İnce Memed Okurken Size Acayip Faydalı Olacak Bir Yaşar Kemal Sözlüğü
ali püsküllüoğlu, 2006'da yaşar kemal sözlüğü kitabını yayımlamadan önce aşağıdakileri hazırlamıştım. en azından ince memed okurlarına faydası olur düşüncesiyle hazırladığım kadarına burada yer vereyim dedim.
A
abara: köy evlerinin tavanındaki direkler arasında kalan boşluk.
akarak: su yolu, dere mecrası.
alaçık: hasırdan yapılmış, yarım silindir şeklinde yörük çadırı.
alıp yatırmak: birdenbire hızla koşmaya başlamak.
allalem: sanırım, galiba.
arıtmak: (niyeti arıtmak) niyetini kesinleştirmek.
aşmak: erkek ve dişi hayvanin çiftleşmesi.
ay ıslığı: (ayı ıslığı): parmaklar ağza götürülerek çıkarılan ince ve tiz sesli ıslık.
ayal: geçimiyle mükellef olunan kişi.
B
balkımak: ışımak, aydınlanmak.
barhana: ev eşyası.
beli bıkını kırılmak: her tarafı ağrımak.
belleme: yük hayvanlarının sırtına örtülen keçe, meşin ya da kalın kumaş parçası, binek hayvanını soğuktan korumak için beline sarılan veya eyerin altına konulan keçe.
berdi: toprak evlerin damını örtmekte kullanılan saz, sırık, çalı çırpı v.s.
biruh: ruhu gitmiş, ruhsuz.
bol bolamadı: bol bol, dolu dolu.
burcu bulanmak: dayanma gücünü yitirmek, ağlayacak duruma düşmek.
`buydurmak (bkz: buymak): dondurmak.
buymak: soğuktan donmak.
büvet=> büğet: su birikintisi, gölcük.
C
car: yardım.
cartayı çekmek: ölmek.
ceç etmek: kalburda tahıl elemek
cemmi gafur=> `cemmi gafir: alelade kalabalık.
cendek: insan veya hayvan ölüsü.
cıncık: bardak, kadeh, tabak vb. sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye.
cicim: ince dokunmuş renkli, nakışlı kilim.
cilpirtilik: bir tür maki (cilpirtilik yerine cilpirti daha sık kullanılıyor olabilir)
cipbeter olmak: büsbütün beter olmak
cipil: kirpikeleri genellikle çok açık renk olan sapsarışın mavi gözlü kişiler için de kullanılan bir sıfat; zaman zaman zamir
cokuşmak: (bir yere) çokuşmak: (bir yerde) toplanmak.
Ç
çağşaklı: kirli.
çakır dikeni: dikenli bir bitki.
çamçak: ağaçtan oyularak yapılmış büyük kaşık, kepçe.
çampara: araba dingilinin ucuna geçirilen yassı halka. araba hareket ettikçe ses çıkarır.
çatlamak: sıçmak.
çavmak: yön değiştirmek.
çaygara: çay veya dere yakınındaki küçük pınar.
çemremek (çemirlemek): giysinin kollarını dirseğe kadar kıvırmak.
çeti: baklagillerden dikenli bir çalı.
çımgışmak: uyuşmak, ürpermek; vücudun bir yerinin ağrıması
çiğir: taşlık yol, patika.
çinke taşı: sağlam, sert taş.
çir: yağ.
çont: eli kolu sakat, felç.
çövdürmek=> çöğdürmek: işemek.
D
dahalet etmek=> dehalet etmek: sığınmak.
dalgündüz: güpegündüz.
değilcikten: mahsuscuktan, iş olsun diye.
derakap: hemencecik.
derimevi: keçeden yapılmış çadır.
dilhun: dertli, yüreği yanan.
divlik: [divlek ile ilgili olduğunu sandığım bir kelime, kavun anlamına geliyor] (bir kuş türüdür aynı zamanda, o yörede çok bulunur)
dulda: gölge; yağmur ve rüzgar almayan kuytu.
durraç: turaç.
dünek: ev, ocak (`dunek/@evin) (romanda ev anlamı yerine istirahat anlamında kullanılıyor, "uyku yok dünek yok" gibi).
