TELEVİZYON 12 Aralık 2016
82,5b OKUNMA     1032 PAYLAŞIM

Muhteşem Bölümlerle Geri Dönen Vikings'in Okurken Yüreğinizi Parçalayacak Bir İncelemesi

4. sezonuna bir süre ara veren Vikings, geçtiğimiz günlerde yeni bölümleriyle geri döndü. Geri dönmek ama ne dönmek...


--- spoiler ---

izlerken yüreğim paramparça oldu. bir zamanlar herkesin hayran olduğu, ışıl ışıl parlayan, genç, tutku dolu, güçlü ve heybeti dağlarla yaraşır delifişek ragnar lothbrok, çaresizlikten boynuna ilmeği geçirdi ve intihar etmek istedi. gel de buna yürek dayansın işte!


kendimi bildim bileli bir kitabı veya filmi hatta var oluşa dair herhangi bir mücadeleyi sonucuyla değil hep serüveniyle, hikayesiyle sevdim. sonuçlar beni hiç ilgilendirmedi. bir hikaye; onunla tanıştığım günden ayrıldığım güne kadar bana neler yaşattı, beni nereden aldı nereye götürdü, bende nasıl bir iz bıraktı? benim için önemli olan bunlardı. sonuç ne olursa olsun insanı asıl zengin eden şeylerin bunlar olduğuna inandım. king ragnar veya ragnar lothbrok un hikayesi de öyle sanıyorum ki ölünceye kadar silinmeyecek bir iz bırakacak bende
.


ragnar lothbrok her şeyden önce büyük bir serüvenciydi. hiçbir zaman paranın, şöhretin, gücün cazibesine kapılmadı o. “güç daima tehlikelidir; kötü bir şekilde etkiler, muhteşem bir şekilde yozlaştırır. hiçbir zaman güç istemedim. güç, sadece onu yerden almak için eğilmeye hazır olanlara verilmiştir.” – ragnar lothbrok.


hatta o, doğup yaşadığı toprakların geleneklerine veya dini inanışlarına da kayıtsız biriydi. onu heyecanlandıran tek bir şey vardı; keşfetmek. keşfetmekten müthiş bir haz alıyordu ragnar. gitmek istiyor, bilmek istiyor, anlamak istiyor ve yaşamak istiyordu. denizaşırı diyarlara olan sevgisinin esas nedeni bu değil miydi? athelstana olan sevgisinin altında yatan temel sebep de bu değil miydi? athelsan.. uzak diyarlardan gelmiş, bambaşka bir dini inancı yaşayan, sıra dışı ve ilginç şeyler anlatan bir keşiş! işte ragnar’ın kalbini çalan şey buydu. bu gizem ve alışılmadık dünyalar.


sanırım ragnar’ı en çok seven kişi de flokiydi. lagherta nın sevgisinden çok daha öte ve derin bir sevgiydi bence floki’nin sevgisi. floki, ragnar’ı tanrıların soyundan, odin in soyundan gelen büyük bir adam olarak görüyordu. ama ragnar’a olan sevgisinde çok daha insani bir yön de vardı. ragnar’a inanıyordu, güveniyordu pek çok kadın ve erkek ragnar’a hayrandı ama floki tüm kalbiyle seviyordu onu. bu yüzden paris’te o tabutun başında söyledikleri bu kadar içten ve yürek paralayıcıydı. sanki floki’nin tüm acılarının, mutsuzluklarının temelinde ragnar’a olan sevgisi vardı. onun tek bir iltifatıyla, tek bir sözüyle çocuklar gibi mutlu oluyordu floki.

4/11’de ragnar, floki ve helga’nın aralarında geçen son derece dokunaklı şu sahneyi hatırlayalım;

özellikle son üç karede floki’nin yüz mimiklerine dikkat edin lütfen. helga, ragnar’a; “çünkü floki seni seviyor ve hep sevdi.” dedikten sonra floki utanıyor, diyecek bir şey bulamıyor ve mahcubiyetinden yüzünü çeviriyor. onca yıldan son hem de. ragnar’ın kendisini ve halkını terk etmesinin üzerinden geçen onca yıldan sonra. üstelik bu sefer karşısında güçlü, ilham veren, herkesin hayran olduğu king ragnar yok; sokakta yüzüne tükürülecek kadar düşmüş, yaşlı, umutsuz ve kimsesiz bir ragnar var.


hayatın getirip götürdükleri içinde zaman zaman birbirleriyle karşı karşıya gelmiş de olsalar eski dosttan düşman olmaz misali bu iki arkadaş birbirlerine karşı hep derin bir sevgi ve muhabbet taşıdılar. ancak hepimizin yaptığı gibi hayatın hızla akıp giden katı gerçekleri içinde onlar da bu dostluğu bazen egolarının bazen gururlarının gölgesinde bırakıp ihmal ettiler.

