SANAT 4 Temmuz 2019
51,4b OKUNMA     795 PAYLAŞIM

Modern Hayattaki Yalnızlık, Sessizlik ve İzolasyonun Kült Ressamı: Edward Hopper

Nighthawks (Gece Kuşları) tablosunu ve içindeki yalınlığı mutlaka görmüşsünüzdür. İşte bu ve daha pek çok kült olmuş eserin yaratıcısı, ABD'li ressam Edward Hopper'ı (22 Temmuz 1882-15 Mayıs 1967) tanıyalım.


Hayat hikayesi ve klasik özellikleri

new york'da doğup new york'da ölen, özellikle yağlı boya resimleriyle tanınan, birçok kişi tarafından realist olarak tanımlanan ama kendisini empresyonist olarak sınıflandıran ressam. büyük şehrin etkileri yarattıklarında hissedilir. eserlerinde duyguları başarılı bir şekilde yansıtan sayılı isimlerden. estetik bir resim ortaya çıkarmak güzel ama hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan duyguları hissettirebilmek ayrı bir boyut.

hopper'ın tanınması çok geç olmuş. otuzuna kadar avrupa ve amerika'da dolanmış ve kendi kendine gözlem ve resimler yapmış. sonrasında para kazanmak zorunda olduğundan nefret ettiği illüstrasyon işine girişmiş. ilk eseri 'sailing'i 1913 yılında satmış ama esas adını duyurması 1920'lerin başında, yani kırklı yaşlarında olmuş. hopper dolaşmış... birçok ülkeye gitmiş ilham almak için ama sonunda new york ve amerika'nın ona verdiği ilham ve anlam baskın çıkmış. kaos, çalkantı, çeşitlilik, bireycilik ve bunların ona hissettirdiği soğukluk, gurur ve yuvası olması ya da başka nedenden kaynaklı bağlılık. sevgi nefret ilişkisi gibi biraz. ayrıca bu noktada hopper'ın cumhuriyetçi olduğunu ve ülkesine karşı sorgusuz ve şüphesiz bir bağlılığı olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek.

Hopper'ın çocukluk evi, Upper Nyack / New York.

eserlerinde karısı jo'yu model olarak kullanması bol olmuş ki buna bazı erkek karakterler de dahil. yarattıklarında çoğunlukla yalnızlığı işler ama genelde işlediği yalnızlık somut olarak yalnız olma hali değildir. muhtemelen bu yüzden sanatla çok alakası olmayanları bile kendisine kilitler eserleri... hepimizin en derinindeki fazla bulaşmak istemediğimiz bir yere dokunur: ebedi yalnızlık, monotonluk ve boşluk. bu açıdan bakınca hopper'ın eserleriyle psikolojiye girdiği söylenebilir. her ne kadar ben dahil birçok kişi eserlerinde yalnızlık, izolasyon ve bireycilik görse de, hopper yalnızlık temasının fazla abartıldığını söylemiş zamanında.

yarattıklarında karmaşa ya da hareketlilik yoktur ve bu da bireycilik ve izolasyona daha da dramatik bir yön katar. sanki dış hareketin anlamsızlığı ya da içerideki yoğun hareketliliğin dışa hareketsizlik olarak yansıması gibidir eserlerinde ortaya çıkardıkları. güneş ışığına ve denize hassasiyeti vardır. hep ufak bir 'an'ı gösterir ve gerisini sessizce bize bırakır. hayatı boyunca eserleri hakkında mümkün olduğunca açıklama yapmaktan kaçınmış.

Jo ve Edward Hopper (1927)

ufak detaylar eserlerine apayrı bir tat katar. örneğin eserlerine seçtiği isimler (birçoğu jo tarafından resmedilmiş) ya da 'automat'ta kadının tek eldiveninin hala elinde olması ya da 'house by the railroad'daki izole evin etrafında kullandığı ışık-gölge unsurları ya da dar alanlara iki birbirine karşı kayıtsız insanı yerleştirirken, geniş ya da normalde kalabalık olması gereken yerlere de yalnız insanları yerleştirmesi...

