Iron Maiden'ın En Başarısız Albümü Denilen Virtual XI, Neden Bekleneni Veremedi?
virtual xi'ın adı geçtiğinde, "iron maiden'ın en kötü albümü" yakıştırması kulaklara çalınır
80'ler boyunca başyapıt üstüne başyapıt çıkarmış maiden'ın belli bir noktadan sonra albümlerinin bu kaliteye erişmekte zorlanıyor olması normal elbette. hatta bruce dickinson gibi tarihin en iyi heavy metal vokallerinden birini kaybettikten sonra çıkan albümlerin kemik hayran kitlesini mutlu etmemesi de normal. doğal olarak virtual xi, maiden'ın en iyi albümlerinden değil. ama en iyi albümlerinden biri olmamasının nedeni sadece müzikal değil. genel olarak iron maiden'ın bu albüm ile yaratmak istediği konseptte de bir sıkıntı var.
bir gitaristin yerini doldurmak genellikle kolaydır. adrian smith gibi şarkı yazarlığı da kuvvetli birinin yeri janick gers ile çok güzel doldurulmuştu. öte yandan maiden'a sadece sesini değil, enerjisini, imajını, şarkılarını veren bruce dickinson'ın yerini doldurmaya çalışmak kendi başına bir riskken, dickinson'a ses olarak hiç uymayan, sahnede de daha sert ve durgun duran blaze bayley ile dickinson'ın yerine doldurmak risk çarpı risk. bu risk the x-factorda işe yaramıştı çünkü herkes albümü merakla bekliyordu, maiden tarzını hafiften bayley'ye uydurmuştu vesaire. virtual xi gelmeden ise "heh şimdi ısındılar, haydi gelsin canavar gibi şarkılar" havası vardı.
virtual xi'ı daha iyi anlamak için o dönemde verdikleri 20 dakikalık tanıtım kitini youtube'da izledim
dönemden birkaç röportaj da okudum. elbette her müzisyen gibi "oo albüm süper oldu" diyorlar ama dikkatimi çeken şey albümü iki alakasız şeye dayanarak satma çabaları: gelişen teknoloji ve futbol. e albümün adı zaten "virtual eleven". hiçbir şarkıda bu söz öbeği geçmediğine göre albümü temsil eden konseptlerin bu olduğuna çok inanmışlar.
"sanal gerçeklik" teması sadece albümün açılış şarkısı futureal'de var. gerçekle hayalin içiçe geçtiği bir dünyayı anlatan şarkıyı temsil eden, kafasına sanal gerçeklik aleti takmış bir arkadaşı da albüm kapağında görüyoruz. bahsettiğim röportajda da grup elemanları teknolojinin ne kadar hayatımıza girdiğinden bahsediyor. bu teknoloji teması şarkıda ve kapakta hafiften eleştirel bir şekilde yer alsa da iron maiden aynı dönemde teknolojiyi promosyon amaçlı kullanıp ed hunter oyununu geliştiriyor. özellikle blaze bayley, oyun için çok heyecanlı ve oyunun yapımı sırasında the angel and the gambler videosunun da aradan çıktığını ve son dönem teknoloji ile jurassic park'tan falan daha iyi bir klip çektiklerini söylüyor. ancak klip, dünya tarihinin en kötü kliplerinden biri. merak eden bulsun izlesin. zaten ed hunter da oldukça kalitesiz bir oyun. bir de oyundan alınan tırt grafikler albüm kitapçığında kullanılmış. sanal gerçeklik temasına bu kadar eğilip kendilerini madara eden oyun yapmaları ve klip çekmeleri de iron maiden gibi görselliğe çok önem veren ve bunu çok iyi beceren (dance of death kapağı hariç) bir grubun güvenilirliğini sarsmış. üzücüdür ki ed hunter gecikmelerden ötürü oyun için heyecanlanan bayley'nin zamanında çıkmamış, aksine bruce dickinson'ın geri dönüşü ile özdeşleşmiştir.
