Kızılderililerin ABD'de Dünden Bugüne Nasıl Bir Hayat Yaşamak Zorunda Kaldıklarının Akıcı Özeti
günümüzde abd'de kızılderililere ait "rezervasyon" adı verilen topraklar mevcut
abd'nin çeşitli eyaletlerinde toplam 362 tane kızılderili bölgesi var ve bu bölgelerin toplam büyüklüğü 250 kilometrekare yani türkiye'nin üçte biri kadar. bu bölgelerde kızılderililer'in kendi yöneticileri, kendi kanunları, kendi polis gücü ve devlet kurumları işliyor. mesela burada bir cinayet olursa abd polisi bu cinayete karışamıyor. bu topraklarda kızılderililere ait oteller, müzeler, parklar ve diğer tesisler mevcut. her sene en az bir kızılderili toprağını ziyaret etmeye ve yaşayışlarını incelemeye çalışıyorum. bu benim için "hac" gibi bir şey halini aldı.
aslında kızılderililer deyince akla bir tane millet ve ırk geliyor ama sırf kuzey amerika'da devlet tarafından tanınan 567 farklı kızılderili milleti ve bunların konuştuğu 100'den fazla dil mevcut. zaten beyaz insan amerika'yı işgal ettiğinde kolayca ele geçirebilmesinin en büyük sebeplerinden biri kızılderililerin sürekli birbirleriyle savaş halinde olması. adamlar kendi aralarında sürekli savaştığı için avrupalı işgalcilere karşı birleşmeleri ve toprakları savunmaları mümkün olmamış.
hayatımda ilk kez bir kızılderili toprağına gittiğimde çok şaşırmıştım. beni şaşırtan iki şey vardı. birincisi, adamlara verilen toprakların kalite olarak oldukça kötü durumda olmasıydı. örneğin abd'nin kuzey batı eyaletlerinden washington ve oregon'u ele alalım. bu eyaletler yemyeşil, dört mevsim ağaçlarla dolu, inanılmaz derecede verimli ve her türlü tarım ürününün en kaliteli şekilde yetiştiği topraklar. bu iki eyalette de kızılderililere ait topraklar mevcut ve bu toprakların bu eyaletlerle alakası yok.
adamlara olabilecek en kurak, çorak, hiçbir şeyin yetişmediği, en dandik toprakları vermişler. mesela oregon’daki yerli kabileleri ziyaret etmek istiyorsunuz. önce portland’dan yola çıkıyorsunuz ve ilk yola çıktığınızda etrafınız muhteşem güzellikle uçsuz bucaksız ormanlarla dolu ve ormanları kesen verimli nehirler, göller, yeşil ova ve vadiler gözlerinizi kamaştırıyor. daha sonra siz yolda ilerledikçe ve kızılderili alanına yaklaştıkça ağaçların giderek azaldığını, tarlaların giderek küçüldüğünü görüyorsunuz. birden bire yükselti artıyor ve kendinizi dağların eteklerinde buluyorsunuz. biraz daha ilerlediğinizde ağaçların sayısı daha da azalıyor ve toprağın rengi giderek daha da kızıla çalıyor. bir süre sonra kaktüsler ve irili ufaklı kayalıklar görmeye başlıyorsunuz. sonra da western filmlerinden alışık olduğumuz o kızıl kayalar ve çorak topraklar başlıyor. tam o sırada “rezervasyona hoş geldiniz” tabelasını görüyorsunuz. sonra da bu başınıza bir çekiç gibi vuruyor ve “onca topraktan adamlara vere vere bunu mu verdiler” diye düşünüyorsunuz.
durumun vehametini göstermek için bir hafta önce kendi çektiğim iki fotoğraf paylaşayım
bunlar yukarıda bahsettiğim yolda çektiğimiz 2 fotoğraf. ilk fotoğraf kızılderililerin toprağına gelmeden yaklaşık 1 saat önce çekildi:
bu da hiç abartmıyorum 1 saat sonra rezervasyona ulaşınca çektiğimiz fotoğraf:
adamların elinden en verimli, sulak, üretken toprakları alıp çorak ve dandik toprakları vermişler. (gerçi bunun istisnaları da var, mesela twilight filmindeki kurt-adama dönüşen washington’daki quinault kabilesine direkt okyanus kıyısında muhteşem güzellikte bir toprak verilmiş ama bu tabi ki istisnai bir durum). burada western film çekmek dışında ne yapılabilir ki? peki bu nasıl böyle olmuş? buna geleceğiz ama yukarıda kızılderililerin topraklarında beni şaşırtan 2 şey olduğunu söylemiştim ama bu bahsettiğim henüz ilk şey.
