YAŞAM 6 Eylül 2018
48,5b OKUNMA     833 PAYLAŞIM

Keyifli Bir İstanbul Aktivitesi: Beyazıt'tan Sirkeci'ye Aylak Aylak Yürümek

Onlarca farklı güzergah imkanıyla İstanbul'da yapılabilecek en güzel aktivitelerden biri.
iStock

aylakça'dan kasıt, öyle aceleyle değil de, oraya buraya takılarak, kitapçılara, acayip dükkanların vitrinlerine baka baka yürümektir. güzeldir. bilhassa öğleden sonraları. eğer yaz ise 18.00-18.30 suları tavsiye edilir. 

ideal güzergah şöyle olabilir; beyazıt'tan sahaflar çarşısı'na girilir. sahaflar çarşısı artık kırtasiyeler çarşısı olduğu için burada pek oyalanılmaz, şöyle bir bakılır, enteresan bir durum var mı diyerekten, sonra kapalıçarşı tarafındaki kapıdan çıkılır ve hemen karşıya denk gelen kapıdan kapalıçarşı'ya dalınır. burada yine aylakça bir yürüyüşten sonra -tercihen- nuruosmaniye kapısından çıkılır. nuruosmaniye camiinin önündeki geçitten geçilir ve eski milliyet gazetesinin sokağına gelinir. burası da neşeli bir sokaktır, etrafta oyalanacak bir sürü enterasan durum, dükkan vardır. bu yürüyüş bizi cağaloğlu meydanına getirecektir. burada güzergah seçenekleri iyice çoğalır. çok çok vaktiniz varsa ve yürümeye üşenmezseniz, dümdüz devam edip yerebatan sarnıcı'na giden yola girersiniz, solda cağaloğlu hamamı filan vardır. bu da güzel bir yoldur ve sonuçta sizi sultanahmet'e götürür. 

buraya gelince iş artık iyice zıvanadan çıkmıştır ama hedef sirkeci ise sola sapıp alemdar caddesinden gülhane parkı'nın önüne gelirsiniz. burada biraz kafanızı kaldırıp yukarı bakarsanız alayköşkü'nün görürsünüz. evet padişahlar eskiden burada oturup sefere çıkan alayları izlermiş. ve yine tramvay yolunu takip ederek sirkeci'ye varırsınız. eğer bu güzergahı tercih etmeyecekseniz cağaloğlu meydanına geri dönelim. evet meydandan sola saparsanız babıali baskını'na giden enver paşa gibi hafif adımlarla vilayete doğru ilerlersiniz. burada da iki ayrı yol çıkar. birincisi ana yoldan devam edip, vilayetin önünden sirkeci'ye inmek. ikincisi soldan aşağı inen kestirme yokuşa, cağaloğlu yokuşu'na sapmak. itiraf edeyim bu yokuş, daha neşeli, civcivlidir. envai çeşit seyyar satıcı, kırtasiyeci, matbaa, seyyar kitapçı vardır. 

neyse ana yol da bu yan yol da vilayetin hemen aşağısında birleşir. burada artık tek bir yol vardır. paşa paşa sirkeci'ye inilir. ama "yok ben illa daha da dolanacağım" derseniz, o da mümkün. kestirme yan yol demiştik ya az evvel. burada aşağı doğru inerken sola bazı sokaklar gider. buralara girerek, sirkeci-yeşildirek derinliklerinde dolanabilir, istanbul erkek lisesi'nin hemen altındaki eski sokaklarda gezinebilirsiniz. bu yol sizi büyük postane'nin arkalarına ulaştırır. buradan da tıngır mıngır etrafa bakınarak sirkeci'ye ulaşmak gayet keyiflidir, güzeldir.

Farklı bir alternatif

beyazıt meydanına yürüyerek gelirsiniz, ilk önce karşısınızda tarihi üniversiteyi görürsünüz, istanbul'un ilk üniversitesidir burası. meydanı da meshurdur. tvlerde, gazetelerde çıkan birçok protesto, polisten kacma, bir zamanlar zabıta-simitci kovalamacası burada yaşanmıştır. güvercinleri de meshurdur. anlatınlanlara göre ıı. beyazıt'ın cami meydanında salıverdiği güvercinlerin torunlarıdır onlar. yem satanları sevindirmek için biraz paraya kırıp güvercinleri yaşatmadan geçmek olmaz. karşınızda beyazıt camii karsılar sizi. her ne kadar sultanahmet camii ve süleymaniye camii'nin arasında kalmış olsa da mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yerdir.