E
edik: bir tür ayakkabı.
ekmeksiz: zürriyetsiz anlamına gelen bir hakaret.
emecik: emek.
emiştirmek: sağılmadan önce koyunların kuzular tarafından gizlice emilmesi.
emlemek: yarayı ilaçlamak.
emlik kuzu: henüz ot yememiş, yalnız anasını emen kuzu.
evran: devasa boyutlardaki efsanevi yılan. başı kesilse de yerine onlarca yeni başı çıkar. yaşar kemal evranı biri ortadan kalktıkça yerine daha azılısı gelen zalim toprak ağalarına eğretileme olarak kullanıyor.
F
feldirdemek: titremek.
fırdolayı: çepeçevre.
fışkı: tezekleşmemiş hayvan pisliği.
firez: yeni çıkmaya başlamış ekin.
fütur: kaygı, tasa.
G
gail: razı demek olabilir.
galyen: tütün içmek için kullanılan bir tahta ağızlık.
gelha eylemek: atmak, saplamak.
gıllıgış: gizli ve kötü amaç.
göcek: bir karış boyundaki ekin.
göğünmek (göynümek): sararmak.
gözlerini belertmek: gözlerini kocaman açarak imada bulunmak.
gülşeftali=> gülşefteli: açık kırmızı.
güney yeli: lodos.
H
hali: sahipsiz.
hanuman: ev, bark.
hapahap kalmak: yüzyüze, karşı karşıya gelmek.
harim-i ismet: mahrem yer, namus ocağı.
harman savurmak: tahılı samandan ayırmak için dövülmüşünü rüzgâra karşı savurmak
havak: kökü havakmak fiili, yaranın azması, şişip kızarıp iltihaplanması anlamına geliyormuş
hayıt: bir ağaç türü, ayıt olarak da geçer.
hayma: çardak.
hempa: yoldaş.
hırızma: hızma.
hızman: kuru çiriş otu tozunun suyla yoğrulmasıyla elde edilen mataraya benzer bir saklama kabı.
hopur: orman ve çalılıklar kesilerek ya da yakılarak elde edilen tarla.
hörtük: gavur, mendebur gibi bir sövgü.
huğ: saz ya da kamıştan yapılan kulübe (`hug/@rialto)
hulus-u kalp: kalp temizliği.
hütdağı (hüt dağı gibi şişmek): çok şişmek,kabarmak.
hüyük (höyük) : tepe.
I
ığranmak: bir o yana bir bu yana sallanmak.
ıhırcık: akşam üzeri olan alaca karanlık.
ırganmak: sallanmak.
ırılmak: uzaklaşmak.
ifna etmek: yok etmek
İ
iğva: baştan çıkma, yanlış yola sürüklenme.
imi timi bellisiz olmak: kaybolmak, sırra kadem basmak
işmar: başla gözle yapılan işaret.
ipil ipil etmek: parlak bir ışıkla, bir sönüp bir parlayarak yanmak
K
kalaklamak: dalgalanmak
kantarma: azılı atları zapt etmek için dillerini bastıracak biçimde yapılmış demir araç.
kareylemek: kesin anlamına ulaşamamakla birlikte romandan "damın akması" gibi bir şey anlaşılıyor.
karkış: beddua
kasar sürmek: [ağartma işlemi anlamında kullanılmış olabilir, ağartmak, temizlemek anlamında, kasar suyu çamaşır suyu için kullanılıyor hala bu yörede)
kayırtı: gürültü, kargaşa anlamında kullanılıyor olabilir.
kedi taşağı: kırmızı renkli bir çiçek.
kefenk (kefeki): kireçtaşı.
keleplenmek: sancıdan kıvranmak.
kepir: çamurlu, verimsiz toprak.
kerkez (kerkes): akbaba.
kerme: yakacak olarak kullanılan hayvan dışkısı (tezek şekil verilmiş olanı, kerme doğal hali).
kese: kestirme yol.
kesek: bel, çapa veya sabanın topraktan kaldırdığı iri parça; tezek; çimen yapmak için üzerindeki otuyla birlikte çıkarılmış çayır parçası.
kesmelik: kesme taş çıkarılan ocak veya geneli kesmeye müsait ağaç bulunan orman.(romanda ikinci anlam kastediliyor).
kıbal: dış görünüş.
