SEYAHAT 9 Mayıs 2019
41,8b OKUNMA     717 PAYLAŞIM

Londra'nın, Charles Dickens ile Bira İçiyormuşsunuz Hissi Veren Tarihi Pubları

Pub kültürünün anavatanı İngiltere'de bu mekanları incelemek bile ayrı bir zevk. "Pub" kelimesi nereden geliyor, neden buralarda yeşil renk kullanılıyor, hangi örnekleri Londra'da öne çıkıyor? Bu ve benzeri soruların cevapları için buyrun.
iStock

önce "pub" isminden başlayalım

pub, public house’un kısaltmasından gelir. evet, türkçeye direkt çevrildiğinde pek hoş bir anlamı olmuyor, ancak etimolojisi şuna dayanmakta: 5.yüzyılda roma imparatorluğu'nun, şu anki ingiliz topraklarından çekilmesiyle anglosaksonlar, daha önceleri tabernae – şimdiki adıyla taverna- ismiyle anılan yerlere, insanların topluca konuştuğu, kaynaştığı “genel bir buluşma yeri” adıyla anmak amacıyla “public house” adını vermişler. zamanla bu da kısaltılarak “pub” adını almış.

publardaki hakim yeşil renk mevzusu da şuradan gelmekte

zamanında publarda alewife adı verilen (ale yapan) kadınlar çalışırmış, ale hazır olduğunda, pub’ın dışındaki direğe yeşil bir çalı asarlarmış. mevzu bu şekilde (diyorlar yani).

bazı “pub”larda da , “arms” uzantısını da görürsünüz, örnek “york’s arms” olsun. bu tarz bir yer, eğer york şehrine refere edilmiş ise, ambleminde şehrin simgelerinden biri olan beyaz bir gül görürsünüz. yani mülk sahibi, işletmecisi, yatırımcısı ve/veya toprak sahibi'nin o bölgeyle bir ilişkisi olduğu anlamı da çıkabiliyormuş.

"nedir bu meşhur publar?" demeden önce son bir şey: londra’daki hemen hemen tüm barlar zincirlere ait. en meşhurları mitchell’s and butlers, greene king, wetherspoon’s, nicholson’s ve fuller's. birçok pub'ın adının altında bu isimleri görürsünüz.


ilk mekanımız ye olde cheshire cheese

meşhur film; "sweeney todd: the demon barber of fleet street"i izleyenler, filmin uzun adından hemen fleet street’i hatırlayacaklardır. gerçek tarihi karakterlere dayanan bu filmde sweeney todd, hapisten çıktıktan sonra 186 numaradaki st. duncan kilisesinin hemen yanına dükkanını açmıştır. işte bu cadde meşhur fleet caddesi. st.paul katedrali'nden trafalgar'a (veya leicester-piccadilly) doğru giderken, iki büyük cadde vardır. biri fleet diğeri ise strand’dir. bu barımız fleet caddesi üzerinde yer alır. biraz basık bir havası vardır (zira fleet üzerindeki pubların hemen hepsi öyle) müdavimleri arasında charles dickens, mark twain gibi iki büyük usta da vardır (zaten charles dickens’in müdavimi olmadığı pub yok, hemen hepsinde bu ismi zikredeceğiz). 1667 yılından bu yana hizmettedir. kraliçe 2. elizabeth ile beraber 16 hükümdar görmüştür. yolunuz düşerse uğrayın. zaten oralara mutlaka düşer (bu arada ye olde ismini çok görürsünüz, bu, 15-16. yy ingilizcesinden kalma bir tabirdir ve ortaçağı refere ederek "çok eski/tarihi" anlamına gelir).