arkasında sahaflar carsısı vardır. günümüzde sahaf özelliğini taşıyan 2-3 tane dükkan vardır ama bunların sahipleri ile bir muhabbete dalarsanız gezinin sonunu getiremeyebilirsiniz o yüzden "abi bu kitapta ne yazıyor?", "şunun konusu nedir" gibi bugünlerde çok az insanın sorduğu sorular sormayın. çarşıda kaçırmayacağınız bir iki önemli şey var. o da beyazıt'tan girişte hemen solda bulunan ilk matbaalardan kalma baskılar bir de hemen onun yanıdna bulunan gravürler. ayrıca yine soldan ilerlediğiniz zaman 2 veya 3 dükkan sonra yıllanmış şarap gibi kitaplar vardır. osmanlıcanız olmasa da gidin bir el sürün, bir anlık zaman yolculuğuna çıkın, günümüzde kitabın elinize ne kadar çabuk ulaştığının farkına varın..

sahaflardan çıktıktan kapalıcarsı'ya girmiyoruz cünkü nazmiye demirel o yoldan bahsetmiş. biz sirkeci'ye gitmek için diğer bir alternatif yolu divanyolu'nu tercih edeceğiz. "bizim bugün divanyolu adıyla andığımız cadde, roma imparatoru büyük konstantin'in doğu roma olmak üzere inşaa ettiği bu kentin ana caddesinin, yani mese'nin başlangıç kısmıydı. bu ana cadde üzerinde, çemberlitaş, beyazıt ve aksaray'da, aslında bugün de olduğu gibi meydanlar vardı. aksaray'da bu ana cadde bir çatal yapar, güney çatalı yedikule'ye, kuzeydeki de edirnekapı'ya uzanırdı. osmanlılar beyazıt-sultanahmet arasındaki caddeyi korudular ve saray'da toplanan divan-ı hümayun'a giden (ya da oradan dönen) vezirler, askerler ve başka görevliler buradan geçtiği için "divanyolu" dediler. yeniçeriler de buradan geçtiği için şimdi çemberlitaş-beyazıt arasındaki bölüme onların adı verildi. iki imparatorluğun "ana caddesi" olan bu güzergâhta, ikisinin de çeşitli kalıntıları var. bugün bu yolu isterseniz on beş dakikada yürürsünüz, isterseniz salınarak, sağa sola girip çıkarak, iki saati tamamlarsınız." tramvay yolunda ilerlemeye başlarken hemen tarih karşılar bizi.

sağ tarafta bir külliye ile başlangıç yapmak çok güzel. "külliyeyi, yaptıran köprülü ailesinden merzifonlu kara mustafa paşa. bu ailenin bütün üyeleri osmanlı'yı ayakta tutmaya çalışmıştı. niyeti aynı olan damatları mustafa paşa ise, ikinci viyana kuşatması'nda uğradığı bozgunla karlofça'ya giden yolu açmış ve ötekilerin bütün çabalarını boşa çıkarmıştır. bu külliyenin dershane-mesciti de sekizgen biçiminde ve minaresiz. cadde üstünde olan dükkânları genişleme sırasında yıkılmış. medrese sağlam artık. on odası var ve ortadaki avluyu üç yanından kuşatıyor. köşesinde beş cepheli güzel bir sebili de var. bu küçük alana bir de sibyan mektebi sığdırılmış. yanındaki su deposunu da unutmayalım. külliye'nin yanindan denize doğru açılan gedik paşa caddesine girerseniz, az sonra solunuzda fatih'in son sadrazamı (rum asıllı) gedik ahmed paşa'nın önce camiini, sonra da daha ilginç bir yapı olan hamamım göreceksiniz. paralel bali paşa sokağında ise 1914'te amerikalıların yaptığı, şimdi ermenilere verdiği protestan kilisesi'ni bulabilirsiniz. buralarda gedikpaşa çarşısı canlı ve renkli. o arada azak apartmanları bu yakanın erken batılı apartman örneği olarak ilginç. eski azak tiyatrosu da güllü agop'un tiyatrosunun yerinde yapılmıştı. şimdi o da yok."

