SİNEMA 3 Temmuz 2017
185b OKUNMA     1628 PAYLAŞIM

Kemal Sunal Filmleri Neden Bu Ülkeye Yapılmış Büyük Bir Kötülük Değildir?

İlyas Salman'ın deyişiyle "anası ağlayan bir milleti güldüren adam" Kemal Sunal'ın son dönem filmleriyle ilgili ilgi çekici bir yazı.


özellikle son dönem filmlerine baktığınızda derin depresif bir hava görebilirsiniz. hatta kemal sunal denilince akla gelen ilk şey (bkz: gülmek) tabusunu yıkmak için özellikle yapıldığını bile düşünebilirsiniz. çünkü geç dönem kemal sunal filmleri az komik, çok toplumsal, bolca trajik, zaman zaman ise şaşkınlık verecek derecede karamsardır.

turgut özal'la birlikte bir anda farklılaşan, batıyla kucaklaşacağız derken suudi araplara kundeye gelen, yoğun arap turizmi ve yerleşimiyle yerli insanların özellikle büyük şehirlerde kendini ikinci sınıf vatandaş olarak bulduğu, arap yerleşimiyle uçan kiralar ve özelleştirmeler sebebiyle sıradan vatandaşın elinde patlayan "büyüyen ekonomi" yalanı yüzünden cinnet sınırına geldiği bir dönemde (yaşayanlar hatırlıyor zaten) kemal sunal çoğu sözde sanatçı gibi bir kenara çekilip felsefi denemelere girişmemiş, sıradan insanın cinnet halini filmlerinde yaşamış ve yaşatmıştır.


son dönem filmlerinde çoğu yerin araplara peşkeş çekilmesinden, bu sebeple türklerin öz yurtlarında kendini ikinci sınıf vatandaş olarak bulmasından, yükselen yalancı "hacı-hocalık" akımının nasıl sıradan insanların manevi duygularını kullanarak maddi çıkar elde ettiğinden bahseder.

ama bunu öyle umutsuz şekilde yapar ki, "ne olursa olsun kaybedecek olan biziz. bu kadar kötülükle baş edemeyiz biz" mesajı verir adeta. kemal sunal'ın son dönem filmleri ile ilgili spoiler vererek ne anlattığımı örnekleyeceğim için eğer kemal sunal filminde spoiler'a düşmek gibi istisnai bir durumdan muzdaripseniz devamını okumayınız (bir insan kemal sunal filminde spoiler'dan yakınıyorsa ya uzaydan gelmiştir ya da amneziden muzdariptir).

davacı (1986)

davacı filminde abuk bürokrasinin çarkları arasında ezilen sıradan insanların dramıyla açılış yapar bu döneme sunal, filmin sonu umutsuz bir şekilde biter ama bu daha başlangıçtır.


yakışıklı (1987)

yakışıklı filminde ailelerine bakmak zorunda oldukları için evlenemeyen iki aşığı anlatır, ama altta ana tema geçim derdi, arapların istanbul'da ev kiralamaya başlaması yüzünden uçan kiralar nedeniyle ev bulamamaktır. evli oldukları halde evlenemeyen karı koca sonunda başını sokacak bir dam bulmak için yegane seçeneğin hapse girmek olduğunu anlar ve kelepçeler eşliğinde hapse girer, film böyle biter.


kiracı (1987)

kiracı filminde ailecek yine kiradan, hayat pahalılığından, geçim derdinden muzdariptirler. yine her ev araplar tarafından fahiş fiyatlara kiralandığı için kiralar uçmuş, ahir gibi evlere bir maaştan fazla kira istenir olmuş, "büyüyen ekonomi yalanı" yüzünden hayat pahalılanmış, geçim imkansız hale gelmiştir. kiralık ev bulmak uğraşlarında iki kelimesinden biri allah olan sahtekar hacı ev sahibi gerçeğiyle karşılaşmışlardır. kendi kızı italyanla evli olduğu halde millete namus ve iman bekçiliği yapan, bir oğlu içip ortalığı dağıtan bu hacıyla gerçek hayatta karşılaşmamış hiçbir kiracı yoktur malum. filmin sonunda hiçbirşey çözülmeden, aynı umutsuzluk ve karamsarlık içinde biter. küçük aşk kaçamağını kaybeder. sevmediği bir hayatı sevmediği şekilde yaşamak zorunda kalır sunal'ın karakteri.


japon işi (1987)

japon işi filminde artık küçük insanlara ve onların küçük hayallerine yer kalmadığını anlatır, ya devasa başarılar elde edilmeli ya da yok olunmalıdır, bu yeni dönemde orta direke yer yoktur. devir fırsatları değerlendirip büyüme devridir, büyük balık olup küçük balığı yutma devridir. bir aşk teması üzerinden bu yalnızlığı ve küçük insanın yok oluşunu anlatır sunal. mutlu son gibi gözükse de sonu bir bitişi anlatıyordur aslında.


uyanık gazeteci (1988)

uyanık gazeteci filminde terör ve uluslararası savaşın her yani sardığı dönemde aslında insanların anlaşmakla, konuşmakla herşeyi çözebileceğini, yapay kavgaların ve çatışmaların sadece zenginler ve siyasetçiler için bir kazanım olduğunu, geri kalan insanları kin ve nefret dalgasına sürükleyerek ziyan ettiğini anlatmaya çalışır. simgesel bir şekilde kaybolan hasarı çocuk barışı aradığı sırada "barış" diye bağırırken uluslar arası silah tacirleri tarafından başından vurularak öldürülen bir gazeteci rolünde çok şey anlatır sunal. "barışı isteyen olur" der açık açık.


