inme şansını vermiştir.

bir yıl sonra; çıkarttıkları "dog on wheels","lazy line painter jane" ve "3.. 6.. 9 seconds of light" ep'leri grubun eski kayıtlarından oluşmaktaydı ve müzik otoriteleri tarafından oldukça iyi yorumlar almışlardı. belle & sebastian hızını kesmiyordu ve 98'de grubun en iyi albümlerinden "the boy with the arab strap"i müzik piyasasına kazandırdılar. oldukça elektronik etkileşimli olan "a space boy dream", ilk albümdeki "electronic renaissance" ile birlikte, şu ana kadar belle & sebastian’ın yaptığı en farklı şarkılardan biri olarak dikkati çeker. bir diğer öne çıkan şarkı ise "sleep the clock around"dur. 2000'de grubun kısmen vasat kayıtlarından "fold your hands child, you walk like a peasant"ın yayınlanmasıyla ufak da olsa bir hayal kırıklığı yaşanmıştır, zira “i fought in a war” dışında pek de dikkat çeken şarkı yoktur albümde.


tüm bunların ardından grubun bassisti stuart david’in solo projesi looper’la ilgilenmek için grubtan ayrılmasından sonra kan kaybına uğrayan belle & sebastian, 2001 de;"jonathan david" ve "i'm waking up to us" adlı iki ep ve 2002 de todd solondz filmi olan "storytelling" için yaptıkları soundtrack albümünü yayınladılar. bu albüm için çıktıkları kuzey amerika turnesinde gruptan ayrılan biri daha vardı; viyolonsel çalan isobel campbell. grubun kurucularından stuart david'in vedasından sonra gelen bu ayrılık da grubun sonraki albümlerinde fark edilir derecede hissettirir kendini. 2003'e gelindiğinde ise grubun "orta ayar" olarak nitelendirebileceğim kayıtlarından, 6. stüdyo albümleri "dear catastrophe waitress" piyasadaydı. o dönemde popüler olan tatu’nun prodüktörü trevor horn ile çalışan grup, aynı yıl dünya turnesine çıktı.

çıktıkları günden itibaren fazla göz önünde bulunmayı sevmeyen ve sadık bir fan kitlesine sahip olduklarını sık sık dile getiren grup, bünyesinde röportajlar ve konser görüntüleri de içeren dvd'leri “fans only”yi de işte bu müptelalıları için hazırladılar. müzik piyasasına adım attıklarından itibaren bizi kendine mahkum eden belle & sebastian, stüdyo albümü (the life pursuit-2006) çıkartmak için ilk kez bu kadar uzun süre beklediler (3 yıl). 2005'i de, yine gözlerden uzak bir şekilde, 25 şarkılık derlemelerini yayınlayarak geçiren belle & sebastian yaklaşık 3 sene sonra yedinci albümleri "the life pursuit" le bizi selamladı. aynı zamanda beck’in de prodüktörü olan tony hoffer’le birlikte los angeles’ta kaydedilen albüm, "dear catasrophe waitress" albümünün rough trade’den çıkmasından sonra, diğer albümleri gibi tekrar matador records etiketiyle piyasaya sürüldü.

albümde yine aynı alışık olduğumuz belle & sebastian sounduyla karşılaşıyoruz fakat bu sefer sanki duyduklarımız biraz daha neşeli ve net geliyor kulaklarımıza. yani en azından şunu söyleyebilirim; "high fidelity" de agresif ve komik adamımız jack black’in, belle & sebastian şarkısı "seymour stein" için yaptığı ‘iç karartıcı’ yorumu, bu albümde fazla hissedilmemekte. kimileri grubun çıktığı günden beri sürekli benzer albümler yapmasından pek hoşnut olmasalar da yukarıda sorduğum sorunun cevabını bulana kadar bu müziği dinlemeye devam edeceğim. tamam, başlarda "tigermilk" veya "if you're feeling sinister" tadı vermiyor ama dinledikçe bizi de içine alarak ilerleyen ve bahar havası yaşatan bir albüm.