ilerlemeye devam ederken tekrar karşı tarafa geçmeniz gerek. çünkü çorlulu ali paşa medresesi var. "18. yüzyılda inşa edilmiş. burada da, pek ilginç olmayan bir cami, özellikle de hoş bir nargile kahvesi olduğu için çok daha ilginç bir dershane ve çoğu halıcı dükkânı haline gelmiş medrese odaları." burada yorulduysanız ilk molanızı verin, bir elmamızı için derim. kısa bir dinlenmeden sonra, az ileride "bir bahçe (hazire) içinde koca sinan paşa külliyesi'nin önündeyiz. enderun'dan yetişme, arnavut asıllı sinan paşa yemen ve tunus fatihi olarak tanınır. burada, on altı kenarlı olan türbesinden başka, küçük bir medrese ve ilginç bir sebil görüyoruz. mimarının davut ağa olduğu biliniyor. mezar taşlan da incelemeye değer." mezar taşlarını okuyabilen insanlardan değilseniz canınızın sıkıldığının farkındayım o yüzden ilerlemeye devam edelim

hemen sağda ilk kapıdan, berber dükkanından değil cami'de* içeri giriyoruz. karşımızda atik ali paşa camii var. iki girişi var bu caminin. isterseniz düz devam edip kendinizi kapalıcarsı'yı hemen yanıbaşınızda veya nuriosmaniye'nin o muhteşem görünüşüne kaptırabilirsiniz. ama size tavsiyem daha yeni restorasyondan geçmiş bu camiyi gezmeniz. "gene bir ii. bayezid dönemi devlet adamı, gene fetih öncesi özellikler gösteren bir cami. burada ana mekân kare biçimindedir. dışından payandalarla desteklenmiş pencereli kasnak üstünde kubbe yükselir. mihrap kısmında bir çıkıntı vardır ve bir yarım kubbeyle örtülüdür. ilk haliyle fatih camii'nin de bu plana göre yapılmış olduğunu biliyoruz, (tabiî çok daha büyüktü) külliye binalarından pek bir şey kalmamış ama medresesi, caddenin karşı tarafında duruyor. yol genişletilirken o da biraz tıraşlanmış. on iki odası ve ortada kare planlı bir dershanesi var. bir süreden beri kültür vakfı'nın elinde. eskiden kitap satışı olurdu ama şu anda boş hatta ne hazinki bazen ehliyet kursu ilanı falan görüp deli oluyorum." camiyi gezdikten sonra girdiğimiz kapıdan çıkıyoruz. kenardan yürümeye devam ederken osmanlı'nın neden mezarlarla iç içe yaşadığını veya mezartaşlarınıdaki farklılıkların nedenini arkadaşlarınızla tartışabilirsiniz.

ve çemberlitaş meydanına geldik. beyazıt meydanı'ndan sonra yeni bir meydan karşımızda. çemberlitaş meydanı'na geldik. milion'dan sonraki ilk meydan. konstantin forumu'ydu burası ve sütunun üstünde de kenti kurmaktan başka hıristiyanlığı serbest bırakan imparatorun "lir çalan apollo" kılığında bir heykeli vardı. heykel yok olalı çok oluyor da, 18. yüzyıldaki bir semt yangınından sonra sütunun ayakta kalabilmesi için demir çemberler takıldı. ama o da ne. belediye iki senedir restore edeceğim diye ünlü cemberlitas'ı kapatmış resmen. oraya gelen binlerce insana sadece cemberlitas'ın fotoğrafının olduğu bir açıklama koymuş ne bitiş tarihi belli, ne de ne yapıldığı. boşverin "burası türkiye" edebiyatı yapmadan sol taraftaki dışı temizlenmiş, daha yeni inşa edilmiş gibi duran mükemmel bir barok örneği nuriosmaniye camii'ne gözlerinizi cevirin.

cemberlitas'ı ve durağı geçtikten sonra meshur cağaloğlu hamamı karsılıyor. simdi sizi tekrar karsıya almak zorundayım cünkü şu anda faaliyette olan ender medrese türü çalışan yerlerden birindeyiz. kubbealtı'ndayız. köprülü tarafından yapılmıstır burası. daha sonra kubbealtı vakfına devredilmistir. büyük ihtimalle iceriye rahatlıkla girebilir, külliye'yi gezebilir ve istanbul üzerine cıkan kitapları ucuza satın alabilirsiniz. "köprülü külliyesi'nin başka binaları: cami, medrese, türbe. han da arkamızda kalıyor. girişi vezir hanı caddesinde. köprülü mehmed paşa son devşirmelerden biridir. arnavut asıllıydı. hâlâ çocuk olan oğlu iv. mehmed ile birlikte, devletin geçirdiği depremleri bir türlü durduramayan turhan sultan, artık iyice yaşlanmış ve pek fazla da tanınmayan bu veziri 1656'da sadrazamlığa getirdi. bu sert paşayla birlikte, artık yaylan gıcırdayan devleti bir süre daha ayakta tuttu. ama ahali herhalde köprülü mehmed paşa'nın sertliğinden pek hoşnut değildi ki şimdi önümüzde duran açık türbesine bakarak, "paşa, mezarına rahmet yağsın da gazabını dindirsin diye tepesini açık tutmuş" tarzında yorumlar yaptılar. cadde üstünde dershane ve mescit olarak yaptırılmış küçük bina var. sekizgen planlıdır. minaresi yoktur. avlunun öteki tarafında şimdiye dokuz odası kalan medreseyi görürüz. oğlu fazıl ahmed paşa'da köprülü'nün türbesinde gömülüdür." tekrar sizi karşıya alıyorum ve eskiden hamam olarak hizmet veren ve şu anda lokanta olarak hizmet eden içi ilginç binaya girmenizi tavsiye ediyorum. tabi ki bir şeyler atıştırmanız için değil, yoksa geziniz orada noktalanabilir, turistlere hitap ettiği için ucuz değil normal olarak.