çok benzetildiği norman rockwell ile arasındaki fark da rockwell'in eserlerinin bir şey hakkında olması ama buna karşılık hopper'ın eserlerinin amerikan manzaraları, figürleri ve mimarisi hakkında olması; rockwell'in detaylara girmesi ama hopper'ın detay ve anlamları eseri inceleyen kişiye bırakması olarak açıklanıyor.

En ünlü eserlerinden biri, Nighthawks (1942).

hopper'ın vedası 1965 yılında, eşi ve kendisini temsil eden, performanslarının sonunda eğilerek selam vermekte olan bir kadın ve bir erkek arlekeni resmettiği 'two comedians' eseriyle olmuş. iki sene sonra stüdyosunda sandalyesinde otururken öbür tarafa geçmiş hopper. ondan on ay sonra da, muhtemelen ona ilham vermek ve eserlerinde başka bir sahnede modellik yapmaya devam etmek için karısı jo da yanına gitmiş...

Resimlerine genel perspektiften bir bakış

"her şeye üzülen hiçbir şeyle tam olarak ilgilenmeyen insanlar" - amin malouf

edward hopper'ın yaptığı resimler tam olarak da böyle. o depresif, melankolik, yalnızlık temalı resimlerine hayran olduğum ressama bu yüzden hayran olduğumu daha yeni anladım. mutlu olmak için insanların her şeyi yaptığı, sürekli dışarı çıktığı, trenlerle seyahat ettiği, güneş banyosu yaptıkları, pencereden dışarı bakıp birbirlerine hiç bakmadıkları yani mutlu olmaktan ziyade sadece tatmin olan modern insanın dünyasını yansıtmasından dolayı hayran olduğumu yeni yeni fark ettim.

Gas (1940)

en meşhur çalışmalarından biri olan gas tablosu. sakin, fakat çok rahatsız ediyor. yol olup olmadığı belli olmayan bir yol, kimseye gaz satmayan fakat pompanın başında düşünen bir çalışan, mavi gökyüzünün altında ışıkları yanan gaz istasyonu.

Room in New York (1932)
Summer Interior (1909)

kafaları önde, karamsarlıktan dolayı kollarını saklayan, iyi giyimli, boşta olmayan fakat yapacak bir şey de bulamayan, gün içinde birçok kimliğe bürünmüş, bu kimliğe bürünme olayından yorulmuş, fakat yalnız kaldığında da rolsüz kalmanın onları daha da mutsuz ettiği insanlar... çok mu abartıyorum bilmiyorum ama müthiş.

Morning Sun (1952)
Eleven AM (1929)
Lighthouse at Two Lights (1929)

dışarıya bakan ama büyük ihtimalle bizim göremediğimiz gibi, onların da baktığı fakat göremedikleri manzaralar. deniz görmediğimiz ama deniz fenerini gördüğümüz resimler. hayata da sanki böyle bakıyoruz ama bomboş yani. "çünkü insanın bazen ne düşündüğü ne de bir şey hissettiği anlar vardı." (deniz feneri)

Nighthawks'tan bir ayrıntı (1942)
Hotel By the Railroad (1952)
Sunlight on Brownstones (1956)
The Barber Shop (1931)
Excursion into Philosophy (1959)

karizmatik, iyi giyimli kadın ve erkekler. aynı zamanda da yanındaki o karizmatik erkeklere bakmayan kadınlar, yanındaki güzel kadınlara bakmayan erkekler. tüm o şehir karmaşasının insanlara güzel bir kılıf geçirdiği, ama yanındakini kendine baktıracak dişilik ve erkekliğin olmaması. şehirde yaşamak buna değmiyor ama "yaşadığım yüzyıl, gözüme her şeyi kırıp büken bir gözlük yerleştirmiş, gerçeği göremediğimi seziyorum, ama allah kahretsin seviyorum da gördüklerimi!" (sessiz ev)