sanal gerçeklik/oyun teması ne kadar havada kaldıysa maiden'ın albümü tanıtırken futbola ağırlık vermesi de bir o kadar garipti. steve harris gibi futbol hayranı birinin başını çektiği grubun 11. albümünün dünya kupası (1998) yılında çıkmasını fırsat bilen maiden tayfası, paul gascoigne, marc overmars gibi baba futbolcularla beraber foto çekilip (gerçi ayrı ayrı çekilip, photoshop ile bir araya getirilmişler. düşününce futbol ve teknolojinin bir araya geldiği bir an varmış demek ki). harris dışında grupta buna pek de bu futbol temasından heyecan duyan başka biri yoktu. tarihinin en beğenilmeyen şarkılarından biri futbolu anlatan weekend warrior olan grup, futbol temasını bu kadar öne çıkardığı albümde futbolla ilgili bir şarkı koymamıştı.
peki neden maiden, kendini böyle iki alakasız promosyon dalgasına adadı?
çünkü grubun popülaritesi düşüyordu ve acilen bir şeyler yapma ihtiyaçları vardı. onlar da dünya kupası dalgasına ve gelişen oyun endüstrisine kendilerini bırakmak istediler. şarkıyla alakası olmayan bir "virtual xi" temasını zorla satmaya çalıştılar, olmadı. hatta bu nafile çaba, albümü ve şarkıları kötü bile etkilemiş olabilir çünkü virtual xi kesinlikle çok kötü bir albüm değil. ama müzikal anlamda günahları da yok değil. aşağıda da belirteceğim üzere şarkılara ekstra bir derinlik katması için eklenen ve genellikle steve harris'in çaldığı klavyeler bugün bakıldığında çok sakil duruyor. blaze bayley'nin vokali genel olarak iyi duyulsa da tizlerde beklenen etkiyi veremiyor. öte yandan dave murray'in klasik sound'una janick gers'in ara ara daha efektli gitarı bence oldukça iyi gitmiş. albümün en büyük sıkıntısı ise müzisyenlikten öte şarkı yazımı. birçok eser aceleye getirilmiş ya da gereksiz tekrarlarla gereksizce uzatılmış. ayrıca ilk iki şarkı ile hareketli ve heyecanlı başlayan albüm, daha sonra daha epik ve ciddi bir tona bürünüyor. bu da albümdeki uyumu bozan şeylerden biri.
1. Futureal
müzikal olarak çok günahı var desem de albümde ilk taşı günahı olmayan futureal atıyor. albümü canavar gibi açan futureal, albümdeki çoğu şarkının aksine daha pozitif tınlayan, tadında suren, gaz bir albüm/konser açılış şarkısı. maiden'in nadiren yaptığı ama yaptı mı da iyi yaptığı kısa ve vurucu eserlerden. verdiği gazı wrathchilda benzetiyorum. ama tempo olarak çok daha hızlısı. bruce dickinson döndükten sonra şarkıyı setlistten hemen dusurmemeleri de grubun şarkıya duyduğu güvenin bir göstergesi. diyecek hiçbir kötü sözüm yok futureal'e.
2. The Angel and the Gambler
ama the angel and the gambler bir çok kişi gibi benim için de iron maiden'in en kotu şarkısı. ilk on saniyesi lord of the flies'ın daha pozitifi gibi geliyor ama sonrası dibe doğru çöküş. bunun iki nedeni var. birincisi klavye. maiden, çok ama çok kısa bir süre klavyecisi olan bir grup olsa da, 80lerde klavye kullanmamak ile övünürdü. ancak 80lerin sonuna doğru synthesizer, maiden muziğine hafiften dahil olmaya başladı. işler ciddilesince michael kenleyden destek alan grup, bu albümde ise klavyenin çoğunu bas gitarist steve harris's birakmisti. klavye yeteneği sınırlı olan harris ise ne hikmetse bu şarkıda klavyenin sesini açmaya karar vermiş. sonuç ise rezalet. daha onuncu saniyede saçma sapan bir klavye introsu başlıyor. daha kötüsü ise 25. saniye gibi başlayan "viyk viyk vik-vik" diye giden klavye rifi. şarkının bütün ciddiyetini alıp götüren, çocuk şarkısı havası veren bir rif bu. rifin kötülüğünun yanında klavye tonunun iğrençliğini de unutmamak lazım. bu saçma rif daha sonra duyulmasa da klavye ara ara başını çıkarıyor. ikinci neden ise şarkının uzadıkça uzaması. belgelerle geliyorum. bak şimdi, nakarat şarkıda üç kez duyuluyor. 2:35-3:21 (neredeyse bir dakika, eh), 4:02-5:35 (bir buçuk dakika, oha), 7:15-9:15 (iki dakika, yuha). yani 10 dakikalık şarkının 4,5 dakikası sadece nakaratın tekrarı. yani 1,5 futureal uzunluğunda bir süre boyunca aynı nakaratı dinliyoruz. rezillik. yeri değil ama bir de o klibi yok mu? dandik 3d görüntüleri, rezil bir klavye tonu ve tekrar tekrar dönen nakarat bir araya geldiğinde the angel and the gambler bir paket olarak maiden tarihine kötü bir şekilde adını yazdırıyor.