eski hamamın biraz ilerisinde basın müzesi karşılıyor sizi. işte divanyolu'nda tek müze. mutlaka gezilmesi gerek. "bu binayı safvet paşa, darülfünun (üniversite) olsun diye yaptırmış. mimarının fossati olması muhtemel. istanbul'da "üniversite" olsun diye birçok bina inşaatına başlanmış, ama bitmeden bina başka devlet dairesinin elinde kalmış." basın müzesini gezdikten sonra aşağıya doğru yürümeye devam ediyoruz. karsımıza cok tartısılan ıı abdulhamid'in türbesi çıkıyor. "yaptıran, ii. mahmud, tarzı gene "ampir"dir. içinde mahmud'un yanı sıra oğlu abdülaziz ile torunu abdülhamid'de yatmaktadır. hazirede ise şeyh bedreddin'den sait halim paşa'ya kadar birçok ünlü kişinin mezarı vardır. saltanat sonrası ölen osmanlılar da, saltanatın sona ermesinde bir miktar payı olan ziya gökalp de buradadır." mezartaşlarını görmek, yıllar içinde olan değişiklikleri hissetmek ve artık hiçbir ideolojik anlamı kalmayan (ismi dışında) türk ocağı'nda bir çay içelim derseniz çok iyi edersiniz çünkü yolumuz uzun ve sirkeci'ye kadar böyle otantik ve ucuz yerler bulmak kolay değil. cayınızı içtikten sonra daha kırmızı ısıkta beklerken kösedeki çeşmeden hararetinizi giderin. bir dakka köprülü kütüphanesini unuttuk.

suyunuzu için ve geriye doğru birkaç adım atın. karşıya bakın. yok piyer loti'ye yemeğe değil, küçük bir kutu gibi duran, bana her zaman mazlum gözükmüş, daha bir kere içeriye bir kişi girerken görmediğim köprülü kütüphanesi var karşıda. az aşağısında ise "eski konservatuvar var şimdi eminönü belediyesi oldu ve yeni, ama eski tarza uygun yapılmış bir bina da eklendi. bu arada orada olduğu bilinen theodosios sarnıcı da ortaya çıkarıldı. belediye binasından girip bu güzel, orta boyda, 5. yüzyıldan kalma sarnıcı görebilirsiniz." buradan tekrar aşağıya doğru inmeye devam ediyoruz. karsılıklı lokantalar ve alışveriş yerleri. bu dükkanların sonlarından birin de yeni açılan güzel bir kitabevi her ne kadar genellikle yabancı turistlere hitap etse de istanbul ve türkiye üzerine birçok güzel kitap var. ayrıca dükkandaki bayanlarda çok yardımsever.

neyse kitapçıdan çıktık ve az ileride sağda sultanahmet adliyesini gördük. tabi oraya gidecek vaktimiz yok. düz yürümeye devam ediyoruz. sağımızda güzel bir park var içinde. içinde mehmet akif ersoy'un bir türlü temizlenmeyen büstü var. cok mahzun duruyor ama sultanahmet'e de 24 saat bakması belki onu rahatlatıyor. bu parkın sonundan sultanahmet meydanına ve camisine bakmanın doyumu yok. fotoğraf çektirmek için en mükemmel manzaralardan biri.. hatta eskiden burada çok ucuza şip şak resminizi cizen bir yaşlı amca da vardı ama artık görünmüyor ortalıkta.