the dog and duck

şimdiki durağımız meşhur soho. soho’daki nando’s’un tam karşısında yer alan “the dog and duck”. burası 1734 yılında inşa edilmesine karşın, bir takım renovasyonlar sonucu şu andaki haline 1897’de kavuşmuş. müdavimleri arasındaki en ünlü isim george orwell’dir. hatta hayvan çiftliği kitabı, amerika’da ayın kitabı seçilince, burada bir absinth ile bunu kutlamıştır. ayrıca madonna da zamanında bir bira içimi için burada soluklanmıştır. içi viktoryan tarzı mimarı ile yapılmıştır (zaten yılı için 1897 demiştik).


hazır soho’dayız, bir başka tarihi yerden bahsedelim: french house

burasını charles de gaulle, 2. dünya savaşı zamanında bir nevi karargâh olarak kullanmış. hatta ünlü ressam francis bacon ve yine ünlü yazar syliva plath da buranın tozunu yutan insanlarmış. 1.dünya savaşı'nın patlak vermesiyle sahibi alman schmitt, 1914 yılında burayı belçikalı victor berlemont'a satmış. satış faturası halen pub’ın duvarında asılıdır.


bir başka tarihe damga vuran publardan biri, hampsted’de yer alan spaniards inn

burası da yine charles dickens’in uğrak noktalarından biridir. bununla beraber irlandalı yazar bram stoker’ın dracula adlı eserinde de geçen bu tarihi barın çok da güzel bir bahçesi vardır. bir haftasonu hampstead koruluğuna yürüyüşe vs gittiyseniz (ki gidin), dönüşünde kuzey tarafından çıkarak (kenwood house istikametinden) buraya uğrayabilirsiniz (hatta küçük bir tip daha: buraya yarım saat yürüyüş mesafesinde golders green krematoryumu vardır, freud’un külleri bu krematoryumda, 2000 yıllık bir vazo içindedir).


ye olde mitre

şimdi, fleet caddesi'nden bahsetmiştik. st. paul’den batıya doğru yürürkenki iki büyük caddeden biri dedik. bahsettiğim istikamete doğru yürürken (st. paul -> trafalgar) beş-on dakika sonra, geniş bir dört yol ağzı çıkar karşınıza. karşı köşesinde marks&spencer’ın marketi vardır. oradan sağa dönerseniz yine 5-10 dk mesafede smithfields market vardır. burası londra’nın, et hali mi diyim öyle bir şey işte (kasaplar çarşısı daha uygun oldu sanırım). bu “pazar”ın hemen sol karşı çaprazında kuyumcuların yoğun olduğu bir pasaj vardır. o pasajın içinde “ye olde mitre” diye bir pub var (ye olde maytir diye okunuyor) bu pub birçok kişiye göre londra’nın en ünlü pub’ı (çok dar bir geçitten geçerek giriyorsunuz. zaten küçük bir yer, girişini göremezseniz şayet, hatton garden’daki boots’un tam karşısından giriyorsunuz, küçük de bir tabelası var). buranın efsanesi, kraliçe 1. elizabeth’in bu barın avlusunda bir ağaç kütüğü üzerinde dans etmesiymiş. bu arada snatch filmini izlediyseniz, yahudi kuyumcu “doug” karakterinin içtiği ve mekanı olarak kullandığı pub burasıdır. bunun esprisi de şu; burası 20. yy sonlarına kadar ely psikoposluğuna aitmiş. ely psikoposluğu da cambridgeshire dükalığına bağlı olduğundan bu alanın bazı sokakları metropolitan polisinin yetki alanı dışında kalıyormuş. bu nedenle zamanında suçlular bu bölgeye kendilerini atarsa o an için yırtıyorlarmış... doğru mu, şehir efsanesi mi tam bilmiyorum ama var ingilizlerde böyle garip şeyler.


araya pek de tarihi olmayan ama benim favorilerimden biri olan bir yer ekleyeyim

zamanında ekşi sözlük zirvelerinden birine de ev sahipliği yapmış olan founder’s arms. burasının, bildiğim kadarıyla tarihi bir yanı pek yok. ve turistik bir yer, zira yine en favori yerlerimden biri olan southbank’te yer alıyor. london eye ve tate modern arasındaki yürüyüş yolunda yer alıyor, ancak şöyle ki, tam thames'in yanında bir yorgunluğunuzu atmak için hem de karşı taraftaki manzaraya amors durmak için ideal bir yer.