3. Lightning Strikes Twice
dibe vurduktan sonra ne gelse kabulümüz. albüme lightning strikes twice ile devam ediyoruz. şarkı klasik bir maiden şarkısı şeklinde başlıyor. "is it the rolling of thunder that scare you?" kısmında bir anda aynı melodinin sertleştiği bölüm benim için şarkının en güzel yeri. nakaratını ise basit ve ikinci kelimenin melodiye tam oturmayıp "maybe lightning srasways" diye duyulmasından dolayı başarısız buluyorum. nakarattan sonra güzel bir solo sonrası bir tekrar daha geliyor ve biraz ani bir şekilde bitiyor. girişteki ilk 1,5 dakikanın devamını getirebilselermiş çok iyi şarkı olurmuş ama bu haliyle biraz eksik kalmış.
4. The Clansman
the clansman ise "heh işte bak bu tam bir iron maiden şarkısı" dedirtiyor. braveheart'tan alınmış konusu maiden'ın daha önceki albümlerinde zaman zaman anlattığı epik hikayelerden biri gibi duruyor. müziği de maiden epiklerinden alıştığımız bir tat veriyor. hem başka maiden şarkılarını andırıyor, hem de kendine has tınısı var. bir yandan "ya bu şarkı bruce'a amma giderdi" dedirtiyor. şaşırtıcı olmayan bir şekilde dickinson'ın en çok seslendirdiği virtual xi şarkısı da bu olmuş. 1999-2003 arasında sık sık bu şarkıyı seslendiren dickinson, 2018 turnesinde de clansman'i çok da iyi bir şekilde söyledi. ama hakkını vermek lazım ki blaze'in stüdyo performansı da kötü değil. "no, no we cannot let them take anymore" diye giden kısmı özellikle muazzam. yiğidi öldürüp hakkını teslim edelim bu arada. steve harris bu şarkıda da klavye çalmış ama bu sefer şarkının ruhuna ihanet etmemiş.
5. When Two Worlds Collide
when two worlds collide, bir heavy metal şarkısı yerine u2 vari bir rock şarkısı gibi açılmasıyla dikkat çekiyor. bunu da olumlu bir deneme olarak görüyorum. blaze'in sesiyle sanki farklı bir grup dinliyormuşuz havası veren ilk kıtadan sonra ise daha maiden bir moda giriyoruz. bence şarkının nakarat öncesi ve nakaratı albümün en akılda kalıcı bölümleri. ama bu noktada ilk kez "ah be keşke bruce bu şarkıyı söyleseydi" dedim çünkü nakaratın tiz kısımlarında bence blaze'in yetersiz kaldığı belli oluyor. eğer dickinson bu şarkıyı söyleseydi zaten iyi olan nakarat eminim ki uçardı. genel olarak şarkının gitar melodileri çok iyi - zaten maiden'ın en iyi yaptığı şey hep bu olmuştur. ancak şarkı lightning strikes twice ile aynı derde muzdarip. iki şarkı da fena olmayan kıtalara sahipken bu kıtalar sadece en başta duyuluyor ve şarkıların ikinci yarıları aynı nakarat ve gitar soloları ile bir anda bitiyor. yine de sınırları zorlayıp başarılı olan bir maiden dinlemek benim için iyi bir deneyim.