parkın sonunda sola doğru çıkarsanız, tramvayın hemen sonundaki "bir bahçe içinde duran firuz ağa camii'ne bir göz göze gelirsiniz. ta ii. bayezid zamanından, yani kentin en eski camilerinden biri. zaten tek kubbesi, duvardan destek alır. minaresi nedense sağda değil, soldadır. yaptıran hazinedarbaşı firuz ağa'nın türbesi de bahçededir." karşıda ise "şimdi türk edebiyatı vakfı olan ama edebiyattan çok halıyla iştigal ettiği izlenimini veren, cevrî kalfa sibyan mektebi'ni görüyoruz. iii.selim'i öldüren zorbalar, sonradan ii. mahmud olacak şehzadenin dairesine öldürmek üzere saldırınca onu sarayın damına kaçıran, saldırganları oyalamak için de mangaldaki külü gözlerine savuran yürekli kadın. eline geçeni hayrata yatırmış." edebiyat vakfı'nda kitaplar çok ucuzdur o yüzden kısa bir süre için de olsa içeri girmenizi tavsiye ederim. üçüncü kitapçı ziyaretinden sonra aşağıya doğru bir sürü sultanahmet köftecisi olduğunu iddia eden lokanta ile karşılaşırsınız. size en mütevazi olanına girin derim bence. öğrenciye orası yakısır zaten. neyse yemeğimizi yedik ve aşağı yürümeye devam ediyoruz.

lokantalar bitti ve küçük bir meydana geldiniz şimdi tam ortasında adını hatırlayamadığım bir heykel var. orada her çeşit insanla karşılaşabilirsiniz, size bir şeyler satmak isteyen çocuklar, lisansız rehberler, dinlenenler vs. hemen aşağıda million taşı vardır. ". bu taşın adı enflasyondan ötürü "milion"a çıkmadı; uzunluk ölçüsü "mil"den geliyor. kent dünyanın merkezi, bu nokta da merkezin merkeziydi. şimdi burada gördüğümüz sütun, dört ayaklı bir kaide üstünde yükselen ve üzeri de bir kubbeyle örtülü olan ilk anıtın küçücük bir parçasıdır. aynı sırada yer alan, 68 sonrasında, batı'da hippieistan ile doğu'da nepal ve katmandu arasında uzanan "esrarengiz" yolun belli başlı duraklarından "pudding snop" hâlâ duruyor." ve işte ilk güzergahımız burada bitti. yani beyazıt-sultanahmet arası. şimdi ikinci güzergahımız başlıyor. lafı murat belge'ye bırakıyorum.

şimdi, milion taşı'nın yanından harekete başladığımız üçüncü geziye hazırlanıyoruz. burası "dünyanın başladığı yer" olduğuna göre, bizim de sık sık buradan yola çıkmamız doğal.

bu gezide sirkeci'ye doğru yürüyeceğiz. ama önce soğukkuyu, soğukçeşme kısımlarını tamamlayalım. ayasofya'nın önünde durup karşı kaldırıma baktığımızda yücel dershanesi ile yanında bazı eski duvarlar görüyoruz. dershane, zamanında suriyeli bir tüccar ailesi olan abud ailesinin çeşitli konutlarından biriydi. sonra uzun zaman ymca (young men's christian association) olarak kullanıldı.

yanındaki yan yıkık duvarlar ise çok daha eskiden kalma. burada bizans'ın ayasofya'dan eski olan panayia halkoprateia kilisesi vardı. bir zaman patrikhane kilisesi bile olmuştu. adının da ima ettiği gibi, kentin bu bölgesinde bakırcı esnafı yerleşmişti. 1204 latin işgalinde bu kilise de iyice soyuldu. 1484'te yarı yıkık bir durumdayken onarımdan geçirip camiye çevrildi (acem ağa mescidi adıyla bilinir) ama bu cami de günümüze kalamadı.

şimdi sağımızdaki sokağa sapalım. birtakım oteller arasından geçerek, ön cephesi terk ettiğimiz tramvay yolunda olan soğukkuyu ya da cafer ağa medresesi'nin girişine geleceğiz. solumuzda, onarımdan geçerek iyice modern görünüm almış kagir bir bina duruyor. mütareke sırasında istanbul muhafızlığı yapan çerkeş asıllı abud ahmed paşa'nın konağıydı burası.

cafer ağa medresesi boş dururken yeniden kullanılır hale geldi. çeşitli el sanatlarıyla uğraşanlar medrese hücrelerini atölye haline getirdiler. sanının bu sanatlar öğretiliyor da burada. kahvesi var, sevimli bir yer.

medreseyi yapan mimar sinan, yaptıran da kızlar ağası cafer ağa'dır. buradan devam edince sokak bizi çelik gülersoy'un kavga döğüş restore etmeyi başardığı soğukçeşme evlerine ya da ayasofya pansiyonları'na getiriyor. bu evleri görmek için buradan saray girişine doğru bir gidip gelelim isterseniz. özelliği olan evler oldukları için birçok turist kalıyor bu pansiyonlarda. birinin üstünde, "fahri korutürk'ün doğduğu ev" yazılı. birini de gülersoy istanbul kitaplığı olmak üzere düzenledi, kendi kitaplarını da buraya bağışladı.