beni çok şaşırtan ikinci şeye gelince o da kızılderililer’e ait müzeler
hayatımda ilk kez bir kızılderili müzesini ziyaret edeceğimde beklentilerim çok farklıydı. aynı yurtdışındaki ermeni veya yahudi müzelerinde olduğu gibi sürekli katliam, soykırım, kan ve vahşetten bahseden öğeler görmeyi bekliyordum çünkü kızılderililer’in geçmişi gerçekten korkunç olaylarla ve haksızlıklarla dolu. mesela bugün batı ülkelerinde bir ermeni müzesine giderseniz göreceğiniz şeylerin %90’ından fazlası katliam ve soykırımdan bahseden öğeler olacaktır. bunun haklı mı haksız mı olduğuna hiç girmiyorum ama durum böyle. hayatımda ilk kez bir kızılderili müzesine girdiğimde adamların uğradığı katliam ve haksızlıklardan bahseden hiçbir şey görememek beni oldukça şaşırttı.
müzede büyük ölçüde kızılderililerin yaşayış tarzı, inançları, avlanırken kullandıkları silahlar, giyecekleri, kültürleri ve felsefeleriyle ilgili öğeler bulunuyordu. sanki adamların yaşadığı katliamlar ve haksızlıklar hiç yaşanmamış gibiydi. müzedeki görevlilerden birine bu durumu sordum ve bana “geçmişte yaşanan şeyleri değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. geçmişte takılıp kalmanın da kimseye faydası yok. bu yüzden daha pozitif olup kültürümüzün güzel yönlerini kutlayıp iyi hatıralarla anmak ve geleceğe bakmak daha önemli” mealinde bir şeyler söylediler. adamların uğradıkları onca haksızlığa rağmen hayata bu kadar pozitif bakmaları beni şaşırtan ikinci şey oldu.
şimdi de olayların nasıl buraya geldiğini kısaca özet geçeyim
ama dediğim gibi bunu hakkını vererek anlatmak için çok daha uzun ve ayrıntılı bir entry yazmam gerekiyor. avrupalılar amerika kıtasına ilk ayak bastığında amerika kıtasında toplam 20 milyon kızılderili varmış. bunların yaklaşık 12 milyonu güney amerika’da, 2 milyonu orta amerika ve bugünkü meksika’da yaşarken 6 milyonu da kuzey amerika’da yani bugünkü abd ve kanada’da yaşıyormuş.
avrupalılar kuzey amerika’ya ilk göç ettiğinde doğudan ingilizlerle fransızlar, batıdan ve güneyden ispanyollar geliyor. ingilizlerle fransızlar en başta doğu kıyılarına koloniler kuruyorlar. ispanyollarla ingiliz ve fransızların kızılderililer’e bakış açısı çok farklı. ingilizler kızılderililer’in topraklarını satın alıp el koymaya çalışıyor, fransızlar kızılderililer’e ticaret yapmayı öğretip onlarla ticaret yapmak istiyor, ispanyollar da onları katolikleştirip onlardan vergi almak istiyor. yalnız üç tarafın da hesaba katmadığı bir şey var o da amerika’daki insanların avrupa’daki hastalıklara ve mikroplara karşı hiçbir bağışıklığı yok. daha avrupalılar amerika’ya ayak basıp yerlilerle el sıkışır sıkışmaz yerliler birer birer ölmeye başlıyor. birkaç yüzyıl önce veba salgınında nüfusunun 3’te 2’sini kaybeden avrupalılar önce durumun neden kaynaklandığını anlamıyorlar ve kızılderililer de olayın bir lanet olduğunu düşünüyor. zaten beyaz adam amerika’ya ayak basmadan çok kısa bir zaman önce amerika’da bir kuyruklu yıldız gözüküyor ve bir güneş tutulması oluyor. bunu bazı garip doğa olayları izleyince kabileler ortada bir lanet olduğunu düşünüyor.