öğretmen (1988)

öğretmen filminde yeni dönemin en net resmini çeker kemal sunal. "inançla büyüyen türkiye" masallarının aslında nasılda bir yandan maneviyatı sömürürken öbür taraftan içini boşalttığını, açgözlülük ve hırsın alkışlanacak birşey haline geldiğini anlatır. aynı zamanda yine bir maaştan fazla tutan evler, yine yaşam pahalılığı, yine geçim derdi yüzünden, geçinememek yüzünden yavaş yavaş ulaşılan cinnet hali vardır. bir öğretmenin büyükşehirde tutunma çabası bir trajediye dönüşür. başarılı bir öğretmenin bu "büyüyen" dönemde nasıl hayatta kalmaya çabaladığını, beceremeyerek aklını kaybettiğini gösterir filmin sonunda.


düttürü dünya (1988)

düttürü dünya filminde yine küçük adamın küçük dramına, yokoluşuna, hayallerinin batısına tanık ettirir izleyeni sunal. yoksulluk, geçim derdi, umutsuzluk ve kaybolan hayatlar filmin ana temasıdır.


gülen adam (1989)

gülen adam filminde yine bürokrasi, yine sıradan insani önemsemeyen "büyüyen ülke"ye odaklanır. yine dürüst bir maaşla yetirilemeyecek ev kiraları ve hayat pahalılığı yüzünden mutluluğundan olan bir adam vardır. film boyunca ne olursa olsun gülen adam çocuğu olunca onun yaşayacağı hayatın umutsuzluğu yüzünden ağlar, ağlaması o çocuğun yaşamak zorunda olacaklarındandır.


koltuk belası (1990)

koltuk belası filminde yozlaşan, yükselen değerleri para ve ekonomik güç olan, maneviyatı bile bu uğurda kullanmaktan çekinmeyen dönemin yaşantısına ışık tutar. en dürüst insanın bile çark içinde kendini kaybedeceğini, bütün kavramların lüks, itibar gibi şeylere odaklandığını, aradaki bütün bağların bu çıkarlara dayalı olduğunu, gördüğü bütün saygının çıkarlar sebebiyle olduğunu gösterir sunal. iyi niyetli bir insanın bile nasıl ayartılabildiğini nasıl baştan çıkarılabildiğini anlatır. dönemin özetidir bu: çıkar=herşey. filmin sonunda delirir sunal'ın karakteri, geleceğe yönelik bir kehanettir bu.


boynu bükük küheylan (1990)

boynu bükük küheylan filminde artık kalan komedi kırıntılarını da bir kenara bırakmış, tamamen drama odaklanmıştır. geçim sıkıntısı, şehirleri domine eden köy kültürü ve adetleri, çıkar, yozlaşma, maneviyattan beslenen sahtekarlıklar hepsi çorba olmuş ve lezzetsiz bir aş haline gelmiştir. baştan sona dram filmidir.


varyemez (1991)

varyemez filminde cimri bir karakterin yalnızlığını anlatmaya çalışırken aslında paranın, gücün, yozlaşmanın, herşeyin sahteleşmesinin belgesini sunar sunal. para mutsuzluk getirmekte ama parasızlık herşeyi götürmektedir. bu ahlaki ve gündelik açmazda tamamen havada biter film.


malum bundan sonra rahmetli kemal sunal uzun yıllar sinemaya ara vermiş ve son bir film çektikten sonra vefat etmiştir. (propaganda, 1999)

eğer gerçekten yukarıdaki yazıyı zaman ayırıp okuyan olduysa farkedecektir ki sunal'ın filmleriyle tanıklık ettiği o dönem 2 perdeliktir, ilk perdesi o zamanlar yaşanmış ikinci perdesi ise yıllar sonra sahneye konmuştur.

ve ne tesadüftür ki -ister inanın ister inanmayın- artık kemal sunal'ın bir filmini internette (mesela youtube'da) seyretmek isterseniz altında sonu gelmez küfür ve hakaretlere tanık olarak içiniz parçalanır. kemal sunal'a dahi bir dünya hakaretler ve çok ağır ithamlar edildiğini görürsünüz. oluşturulan kin ve nefret kültüründe, yalancı tarihçilik, sahtekar maneviyatçılık gibi zehirli ve öldürücü silahlar kullanılarak yeni nesiller kemal sunal'a bile nefretle bakar hale gelebilmiştir.


inanması zor ama kemal sunal gibi bir değerden nefret edip hakaret edenlerin sayısı sevenlerinin sayısına denk gelmeye başlamıştır (çok üzülerek söylüyorum bunu). maneviyatla vahşiliği, milletiyle gurur duymakla zalimliği, geçmişiyle övünmekle dangalaklığı karıştıran ve sayısı çığ gibi büyüyen mahluklar türedikçe kemal sunal bile bir hedef olarak görülecektir.

ikinci perdenin ürünüdür bu.

eğer ki bu topraklarda kemal sunal bile hedef haline getirilip aşağılanabiliyorsa, küfürler ve ithamlarla kara çalınabiliyorsa; artık ne o toprakta lezzetli yemiş yetişir, ne o yetişen zehirli yemişten yiyenden hayır gelir.