gülhane'ye doğru giderken solda bir bahçe kapısı, içinde gene gülersoy'un restore ettirdiği ahşap konak, bir lokanta olarak düzenlediği sera, bir de, şimdi bar haline getirilmiş küçük bizans sarnıcı var. aynı yolun devamında, "resepsiyon" bölümünü geçince, şimdi lokanta olan daha büyük bir sarnıca geliyoruz.

sokak bizi gülhane parkı'nın önüne getiriyor. isterseniz, buradan içeri girer, sağdaki hafif eğimli yoldan darphane'ye ya da soldan arkeoloji müzesi'ne doğru gidebilirsiniz.
gülhane parkı olan yer de eskiden topkapı sarayı'nın bahçeleri içindeydi. yüzyıl başında cemil topuzlu halka açık park haline getirdi.

parkın duvarından caddeye doğru çıkıntı yapan bir köşk görüyorsunuz: alay köşkü. bu yapının bugünkü şeklini 19. yüzyılda aldığı söyleniyor ama, daha önce de burcun üstünde ahşap bir köşk bulunduğu tahmin ediliyor. çünkü evliya çelebi (17. yüzyıl) padişahın burada oturup esnaf alaylarının buradan geçmesini seyrettiğini söylüyor. levnî'nin minyatürlerini yaptığı türden bir alay. köşkün işlevi buydu. şimdiki binayı balyanlar'dan biri yapmış olabilir.

karşı kaldırıma geçelim, hattâ biraz da geriye doğru yürüyelim. önünde çok gösterişli sebiller olan bir camiye geliyoruz. zeynep sultan camii. iyi de, bu zeynep sultan iii. ahmed'in kızlarından, yani 18. yüzyılın ilk yarısı. sebil ise i. abdülhamid'in külliyesinden, yani aynı yüzyılın sonu. iv. vakıf hanı'nın önünde cadde genişletilirken, abdülhamid külliyesi'nin yolu tıkayan sebili sökülüp buraya taşınmıştı. onun için böyle. hayatı epey acılı geçmiş bu padişahın, camii beylerbeyi'nde, külliyesi bahçekapı'da, sebili de gülhane'de. epey dağınık bir manzara arz ediyor. sebilin taş işçiliği çok güzel. cami taş ve tuğla.

çok dikkat çekici bir özelliği görünmüyor, çağına uygun barok tarzda, ama sade bir yapıdır. kubbenin oturduğu kasnak içeriden tromplarla desteklenmiştir. arkasında bir de sibyan mektebi vardır.

gülhane kapısının karşısındaki 19. yüzyıl binası soğukçeşme askerî rüşdiyesi olarak yapılmıştı. daha sonra morg haline getirildi. seksenlerde devlet güvenlik mahkemesi olarak kullanıldı. şimdi de çocuk mahkemeleri oldu. işlevsel anlamda değilse de, binanın kendisi oldukça güzel.

bu kaldırımdan bakınca, karşıda, bab-ı ali'nin arka kapısını seyrediyoruz. ama şimdi bab-ı âli konusuna girmeyelim, çünkü onu gene bu çevrede yapacağımız bir başka gezide konuşacağız. sadece, başbakanlık osmanlı arşivi'nin burada, bab-ı ali kompleksi içinde olduğunu söyleyelim. dünyanın en zengin arşivlerinden biridir.

sola sapıp biraz yürüyoruz. karşı köşede gene bir külliye içinde bir cami görülüyor. burası da beşir ağa'nın külliyesi. gene 18. yüzyıldayız; hacı da olan kızlar ağası beşir ağa ("beşir", siyah hadımlara en sık verilen adlardandır) uzun yaşadı. iii. ahmed zamanında sarayda yükseldi, ama patrona isyanı'ndan sonra da yerini korudu. ne zaman doğduğunu tabiî bilmiyoruz, 1650 dolayları olmalı, çünkü 1746'da, doksan küsur yaşında öldü. külliye, lâle devri sonrası devam eden baroka uygun, iddialı değilse de çok zarif binalardan oluşuyor. kentin fazla bilinen yapılarından değil ama daha fazla bilinmeyi hak ederdi.iki katlıdır; eğime uyularak avlu yükseltilmiştir. güzel sebili sokak üstünde bir köşede, cümle kapısı da öteki uçtadır. şadırvanı ve tuvaletlerine avludan bir merdivenle inilmektedir. camiden ve sebilden başka medresesi, kütüphanesi ve tekkesi vardır. tekke binası külliyeden ayrı, arkadaki bir sokaktadır. bu sokaktaki binaları istanbul valiliği "sivil toplum"a terketmiş anlaşılan. ama sivil toplum da verileni almamış gibi görünüyor. beşir ağa külliye'den başka kapalıçarşı'nın mercan kapısı yanında bir çeşme, eyüp'te başka bir kütüphane, kahire'de bir mektep yaptırmıştı.