6. The Educated Fool
albümün en akılda kalıcı riflerinden bir diğeri de the educated fool şarkısına ait. şarkı iki güzel gitar rifinin üstüne kurulmuş. birincisi "i am an educated fool" mısrasını destekleyen rif, ikincisi de "i want to live my life on my own". şarkı bu ikisinin arasında gidip geliyor. blaze'in sınırlı vokaline destek olmak için geri vokalle beslenen "time will flow"lu kısım da bu gitgeller arasında farklı bir nefes alma şansı veriyor. ölüp bitilecek bir şarkı olmasa da vasatın üstünde, albüme yakışan, dinlerken atlamayacağım ama unutma ihtimalimin nispeten yüksek olduğu bir eser.
7. Don't Look To The Eyes Of A Stranger
albümün çok hayranı olmadığı şarkılarından biri don't look to the eyes of a stranger. taa en başından klavyelerden rahatsız olduğumu söylemem lazım. burada da klavyeleri steve harris çalmış. kendi çaldığı eserlerde sanki klavyenin ses seviyesini biraz arttırmış. şarkının kendisi aşırı kötü değil ama sözlerine baktığımızda fear of the dark v2 gibi bir durum olduğunu görüyoruz. içine biraz da afraid to shoot the strangers sosu katılmış. ve de tabii ki neyi eleştireceğim? albümü bilenler sinirle gülümsüyor şu an, değil mi? tabii ki de yine bir bitmeyen nakarat kanseri ile karşı karşıyayız. 3:21 - 5:23 arasında, yani iki dakika boyunca durmadan "don't look to, don't look to, don't look to the eyes of a stranger" duyuyoruz. ayrıca bu şarkı da diğerleri gibi ikinci yarısında hiçbir kıta bulundurmadan bıktırana kadar nakarat tekrarlayıp, gitar solo çalarak biten şarkılardan. o uzun ve bayık nakarat performansı sonrasında başlayan halay çekmelik soloyu da hem gülerek ama saygıyla karışık bir sempatiyle karşılıyorum. şarkının bitişini ise facepalm ile karşılıyorum çünkü hayatımda duyduğum en salakça şarkı bitirişlerinden biri.
8. Como Estais Amigos
bu gelgitli albümü ve blaze bayley dönemini como estais amigos ile kapıyoruz. sevmeyeni çok bu şarkının ama ben aslında seviyorum bu eseri. maiden'ın diskografisine baktığımızda farklı bir yer tuttuğu kesin. sadece adı ispanyolca diye değil tabii. harris'in elinin değmediği ve maiden'ın o dönemki en yeni iki üyesi gers ve bayley tarafından yazılan şarkının farklı tınlaması normal. özellikle şarkının üçüncü dakikasından sonra giren melodi ve onu takip eden solo neredeyse power metal tadında. bu da şarkının arjantin gibi maiden için farklı bir coğrafyayı anlatmasından dolayı olabilir. şarkı baya duygu yüklü. blaze'in derin sesine çok iyi gitmiş. nasıl drifter paul di'anno döneminin sonuna yakıştıysa, bu şarkı da bayley döneminin kapanışına yakışmış.
şimdi baktığımda çok iyi iki şarkı, iki iyi şarkı, iki eh şarkı, iki de kötü şarkı görüyorum
eşitçe dağıtılmış. bir yandan iyi bir niyet görüyorum. hala ayakta durmaya çalışan, gençlerle buluşmaya çalışan bir grup var ortada ama üstlerine giymeye çalıştıkları kıyafet oturmuyor. gruba elinden geldiğini vermeye çalışan, hayranlara kendini kabul ettirmek isteyen blaze'i görüyorum ama sesini zorladığı için dünya turnesinde konser iptal ettirdiğini de okuyorum. bu yüzden genel olarak baktığımda virtual xi'ı iyi ama hedefi tutturmaktan uzak bir çalışma olarak tanımlamak mümkün. hedefi tutturamamasıyla da dickinson ve smith'in gruba geri dönmesine neden olduğu için teşekkür etmek lazım.
3/5 verdim gitti.
albümü en iyi tanıtan şarkılar: the clansman, don't look to the eyes of a stranger, when two world collide