madem güneye indik, devam edelim: george

london bridge istasyonunda indiğinizde, hemen karşınızda meşhur borough market’i görürsünüz, burayı bir cumartesi mutlaka ziyaret edin. kalabalıktır ama en cancanlı günü cumartesidir. standart tezgahların dışında, sadece o gün tezgah açanlar, küçük meydanında şarkı söyleyenler vs olur. burası londra'nın en meşhur “pazar”larından biri. burada envai çeşit meyve sebze satan yerleşik dükkanlar, şarkütericiler, çikolatacılar vs vardır. bu "pazar" ile istasyon arasındaki caddenin ismi borough high street'tir, oradan aşağı doğru inerseniz, karşınıza “george” diye bir yer çıkar. buranın olayı da şu (evet charles dickens buranın da müdavimi, hatta küçük dorit adlı kitap serisinde buraya vurgu da yapmış) yine bir büyük usta shakespeare burada takılırmış, hatta bazı oyunları buranın bahçesinde oynanırmış. zaten shakespeare 10 yıl kadar bu bölgede yaşamış (ünlü shakespeare’s globe theatre da buraya 10 dk mesafede) bu barın diğerlerinden en büyük farkı: buranın sahibi meşhur bar zincirlerinden biri değil. sahibi national trust, yani bir nevi kültür miraslarını koruma fonu. başkanı da galler prensi charles. işte yolunuz düşerse, hem bir premier league maçı izler hem de vay be 500 sene önce burada macbeth oynanıyormuş dersiniz.


the star tavern

londra’da belgravia diye bir semt vardır. hyde park'ın güneyine düşer. sanırım bütün büyükelçilikler bu bölgede. şimdi, türk büyükelçiliğinin karşısında bir park vardır (belgravia square park mı öyle bir şey) onun diğer tarafında (hemen karşı izdüşümünün bir arka sokağında) the star tavern diye bir yer var. burası peter o’toole’un 60’larda ziyaret ettiği nezih bir mekan. daha önce verdiğim örneklerden, semt olarak da, biraz farklı. buranın ilginçliği şurada; ingiltere tarihinin en büyük, dünya tarihinin ise en büyük ikinci tren soygunu bu mekanda, çetebaşı bruce reynolds tarafından planlanmış. bu soygun sonunda, o zamanın (1963) parasıyla 3 milyon sterlin (bugünün değeriyle 53 milyon sterlin) civarı para çalınmış ve çalınan paraların ağırlığı 2,5 tonmuş.


son durağımız ise covent garden’da yer alan lamb&flag olsun

burası, kayıtlara göre (1623) londra’nın en eski pub’ı, ancak pub halini alması 18. yy sonlarına dayanıyormuş. bilin bakalım buranın da en ünlü müdavimlerinden biri kim? evet, charles dickens. ayrıca samuel butler da buranın ünlü konukları arasındaymış. uzunca bir süre, üst katında çıplak el amatör boks karşılaşmaları yapılıyormuş (resmen fight club–lou’s place kafası) o nedenle adı uzunca bir süre “bucket of blood” olarak anılmış.


londra'da tarihi-hikayesi olmayan pub yok gibi, bildiklerim (ziyaret ettiğim ya da en azından içeri girmişliğim olanlar) bunlar.

bitiriken; eğer fuller’s’ın bir pub’ında iseniz london pride. greene king’de iseniz ipa, eğer bir nicholson’s ziyaret ettiyseniz nicholson’s pale ale içebilirsiniz.

ortalama fiyatlar, merkezde (pint) 4.95 ile 6.95 pound arası değişir.

Londra'ya Gideceklere Tavsiyeler

Londra'ya Gidenlerin Orada Şaşıp Kalmaması Adına Önceden Bilmesi Gereken Küçük Detaylar