Bir sanat severin gözünden Hopper

ressamların ürünleri -tuvaller salt yeteneğin en belirgin olduğu yerler olduğu için belki- insanlarda hayranlık uyandırır. ağzınız açık bakarsınız genelde. inceler, yorumlarsınız. hayran hayran bakarsınız ama bir resim çok nadiren bizi duygulandırır, bam telimize basar, moralimizi bozar, mutsuz eder.. edebiyat ya da müzik daha çok duygulara çalışır benim için mesela.

ama durum bu zat-ı şahanenin işlerinde değişiyor. edward hopper'ın her resmi kelimenin tam anlamıyla vurucu. ister otel lobilerine götürsün bizi, isterse rooms by the sea gibi günlük güneşlik deniz kenarı bir odada olalım yine de belirgin bir hüzün vardır hopper'ın eserlerinde. insanın yalnızlığını yüzüne çarpıyor. hayata bakış açısı ve nasıl bir insan olduğu, o resimlerin nasıl bir çerçeve içinde ortaya çıktığı bilindiğinde hopper'ın ne denli büyük bir sanatçı olduğu ortaya çıkıyor.

"zamanın amerika'sını değil kendimi resmettim" diyecek kadar bireyci, dönemin sanat çevresinin çoğunluğu gibi bir dönem paris'e gittiğinde (ki, şatafatlı yıllardı hopper'ın orada olduğu yıllar. çoğu sanatçı bu paris deneyimini uzun uzadıya anlatmış, biyografilerinde hep bir paris çentiği açılmıştır "paris'e xx yılında gitti. orada x'le tanıştı. y'le muhabbet etti. z'den etkilendi vs...) bu deneyimi;

"kimle mi tanıştım? kimseyle. gertrude stein adını duymuştum. ama piacsso'yla ilgili bir şey duyduğumu hatırlamıyorum. geceleri kafelere gider oturur ve etrafı izlerdim. biraz da tiyatroya gittim. paris benim üzerimde harika ya da vurucu bir etki bırakmadı."

diye anlatabilecek kadar realist ve minimal bir bakışa sahiptir. resimlerinde de tam olarak bunları görürüz. bunları diyen bir adamın yaptığı resimler nasıl olmalıysa öyledir. yalın mekanlar, fazla ortaya çıkmayan renkler, resmin ortasında sizinle hiçbir etkileşimde bulunmadan kendi dünyasında tek başına varolan bir karakter- insan, ağaç ya da bir ev?

"sen de kimsin?" bile demez mesela hopper'ın resminin ortasında oturan, otel odasına kapıyı çalmadan girdiğimiz kadın. "neden bakıyorsun?" demez. kendi dışında kimse yoktur sanki dünyada. öylesine sallamaz bizi.

en azından beni sallamıyor hiç.

Bonus: Popüler kültürde kendisine yapılan bazı göndermeler

ışıkla böyle oynamayı nerden öğrenmiş derseniz, adres olarak fransız empresyonistleri, özellikle edgar degas verilebilir. hatta meşhur automat tablosunun esin kaynağının bu olduğunu söylerler.


diğer ressamlar tarafından örnek alınmakla kalmamış, sanatın diğer dallarındaki çalışmalara da ilham olmuş. sinema, fotoğraf ve müzik. tom waits'in 1975 tarihli albümü nighthawks at the diner bu etkinin izlerini taşır.


ayrıca the simpsons 8.sezon 18. bölümünde bu tabloya direkt bir gönderme yapılmıştır.


alabildiğine amerikan, fakat hissettirdikleriyle bir o kadar evrensel bir ressamdır. kentsoylu yalnızlık ve izolasyon duygusu deyince akla ilk gelenlerden biridir. hepimizin omzu düşük yüzü önündeki fincana akmış oturmuşluğu vardır illa.

Akılalmaz Fiyata Satılan Sade Resimlerin Sansasyonel Ressamı: Mark Rothko

Masal Diyarı Gibi Resimler Çizen Ünlü Ressam Claude Monet'nin Hayatı