24 seneye 10 albüm ve birçok ep sığdıran ve yoluna emin adımlarla devam eden belle & sebastian, durum onu gösteriyor ki yeni albümleriyle de uzun süre kulaklarımıza ve ruhlarımıza iyi gelecek...


Stüdyo albümleri

Tigermilk (1996)
If You're Feeling Sinister (1996)
The Boy with the Arab Strap (1998)
Fold Your Hands Child, You Walk Like a Peasant (2000)
Storytelling (2002)
Dear Catastrophe Waitress (2003)
The Life Pursuit (2006)
Belle and Sebastian Write About Love (2010)
Girls in Peacetime Want to Dance (2015)
How to Solve Our Human Problems (2018)

Bir dinleyicinin gözünden

belki sevdiğim şarkıları bir takıntıymışçasına, sabah öğle akşam gece tekrar tekrar dinlemeyi sevdiğimden, belki sadece öyle olması gerektiğinden, doğal olan bu olduğundan, neden bilmiyorum, sevdiğim şarkıları hayatımın belirli dönemleriyle özdeşleştirme, kafamın içindeki fotoğraf albümünün soluk renkli fotoğraflarında arka planda usul usul çalan fon müzikleri haline getirme alışkanlığına sahibim. sırf bu yüzden, deliler gibi sevdiğim şarkıları bana hatırlattıkları yüzünden dinlemeyi kestiğim oldu, yine de kazançlarımın kayıplarımdan daha büyük olduğunu düşünüyorum, bu durumdan memnunum, hatta bunu basbayağı seviyorum.


bugün björk dinliyorken, solgun tülden süzülüp küf kokan dolaplı kanepenin kahverengi döşemesine ılık ılık akan mavi kış güneşini, nemden boyası çatlamış duvarları, yıpranmış halının altındaki betondan yükselen, incecik terliklerin içindeki ayağımı donduran soğuğu, portishead dinlerken alabildiğine bulutlu gökyüzünde doğmayı başaramamış güneşi, sabah sisi altında uzanan yağmur kokulu tarlaları, burnumun soğuk tren penceresinde bıraktığı yağlı izi, bilinmeyene yolculuk hissini hatırlamayı gerçekten çok seviyorum. bunlar olmadan da yaşayabilirdim ama öylesi çok daha yavan bir hayat olurdu. fotoğrafların o tek boyutlu evrenlerine sığdırmayı asla başaramayacakları kadar geniş bir dünyayı yalnızca tek bir şarkıda saklayabilmek, müziğin gerçek büyü olduğunu ispata kâfi.

belle and sebastian ile bugün, hayatımın onlar için en uygun zamanında tanışmış olmaktan, belle ile sebastian’ı bugünkü ben ile ağırlıyor olmaktan çok mutluyum. biliyorum ki on, yirmi, otuz yıl sonra, herhangi bir yerde a summer wasting dinlediğimde, seymour stein ile bir şekilde karşılaştığımda bu günleri, bugünkü ben’i hatırlayacağım ve o an hayat duracak, hiçbir şey ama hiçbir şey, hatırlayacaklarım ile müzik arasındaki uyumdan daha üstün, daha mükemmel, daha eşsiz olamayacak, hiçbir şey beni mutlu olmaktan alıkoyamayacak. o an dünyanın en güzel danslarını kimsenin beni görmediği yerlerde edeceğim, herkes şöleni kaçıracak, davullar çalacak, başlarında çiçekten taçlar olan dünyanın en güzel kadınları dünyanın en güzel arabistanından çıkıp gelecekler, oyun bitecek, kazananlar kazandıklarıyla, ölenler öldükleriyle kalacaklar. belle and sebastian yeni bir şarkıya başlayacak...

Belle & Sebastian - Piazza, New York Catcher

Türkiye'ye Sık Sık Gelmesiyle Gönülleri Fetheden Depresif Metal Grubu: Anathema