kılaptan: yaldızlı ip.
kılavlamak: bıçak gibi keskin cisimleri bileylemek.
kırfacan: acınacak durumda, bozguna uğramış.
kımık: küçük, ufak (grapes of butcher dedi ki kıymık'tan türeme, ufak, küçük).
kilükali=> kilükal=> (bkz: kiyl-ü kal): dedikodu.
kirmen: elde yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış araç (kirmen/@poison)
kirp diye: birdenbire, aniden.
kirpiştirmek: [(gözlerini) kırpıştırmak anlamında kullanılıyor olmalı]
konurlanmak: gururlanmak, onurlanmak.
konuşuk: nutuk.
koygun: dokunaklı, etkili, içli, acıklı.
köküç (köngüç): ucu sivri kısa sopa. romanda bu sopayla oynanan bir oyun kastediliyor. bu oyunda sivri uçlu köküçler nemli toprağa saplanır, rakipler de kendi köküçleriyle saplanmış sopaları devirmeye çalışırlar.
köpeksiremek: kitaptaki en ilginç fiillerden biri. bunun da kesin anlamına ulaşmak mümkün olmadı ama bağlamdan "çok korkup korkusundan yıpranmak" gibi bir şey anlaşılıyor.
köre: karınca yuvası.
köskelmek (köskenmek): bir yere yaslanarak oturmak.
kubarmak: dayılanmak.
kubur: tabanca kılıfı.
kulun: yavru.
kulunlamak: yavrulamak.
kurada: bozulmuş, işe yaramaz.
kutnu: pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş türü.
külek: bal, yağ, yoğurt vb. şeyler koymaya yarar tahta kova.
külünk: taş kırmakta kullanılan sivri uçlu kazma.
kündükü: koyu mavi.
küren: hayvan sürüsü.
küşümlenmek: kuşkulanmak, kaygılanmak.
L
lain: lanetlenmiş.
lalüebkem: dili tutulmuş.
lenduha: çok iri şey.
lup: büyüteç.
M
mağfur: affolunmuş.
mahzuz: memnun, hoşnut.
maltız: pişirmek amacıyla kullanılan ocak.
mantıvar: bir çiçek türü.
marzıman: erkek eşek.
matluba muvafık: talep eden kişinin amacına hizmet eden (durum).
mecruh: yaralı.
mesrur: sevinçli.
mezdeğe=> mezdeği: kozalaklarından sakız çıkarılan ladin ağacı.
mırmırık: kedi.
mitil: döşek.
muheyya: hazır.
müdahane=> müdahene: yağcılık, dalkavukluk.
müsademe: çatışma, çarpışma (doğrudan yaşar kemal veya çukurova kelimesi olmayabilir).
müstantik: (eskiden) sorgu yargıcı.
N
naşi: -den dolayı, ötürü.
Ö
ölçermek: sönmekte olan ateşi karıştırarak alevini artırmak.
örd olmak: ıslanmak, nemlenmek.
örklemek: hayvanı otlakta iple kazığa bağlamak.
P
pampal: gelincik çiçeği.
patanç: bacak arası, apış arası.
pel pel bakmak: tuhaf tuhaf bakmak.
pelik: parça.
perverde olmak: beslenmek.
peryavşan: yavşan otu. mavi - beyaz çiçekli bir ottur.
pürçük: pürçek: bitkilerin saçaklı kökü veya püskülü; ayrıca bkz. purcuk/@elcikpower
püren: süpürge otu.
S
sadhazar=> sadhezar: yüz bin, çokça.
sağılmak: aşağı doğru akmak.
salta: yakasız, iliksiz, kolları bolca bir tür kısa ceket.
sarat: geniş delikli kevgir.
satlıcan: zatülcenp.
savat: gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen kara nakış.
savlet: saldırma, hamle.
sayrı: hasta.
sepelemek: çiselemek.
sergerde: elebaşı.
sığın: evcilleşmemiş sığır.
sıvgaca: fidan gibi düz, ince.
sıykal: düzlenmiş, düzgün hale getirilmiş.
sigaya çekmek: sorguya çekmek (siygaya cekmek /@ tsan chan).
sinsin: ateş etrafında oynanan bir halk oyunu.
siyim siyim: ince ince, yavaş yavaş.
sokurdanmak: homurdanmak.
solağan: çabuk yorulan, nefes aldığında karnı fazla şişip inen hasta beygir.
söbe: eliptik.
sömelek: kundak çocuğu (mecazen süt çocuğu).
sücinmek: tadını bulmak; mahzuz olmak.
süğen (süyen, söğen): bağ, bahçe çitlerinde kullanılan uzun kazıklar
sümürmek: tabaktaki yemeği sonuna kadar yemek, silip süpürmek.