yine 4/11’de ragnar, björn ün akdeniz seferi için floki’nin tasarladığı yeni gemiyi incelerken floki'yle aralarında şöyle bir diyalog geçer:


ragnar: bu yaptığın en hızlı, en zarif gemi.

floki: bence de öyle. yıllar boyunca çok şey öğrendim. neyin işe yaradığını ve neyin işe yaramadığını gördüm. aklımı en iyi gemiyi tasarlamaya zorladım. 

ragnar: ( biraz sitemkar ve üzgün bir şekilde ) şimdi de yaptığın en iyi gemiyi oğlum björn’e vereceksin. bu uygun düşer... rahatsız edici bir şekilde…

floki bu sırada ragnar’a öyle bir bakar ki. 


bir şey söyleyemez ama yüzündeki o acı dolu ifadenin ve ragnar’a olan zayıflığının açığa çıkmaması için belli belirsiz hüzünlü bir gülümsemeyle susmayı tercih eder. ne diyebilir ki? “seninle ingiltere’ye yelken açarım ragnar. eski günlerdeki gibi paris’te, ingiltere’de çarpıştığımız gibi yine yanında savaşırım ragnar.” diyemez ki... çünkü floki, ragnar’ı ne kadar severse sevsin yüreğine kızgın taşları basıp sadakatini geleneklerine, inancına, doğup büyüdüğü köyün insanlarına ve söz verdiği ragnar’ın oğlu björn’e gösterecek bir karakter. (burada floki’yi canlandıran oyuncu gustaf skarsgård için diz çöküp eli öpülesi muhteşem bir oyuncu olduğunu söylemek yerinde olacaktır. karakteri oynamamış ete kemiğe büründürüp ruh vermiş adeta)

floki, ragnar ve björn arasında seçim yapmak zorunda kaldığı bu durumdan son derece mutsuzdur ve huzursuzdur. öyle ki bir sahnede helga ve ragnar konuşurken heyecandan çekici eline vurur. kalbi ragnar’la birliktedir, onun yanında olmak istemektedir. ancak ragnar benimle gelecek misin diye sorduğunda ona; 


“uzun yıllardır burada yoktun ragnar. björn’e söz verdim.” diyecektir.

4/11’ün sonlarına doğruysa ikili arasındaki belki de en dokunaklı sahneyi izleriz.
ragnar ingiltere’ye mutlaka gidecektir. son bir defa floki’ye gelir ve der ki: 

“ içimden bir ses diyor ki; eğer benimle gelmezsen seni bir daha asla göremeyeceğim.”
floki, valhalladan, odin’in muhteşem salonundan söz eder ama bunlar tahmin edildiği gibi ragnar için kayda değer laflar değildir. arkasını döner ve giderken;

“seni seviyorum floki” der. floki’nin gözleri dolar, dizlerinin bağı çözülür, ağlarken “ben de seni seviyorum. ben de seni seviyorum ragnar lothbrok” der.


floki ve ragnar bir daha birbirlerini görürler mi bilmiyoruz. önümüzdeki bölümlerde bunu anlayacağız. ama floki, björn’le akdeniz’e yelken açtı ve galiba ragnar da ingiltere’de ölecek.

başa dönersek işte benim için bu diziyi son derece başarılı hatta başyapıt kılan temel şey bu; insan hikayeleri anlatması. onca aksiyonun, savaşların, görkemli galibiyetlerin ve kahredici mağlubiyetlerin arasında insanların birbirleri arasındaki dokunaklı hikayelerini anlatması. düş kırıklıklarını, yarım kalan aşkları, bir şekilde ayrılan yolları, insani zaafları, bencillikleri, dostlukları ve ihanetleri...


ragnar’ı destansı biri yapan da bence bu insani tarafı işte. efsanevi bir savaşçı ve kral olmasının yanında bir yanıyla da hep çocuk gibi biriydi o. çoğu zaman kafasının dikine giden, canının istediği gibi davranan, yerleşik kuralları hiçe sayan, hiyerarşiyi, bürokrasiyi, gelenekleri, ritüelleri umursamayan serüvenci bir ruha sahip duygusal bir adamdı ragnar. her ne kadar oğlu björn’e kalbinle değil aklınla ver kararları dese de kendisi hep kalbiyle kararlar verdi. björn onu çok güzel tarif etmişti hatırlarsanız;


“bence paris’te olanlar nihayet onu yıktı. istediğinizi söyleyin ama o da bir insandı. insanlar ondan sanki tanrıymış gibi konuşmaya başlamıştı. o bir tanrı değildi, o bir insandı. bir çok hayali ve bir çok başarısızlığı olan bir insan. onun olmadığı yıllarda anladım bunu. tüm başarısızlıklarına rağmen bana göre dünyadaki en büyük adamdır.”