külliye'nin az ilerisinde adı nedense ün kazanmış şengül hamamı vardır ve belki bu ünden ötürü şimdiki sahibi burayı köşk hamamı olarak yeniden adlandırmıştır. bunun yapılışı bayağı eskiye, fatih'in sadrazamı mahmud paşa'ya kadar gidiyor. hamamlar genellikle çok dayanıklı olmayan binalardır. herhalde bu da o zamandan bu zamana çok değişiklik geçirmiş olmalı. şengül hamamı'nı da gördükten sonra biz gene asıl güzergâhımıza, tramvay yoluna dönelim. alay köşkü'nün az ilerisinde bir binanın bodrumunda ayios therapon ayazması vardı. ama hâlâ burada su akıyor mu, bilemiyorum.

sirkeci'ye gelirken solda, şimdi büfe olmuş bir sebil görüyoruz. köşede duran yapı "muradiye sebili" olarak tanınıyor. oysa yaptıran mirmiran mehmed paşa ve yapılışı da 16. yüzyıl sonlan olmalı. "muradiye", üç aylık saltanatı sırasında v. murad'ın onarımını yaptırmış olmasından ileri geliyor. zavallı murad'ın bu korkunç üç ay içinde böyle bir işe yetişmiş olması da şaşılacak şey.

dörtyol ağzına geldiğimizde, kısa bir süre, tramvayı bırakıp ters yöne gidelim, cağaloğlu'ndan yukarıya biraz tırmanalım. soldaki ilk sokağa girdiğimizde, dibinde, yenice restore edilmiş bir hamam var. burada vaktiyle birkaç katlı bir apartman vardı; bunun bir katında da, bab-ı âli yazar çizer takımının zaman zaman gittiği bir meyhane çalışırdı. sonra bir gün binayı yıktılar: içinden hamam çıktı! istanbul böyle bir kenttir. olmadık yerden olmadık bir şey çıkabilir, çünkü birçok yerinde sonradan gelen önceden olanı yutarak üstüne kurulmuştur.

hemen karşısında da hoca paşa camii duruyor. banilerinin aynı olmadığı söyleniyor. camiyi 16. yüzyıl sonunda, üveys paşa yaptırmış. ama herhalde çok onarım görmüş olmalı, çünkü 19. yüzyıl özellikleri ağır basıyor.

biraz daha tırmanınca ebusuud caddesinin ankara caddesiyle birleştiği köşede, eski meserret oteli ve pastanesini görüyoruz. bu binayı da vaktiyle abud kardeşler yaptırmış. unlu bab-ı âli baskınında, bir kısım ittihatçılar burada oturarak sahneye çıkma sıralarının gelmesini beklemişlerdi. bab-ı âli olduğu yıllarda, yani yetmişlere kadar, yazarların da uğradığı, buluşup hoş beş ettiği bir mekândı.

karşı sırada yine ilginç bir kompleks var. dükkânlar sırası içinde, afitab'ın yanındaki bir kapıdan bir avluya geçiyorsunuz. avluda yangın geçirmiş ve henüz onarım görmemiş iki güzel 19. yüzyıl yapısının iskeletleri duruyor. bu dükkân ve işyerlerinin bazılarının içine girmeyi başarabilirseniz, cenevizliler'den olduğu söylenen bazı taş duvar kalıntılarını da görebilirsiniz - ama başarırsanız!

bab-ı âli'yi öteki geziye bırakıp geri dönelim. halil lütfü dördüncü (bab-ı ali'nin cimriliğiyle ün yapmış patronu) hanlarından birinin önünden geçerek sirkeci garı'na geliyoruz. gar binasını alman mimar tachmund yapmıştır. demiryolu'nun yapılması abdülaziz'in saltanat dönemindeydi. demiryolunu gene almanlar inşa ediyordu ve orient express'i de taşıyacak olan hat burada bitiyordu. tachmund, epey daha sonra 1890'da, "doğulu" motifler katarak "yerlileştirdiği" gar binasını tamamladı. dört beş yıl sonra da beyoğlu'nda pera palas yapılacak, sirkeci'de inen yolcular kentte kendilerine lâyık bir otele gideceklerdi. garın lokanta bölümü, başka ayrıntıları, oldukça hoştur.