böylece daha bismillah demeden yayılan hastalıklar yüzünden kızılderililer telef olmaya başlıyor. ilk 50 yılda beyazlarla tanışan kızılderili kabilelerinde nüfusun %80’inden fazlası telef oluyor. öyle ki daha 1700’lü yıllara yeni gelindiğinde kuzey amerika’daki kızılderili nüfusu 6 milyondan 1 milyona düşüyor. zaten amerika'ya sonradan tarlalarda çalıştırmak üzere afrika'dan milyonlarca köle getirilmesinin sebebi de bu. avrupalılar bir yandan kızılderililer’den boşalan topraklara yerleşiyor, bir yandan da onlarla ticaret yapıyor. yalnız ticaret anlaşmaları genelde tek yanlı ve kızılderilileri kazıklama üzerine kurulu. mesela kızılderililere alkol verilip onlardan hayvan derisi alınıyor ve sonra bu deriler gemilerle çin’e götürülüp inanılmaz yüksek fiyatlara satılıyor.
o dönemde kızılderililer’de özel mülkiyet yok ve sahip olunan topraklar tüm kabileye veya millete ait olarak kabul ediliyor ve avrupalılar buna şiddetle karşı çıkarak kızılderililer’e özel mülkiyeti dayatmaya çalışıyor. özel mülkiyet avrupalılar için önemli çünkü bir toprak parçası tüm kabileye verildiyse kabilenin nüfusunun düşmesi kabilenin toprak miktarını azaltmıyor. halbuki özel mülkiyet sisteminde her kabile üyesine belli bir toprak veriliyor ve kabile üyesi ölürse veya toprağını satarsa kabilenin toplam toprakları azalmış oluyor. bu sırada avrupalılar yeni bir taktik geliştiriyor. kızılderililere kredi sistemini öğretiyorlar. en başta kızılderililer’e para karşılığı avrupa’da ürettikleri ürünleri satan avrupalılar bir süre sonra kızılderililerin parası bitince borç ve kredi karşılığı ürün satmaya devam ediyor. kızılderililer en başta avrupalılar’ın kendilerine parasız mal verdiğini görünce onların enayi olduğunu düşünüp avrupalılar’ın kendilerine verdiği tüm dokümanları imzalamaya başlıyorlar. ne ingilizce ne de avrupa hukuku konusunda hiçbir bilgisi olmayan ve kendilerini savunacak bir avukatları da olmayan yerlilerin imzaladığı bu belgeler bir zaman sonra ellerindeki toprakların çalınmasına sebep olduğunda iş işten geçmiş olacaktı.
bu arada yukarıda bahsettiğim gibi 500’den fazla kızılderili millet vardı ve bunların birçoğu birbiriyle savaş halindeydi. avrupalılar gelince bazı kabileler ingiltere’yle, bazıları fransa’yla, bazıları da ispanya’yla ittifak kurdu. kabilelere tüfek ve modern silah satışı gerçekleşti ve bu da kabilelerin kendi aralarındaki savaşları daha da çetinleştirdi. eskiden okla ve yayla yapılan kabileler arası savaşlarda 15-20 kişi ölürken artık tüfeklerle ve mermiyle yapılan savaşlarda her seferinde 100-200 üye ölebiliyordu. bu da zaten hastalıklardan dolayı giderek azalan kızılderili nüfusunun daha da hızla azalmasına sebep oldu.
