EDEBİYAT 31 Temmuz 2019
32,9b OKUNMA     588 PAYLAŞIM

Jean-Paul Sartre'ın, 62 Yaşındayken Kendisi Hakkında İtiraflarda Bulunduğu Röportajı

Varoluşçuluğun önemli düşünürlerinden olan Fransız yazar Sartre, yazarlık, entelektüelite ve politika hakkındaki röportajında kayda değer şeyler söylemekte.

Röportajın fransızca kamera kaydını aşağıda bulabilirsiniz

Jean-Paul SARTRE : l'écrivain, l'intellectuel et le politique

otuz üç yaşında bulantı'yı, otuz sekiz yaşında varlık ve hiçlik'i, kırklı yaşlarının başında özgürlük yolları üçlemesini yazan sartre, altmış iki yaşındayken bir gazeteye verdiği röportajda hem kaçınılmaz olanı net bir biçimde ortaya koymuş hem de bazı iç burkan itiraflarda bulunmuş. şöyle ki...

gazeteci: altona mahpusları oyununuzda, oğluna fabrikalar bırakacak olan baba karakteri şöyle diyor: "uzun zaman oldu ki karar vermiyorum. vermem gereken emirleri para ödediğim insanlar fısıldıyor bana." bu karaktere kıyasla, bugün sizin karar alma kabiliyetiniz nedir?

sartre: her geçen gün daha da azalıyor. anlıyor musunuz... yani aslında bir bakıma valery'nin (altona mahpusları'ndaki baba karakteri) de söylediği gibi, birkaç sokrates olarak doğar ve yalnızca biri olarak ölürüz. olanaklar ortadan kaybolur. ancak bu, onun söylediğinden daha karmaşıktır. karar alma kabiliyetini her geçen gün azaltan yalnızca yapılan ve söylenen şeylerin ağırlığı değil aynı zamanda yaptığımız ve söylediğimiz şeylerin başkaları tarafından kişiliğimizi inşa etmek üzere kullanılmasıdır.

şurası kesin ki; sekiz yaşında yazmaya karar verdiğimde, entelektüel olmak gibi bir amacım yoktu. bunun ne demek olduğunu bilmiyordum. yazar olmak istiyordum. ancak bu seçim, içerisinde tohum halinde yeni bir kararı barındırıyordu ve bu da beni entelektüel olmaya, edebiyatın yanında felsefeyi de seçmeye götürdü.

sonrasında şurası açık ki; başlangıçta eserlerimin siyasi bir yanı yoktu hatta eserlerim hümanizmle bile ilgili değildi. bu le castor'un olgunluk çağında anlattığı dönem. ancak sonrasında şartlar beni fransız direnişi'ne angaje olmaya itti. ilk siyasi pozisyonumu burada almam gerekti. bu pozisyon alma durumunun devamı olarak 1945 yılında "varoluşçuluk bir hümanizmdir" başlıklı bir konferans düzenledim ve bu da bulantı kitabımı okuyanların çok büyük bir bölümünü hayal kırıklığına uğrattı. bu konferans kötüydü. ancak okuyucuları asıl inciten şey bu değildi. onları inciten üst üste angaje tavırlar alıp bulantı'daki hümanizm karşıtlığına ihanet etmemdi. benim gelişme olarak gördüğüm şey onlar için söylediğinden geri dönmeydi. bu böyle devam etti. kendimi belirli şeyler yazarken buldum. sonrasında insanlar bana "yazdıklarınız dolayısıyla şöyle ya da böyle davranamazsınız" demeye başladılar. aynı fikirdeysem buna riayet ettim. kısaca, bu durum devam etti. zamanla her defasında bir şey yazdığımda bu yazdıklarım temelinde benden taleplerde bulunmaya başladılar. davranışlarımın kelimelerimle uyumlu olması için beni zorladılar. ben de buna uydum.

bir noktada kendimi kamuoyu tarafından rehin alınmış halde buldum. aslında benim asıl tercihlerim bunlar değildi. başlangıçta entelektüel değil yazar olmak istiyordum. sonrasında entelektüel olmak istiyordum ama siyasete bulaşmak istemiyordum. üzerime konan bu ipoteği yine de sahiplenmem gerekti. çünkü bu "başkaları için ben"di. "kendim için ben" diye bir şey yoktur. başkaları için olmadığı gibi "kendim için ben" işkencedir, ıstıraptır.

birçok yönden kontrolüm altında olmayan ve sık sık benim dışımda karar veren bir kişiliği sahiplenmek zorunda kaldım. eğer şu veya bu mesele üzerine belirli bir tipte eyleme katıldıysam artık aynı temel kriterlere haiz benzer bir başka eyleme de katılmak zorundaydım. işte bu şekilde kontrol benden çıkıyordu.

diyalektik aklın eleştirisi'nde bunu "donmuş gerçekliğin yükselişi" olarak tanımlıyorum. yani daha önceden özgürce yapılan seçim sonrasında donmuş maddesel bir koşullanmaya dönüşüyor. şu zamanda şunu yapmıştın, orada duruyor. kendini onunla ilişkili biçimde tanımlamak zorundasın. yapacak bir şey yok. ve bu hep böyle olacak. sonuç olarak bunun herkesin başına geldiğini düşünüyorum. yaşlanma bu. gorz, les temps modernes gazetesinde bununla ilgili çok güzel bir yazı yazdı. toplumsal yaşlanma diye bir şey var bu, psikolojik ve fizyolojik yaşlanmadan tamamen ayrı. gorz şöyle diyor: "kariyerime yeniden yön verecek yaşta değilim. çünkü uzun bir öğrenme sürecinin karşılığını alacak yaşı geçtim. şu veya bu kariyere sıfırdan başlamayacağım. dolayısıyla her geçen gün daha fazla kendi sınırlarım içinde sıkışacağım." bana olan da bu.

cambaz olma fikrimden çok erken bir dönemde caydım. sekiz yaşımda bunun hayalini kurardım. olmak istediğim şey ve başkalarının beni yaptığı şeyin bir tür karışımından öte başka bir şey olmaya çalışma çabasından vazgeçmek gerek. sonuçta bu benim nesnel gerçekliğim. yabancılaşmış halde ama bu normal çünkü hepimiz öyleyiz. bununla baş edebilmek gerek. bana kalan küçük bir seçim olanağı. donmuş gerçeklik kütlesi seçim hakkımı tümden elimden alana kadar bunu kullanmam gerek. bu küçük seçim olanağını da kaybettiğimde bir kuklaya dönüşeceğim.

Stanley Kubrick'in Röportajlarından Çeşitli Alıntılar

Teoman'ın, Kendisi Hakkındaki İntihal İddialarını Cevapladığı Blue Jean Röportajı