Ş
şadıman=> şaduman: memnun.
şaki: haydut, eşkiya; ayrıca bkz. şaki/@my jekyll doesnt hide
şavkımak: ışık saçmak, parlamak.
şavullamak: göz gezdirmek, araştırmak.
şayak: kaba dokunmuş, dayanıklı bir çeşit yün kumaş, bu kumaştan yapılmış elbise.
şekavet: eşkiyalık.
şerefyab olmak: müşerref olmak, onurlanmak.
şorlamak: fışkırarak, hızla akmak.
T
taka: eski evlerde tavana yakın açılan küçük pencere.
tapıklamak: birini beğenerek arkasını okşamak, tapışlamak.
taşkala etmek: dalga geçmek, alaya almak.
teberik: yadigar; türbeden alınan toprak parçası.
tebeyyün etmek: belli olmak, aşikar olmak.
tecvit: kuran'ın usulüne göre okunması.
temennah: el göğse ve başa götürülerek eğilinerek yapılan selamlama.
tetebbu: araştırma.
tenkil: herkese örnek olacak bir ceza verme.
tevek: kavun karpuz gibi meyveleri köke bağlayan dal.
tırlık: pamuktan elle dokunan kalın bir kumaş.
tirkemek: dizmek, sıralamak.
tirkenmek (bkz: tirkemek).
toht: köpeklerin boğazına takılan dikenli demir halka.
toklu: 1-2 yaşında küçükbaş hayvan.
tozak: ince ince yağan kar (tozak/@canavarus cangunday; romanda ince yağan kar yerine kavak, meşe gibi ağaçlardan uçuşan pamukçuklar anlamında kullanılmış).
töm töm: zayıflıktan boynu incelmiş.
tutulgası tutmak (tutalağı tutmak): sara nöbeti gelmek, mecazen abuk subuk şeyler yapmak.
tuvana: diri, kuvvetli.
U
ulmak: çürümek, ezilmek, kokmak.
uruşman: ekinler arasında biten bir sarı çiçek.
ustun: yapıların çatısına konan ağaç, kereste.
V
vala: baş örtüsü.
vahşet-i müşekkel: insan kılığına girmiş vahşi.
vefk: üstüne dua yazılı şey.
vıcırdaşmak: kuşların karşılıklı ötmesi.
Y
yağar=> yağır: yük hayvanlarının sırtında eğer ya da semerin açtığı yara
yağlık: büyük mendil
yalım: alev
yamçı: bir yüzü uzun tüylü, kalın yünden dokunarak yapılmış yağmurluk.
yazı: ova.
yazyeri: sürülüp dinlenmeye bırakılan tarla.
yekinmek: davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, kalkmak için hareket etmek, kımıldamak.
yeyni=> yeğni: hafif.
yılancık: bir sıyrığa veya yaraya streptokok denilen mikropların bulaşarak yaptıkları hastalık, kızılyörük.
yıldırdamak: ışıldamak.
yılın yılın yatmak: yayıla yayıla yatmak
yornuk: dinlenme
yornuk almak: dinlenmek
yumak: yıkamak
yurmak: yıkamak (mesela çamaşır yurmak).
yüze çıkmak: kafa tutmak, karşılık vermek.
Z
zait: gereksiz, fazla.
zaparta=> saparta: azar, fırça.
zarılmak=> zarılamak: çok ağlayıp sızlamak.
zecrî: zorlayıcı.
zıknabut=> zeknabut: zehir anlamında ama romanda bir küfür olarak kullanılıyor.
zınkazınk: hıncahınç, ağzına kadar.
zıncar: böğürtlen çalısı.
zort atmak: kendini beğenmişlik yapmak, hava atmak.
zurba: hayvan sürüsü.