kızılderililer arasında belli bir birlik yoktu
öyle ki ilerleyen yıllarda beyazlarla kızılderili bir kabile arasında savaş çıktığında diğer kabileler beyazların yanında kendi milletlerine karşı savaşacaktı. bazı kabileler arasında öyle bir düşmanlık vardı ki topraklarını çalıp kendilerini katleden beyazlar bile onlara bu kabilelerden daha sevimli gözüküyordu. mesela abd'yi baştan başa dolaşarak kızılderili kabilelerle görüşen lewis & clark'ın günlüklerinden anladığımız kadarıyla bazı kabileler beyaz insanın amerika'ya gelmesini iyi bir şey olarak görüyordu. mesela bugünkü güney ve kuzey dakota'da yaşamakta olan mandan kabilesinin şefi "beyaz insan bu topraklara barış ve huzur getirecek. sonunda yıllardır kabileler arasında yaşanan savaşlar son bulacak" demişti ama maalesef yanılmıştı.
avrupalılar kuzey amerika’ya 1500’lü yıllarda ayak basıyor ama ilk büyük beyaz-yerli savaşları 1800’lerden sonra yaşanıyor, yani ilk 300 yıllık dönemde kabileler daha çok kendi aralarında savaşıyor ve avrupalılar giderek topraklarını arttırırken nadiren tepki veriyorlar. 1700’lerin sonlarına doğru bağımsızlığını elde eden abd 1800’lerde yayılmacı bir politika izlemeye başlıyor. bu yüzden 1800’lerden itibaren abd ile kızılderililer arasında çatışmalar yaşanıyor. 1800’lerin başında kuzey amerika’da toplam 600 bin kızılderili kalmış ve sayıları giderek azalıyor. abd defalarca kızılderililerle antlaşma yapıyor ama her seferinde antlaşmaya uymamazlık ediyor.
mesela bir antlaşmada mississippi nehrinin batısı kızılderililer’e bırakılıyor ve nehrin doğuşu beyazlara veriliyor. bir süre sonra bazı beyazlar nehrin batı tarafına geçip burada boş buldukları arazilerde çiftçilik yapmaya başlıyor. buna yerliler tepki gösterince abd devleti araya giriyor ve yerlilere saldırıyor. böylece yerliler biraz daha batıya itiliyor. her savaştan sonra yerlilerin sayısı azalıyor, geri kalanlar göçe zorlanıyor ve verimli topraklara beyazlar yerleşirken kurak ve çorak topraklar yerlilere veriliyor.
yerlilerin topraklarından geçen nehirlere baraj kuruluyor, bazı toprakları su basarken bazı topraklara giden su yolları kesiliyor. bazı yerlerde yerliler kasten hastalıklara maruz bırakılıyor. bir kabile abd’ye savaş ilan ettiyse kabilenin toprakları abluka altına alınıp tarlaları yakılıyor ve üyeleri açlığa mahkum ediliyor.
1800’lerin sonlarına doğru yerlilerin sayısı 250 bine düşüyor ve artık dayanacak güçleri kalmadığı için savaşlar da bitme noktasına geliyor
bundan sonra 1900’lerin başında yaşanan birkaç çarpışma dışında bir şey yaşanmasa da kızılderililer’e karşı yürütülen baskılar devam ediyor. mesela 1924 yılına kadar kızılderililer’e abd vatandaşlığı verilmiyor ve abd seçimlerinde oy kullanmalarına izin verilmiyor. daha da acısı kızılderililer’in kendi dinlerine air ritüelleri yapmaları (örneğin yağmur dansı) yasaklanıyor ve kızılderililer’in yaşadığı bölgelerde açılan okullarda zorunlu hıristiyanlık dersleri okutuluyor. abd’nin kurulduğu günden bu yana laik, seküler ve din özgürlüğünü anayasal bir hak olarak gören bir devlet olduğu düşünüldüğünde kızılderililer’e karşı uygulanan din yasağı ve hıristiyanlık dayaması gerçekten çok acı ve bildiğim kadarıyla abd tarihinde bunun başka bir örneği yok (en azından bu kadar bariz bir örneği yok).