şimdi biraz sapa kalan bir yere gitmemiz gerekiyor: sepetçiler kasrı'na. ama her yere sapa kalıyor. zamanında topkapı sarayı'nın bütün çevresi, deniz kıyılan, boy boy, çeşit çeşit köşkler ve kasırlarla kuşatılmıştı. çoğuna ayrı ayn işlevler de verilmişti. ama içlerinden yalnız bu kasr bugünleri görebildi. "sepetçiler", saray muhafızı bostancı birliklerinin bölüklerinden birinin adıydı. bu kasrı onlar finanse etmemişse de, herhalde inşaatında çalışmışlardı. yaptıran padişah, ibrahim'dir. uzun zaman harap bir şekilde durduktan sonra nihayet seksenlerde başarı derecesini ölçemediğimiz bir restorasyondan geçti. şimdi uluslararası basın merkezi oldu ama ilk restorasyon amacı olan lokanta işlevini de bazı biçimlerde yerine getiriyor. sepetçiler'den karşı kaldırıma geçip sirkeci'ye dönelim. muradiye'den hamidiye'ye girdiğimizde, bir süre önce, yerinden olmuş hamidiye sebili'nin öteki arkadaşlarının hâlâ durduğu hamidiye külliye'sine geleceğiz. burada cadde boyunca dizilmiş dükkânların çoğu bu külliyenin medrese kısmından. türbe ve hazire de onların bitiminde yer alıyor. imaret ve sibyan mektebi ise büsbütün yıkılmış. borsa'ya bırakılan binalar duruyor. ancak, bu sokak içinde bulunan yıldız dede hamamı'ndan da bugüne bir şey kalmadı.

külliyenin tam karşısında, bir kısım binaların yerine yapılan 4. vakıf han duruyor. millî mimarlık akımının baş temsilcisi mimar kemaleddin bey'in önde gelen eserlerinden biri. osmanlı'nın son demlerinde, modern hayata uygun iş hanlarına yoğun ihtiyaç vardı. vakıf hanları ile bu ihtiyaca karşılık vermeye çalışılıyordu. 1911'den 1926'ya kadar yapımı süren bu bina benzerleri arasında en güzel olanıdır, diyebiliriz. burada sokak içindeki sansaryan han da uzun zaman istanbul'da polisin belli başlı binası olduğu için epey bir şöhret yapmıştı. hamidiye caddesi gene bir dörtyol ağzında bitiyor.

buradan sola saparak yürürsek, köşede bir vakte kadar sümerbank, ondan önce bi-ba-bo, ondan önce de "oroz dibak" olan mağazaya geliriz. ama biz bu turda böyle çarşı pazar işine fazla karışmayalım. dörtyoldaki iş bankası alıcı gözle bir bakışa değer. biz bahçekapı'dan, nimet abla'ya doğru gidelim. burada ahşap arpacılar mescidi var. onun bir iki bina ilerisinde bir banka. eskiden burada ibadethane olmaktan çıkmış bir sinagog binası vardı ve burası ege lokantası'nın yeriydi. adı ege lokantası ama herkes "havra" derdi. sonra burayı başka bir banka aldı, lokanta da eminönü meydanı'na taşındı. yeninin eskiyi yutmasından söz ediyordum: eski havra şimdiki banka binasının içinde kaldı.

biz de meydana çıkalım. son olarak bir de hidayet camii'ne bakalım. doğrusu, turu daha güzel bir binanın anılarıyla kapamak isterdim. bu cami ise pek güzel değil. ama sonuç olarak, burada, eminönü meydam'ndayız. bakacak, kurcalayacak çok şey var. bir sandalyeye çöküp yorgunluk çıkarmak için de çok yer var. hidayet camii'ni ilkin ii.mahmud, ama o ahşap cami ortadan kalkınca abdülhamid yaptırmıştı. tasarımını vallaury'nin yaptığı söylenir. vallaury şüphesiz iyi bir mimardır ama onun yapacağı binanın klasik osmanlı tarzıyla bir ilgisinin olamayacağına da şüphe yoktur. yorulmadıysanız, yenicami'yi veya rüstempaşa camiî’ni ziyaret edebilir, mısır çarşısı'nda alışverişinizi yapabilirsiniz.

İnsana Huzur Veren Bir Eylem: Kadıköy Sokaklarında Amaçsızca Tek Başına Dolanmak