günümüzde kızılderili kabilelerinin en büyük gelir kaynaklarından birisi kumarhane ve otel gelirleri
bu da 1980’lere dayanıyor. normalde abd’de birkaç eyalet hariç hemen hemen tüm eyaletlerde kumarhane açmak ve işletmek yasak veya çok nadiren verilen özel izinlere tabi. bununla birlikte kızılderililer’e ait topraklar kendi kanunlarına tabi olduğu için buralarda kumarhane açılabiliyor. 1980’lere kadar bu kural boşluğundan (loophole) faydalanmak kimsenin aklına gelmemiş. daha sonra bir kabile bunu akıl ederek bir kumarhane açıyor ve olay anayasa mahkemesine kadar gidiyor. anayasa mahkemesi kızılderililer’in lehine karar verince bir anda ülkenin dört bir yanında yüzden fazla kumarhane açılıyor ve 2010 itibariyle bu kumarhanelerin toplam cirosu 30 milyar doları geçiyor. kızılderililer geç de olsa yeni bir gelir kapısı elde etmiş oluyorlar.
günümüzde kızılderililer’in nüfusu 3 ile 5 milyon arasında değişiyor
eğer anne ve baba tarafının ikisi de kızılderili olan insanları sayarsak bu rakam 3 milyon ama en az atalarından biri kızılderili olan (2 dede, 2 nineden en az biri, yani en az dörtte bir) kişileri sayarsak rakam 5 milyona çıkıyor. günümüzde kızılderililer’in çoğu abd standartlarının oldukça altında yaşıyor ve alkolizm başta olmak üzere bir çok problemle boğuşuyorlar.
yalnız adamlar hallerinden hiç şikayet etmiyorlar. rezervasyonda kiminle konuşsak türk esnaf gibi “buna da şükür abi, bunu bulamayan da var” havasında dolaşıyor. adamları zamanında öyle bir bastırmışlar ki adamlar şikayet bile edemeyecek hale gelmiş. geçenlerde adamlardan birine "bu topraklarda hiç meyve sebze yetişiyor mu" diye sorduk, adam bize gülümseyip "1 saat kadar ötede bize meyve sebze satan beyaz çiftçiler var, meyve sebze bulmak sorun olmuyor" dedi.
abd kızılderililer’e karşı yaptıklarından dolayı hiçbir zaman özür dilemedi ve ülkenin tarihçileri yaşananları bir soykırım olarak kabul etmiyor. en son obama başkanlık yaparken abd’nin özür dilemesi gündeme gelmişti ve 2010 yılında yazılı bir özür gerçekleşti ama bu çok korkakça bir özür dilemeydi. obama televizyona çıkıp milyonların önünde özür dileyebilirdi ama bunun yerine meclisten geçen bir 63 sayfalık bir bütçe tasarısının (h.r. 3326) 45. sayfasında satır arasında 2 satırlık bir özür cümlesiyle iş sessiz sedasız bir şekilde geçiştirildi. işin daha da ilginci aynı gün geçirilen başka bir kanun sayesinde bu özürden dolayı kızılderililer’in abd devletini mahkemeye vermesinin önüne geçildi. yani kısaca “size karşı yaptıklarımızdan dolayı özür diliyoruz ama sakin ola ki tazminat koparmaya çalışmayın” denmiş oldu.
bu arada yerliler içinde en mutluları bugünkü washington-oregon bölgesinde yaşayanlarmış
bunun birkaç belli başlı sebebi var. ilk olarak avrupalılarla en son tanışan yerliler bunlar. ingilizler bugünkü abd'nin doğu yakasını, fransızlar da kanada'nın doğu yakasını tutarken ispanyollar bugünkü california kıyılarındaydı ve ruslar da alaska'dan aşağı inmekteydi. bugünkü oregon ve washington'un olduğu yerler 1800'lerden sonra keşfedildiği için buradaki yerliler kendi hallerinde takılıyordu. ayrıca kabileler arasındaki savaşlar da bu bölgede daha nadirdi çünkü diğer bölgelerde kabileler toprağı işletip çiftçilik yaparken bu bölgede daha çok ormanda avcılık-toplayıcılık ve okyanuslarla nehirlerde balıkçılıkla uğraşılıyordu. ortada işletecek fazla toprak olmadığı için kabileler arasındaki rekabet ve savaşlar da daha azdı. bak işte, ta o zamanlarda bile oregon ve civarı en yaşanılası yerlerden biriymiş. bunlar hep somon balığı işte.
bir de en sevdiğim konu olan kızılderililerin inançları, efsaneleri, ritüelleri ve gelenekleri var. o da başka entry'nin konusu.