TELEVİZYON 26 Ocak 2024
23,6b OKUNMA     230 PAYLAŞIM

Netflix Türkiye'de Neden Sürekli Birbirine Benzeyen Yerli İçerikler Üretiliyor?

Netflix'in yerli işlerinin neden fazla risk almayan, benzer tattaki şeyler olduğunu anlamanıza bir nebze de olsa yardım edecek bu yazı.

netflix'in "kapalı devre" sistemine biraz daha yakından bakalım

yurt dışında (ingilizce konuşulan batı'da) eser yayımlamada tür ve mecradan bağımsız olarak özellikle ajans ve menajerler öne çıkar. türkiye'deki yayınevleri ise kendilerine gelen eserleri inceliyorlar ancak o denli eser gönderiliyor ki pek çok eser okunmadan çöpe atılıyor. çünkü yayınevlerinin bütçeleri kısıtlı, kitap okunma oranları düşük, deneme yanılma yapmaya/risk almaya yetecek kadar kaynak yok, telifsiz eser basmak daha kârlı:


bu sebeple türkiye'de insanların kitaplarını para karşılığı basan yayınevi sektörü oluştu.
çünkü herkes "kitap yazmak" istiyor, kitabı basılsın istiyor. kitabının reklamını alakasız başlıklarda yapan sözlük yazarları gördü bu gözler. tavsiye olarak bırakıyorum:


batı'da ise yazarların ajansları vardır. diyelim bir kitap yazdınız, gidiyorsunuz bir edebiyat ajansına (yayınevi değil), diyorsunuz ki "böyle böyle bir eserim var, yayınlamak istiyorum," onlar da eserinizi okuyor, beğenirlerse yayınevleriyle iletişime geçiyorlar ve ilgilenen bir yayınevi çıktığında eser basılıyor.

j. k. rowling, harry potter'ın onlarca kez reddedildiğinden bahseder bahsetmesine de o sırada kendisini bir ajansın (christopher little literary agency) temsil ettiğine pek değinmez.

diyelim eseriniz çok "büyük" potansiyel vadediyor, ajans da salak değil elbette: bu durumda açık artırmaya çıkılıyor. evet, yayınevleri bildiğin eseri basmak için yarışıyor ve teklif veriyorlar ve bu iki turlu bir şekilde yapılıyor: sonunda en çok teklifi veren kabul ediliyor.
bakınız, 2020'den bir haber: daha 28 yaşındaki bir kızımızın (annabel steadman) ilk kitabını basmak için açık artırmada 7 haneli bir teklif veriliyor ve daha kitap çıkmadan film hakları da sony'ye satılıyor. düşünün.

düşündünüz mü? güzel. işte batı'da edebiyat ve sinema uyarlamalarında durum bu şekilde işliyor. senaryo için de benzer bir ekosistem var: yani kimse netflix'in ya da diğer yayıncıların kapısında yatmıyor. her şeyin bir şeyi var.

türkiye'de bildiğim kadarıyla edebiyat ajansları var ancak bunlar gelecek vadeden yazarlardan ziyade halihazırda belirli bir başarıya ulaşmış yazarların dünyaya açılmasına yardımcı oluyor: (bkz: kalem ajans) bunlardan biri (reklam değil, sadece örnek veriyorum.) çünkü türkiye'de yayınevi, yazarını temsil de etmek, etinden sütünden faydalanmak da ister. ondandır ki kara kitap'la devasa başarı yakalayan orhan pamuk can'dan iletişim'e, nobel kazandıktan 2 sene sonra yayımlanan masumiyet müzesi'nin başarısından sonra da yapı kredi'ye geçer.

türkiye'deki sistem batı'ya göre daha el yordamıyla işlediği için, netflix türkiye'ye eserinizi onaylatmanın yolu da netflix çalışanlarına kıyasla, menajerinizin elinin kolunun ne kadar uzun olduğuyla alakalı. elbette yolun başındaki bir yazarın menajeri olmayacağı için, sektör reklam üzerinden dönüyor. dünyaca ünlü bir modelle reklam aşkı yaşayan direngen ahır'ın, yahudi olmadığı halde yahudi taklidi yapan hailee ezra kahn'ın nasıl da parlatıldığını düşünün bir.

düşündünüz mü? güzel: burada bahsettiğim tam anlamıyla torpil de değil aslında, pek çok kriter rol oynuyor: lamelif dafuck'ı, direngen ahır'ı, somon tuğlacı'yı düşünün: yazarlık yeteneklerinden bağımsız olarak ürün (kitap demedim) sattıracak "yüz"e de sahipler. tartışmaya açık olsa da ortalamanın üzerinde bir güzellik/yakışıklılığa sahipler, yine ortalamadan farklı olarak "anlatılabilir" bir hayat hikayesine sahipler. bunu gören yayınevi de basıyor parayı, ürünleri yığınlara dayıyor. ilginçtir, bu isimlerin kariyerlerinin bir yerden sonra tepetaklak olması hatta bazılarının alenen "dolandırıcı" çıkmaları da hesaba katılsın lütfen.

yurt dışından örnek:


hatta bunu çekip uzatırsam çok sevdiğim halde a song of ice and fire çevirisinin onca yıldır çeviri yaparak kendini kanıtlamış onca insan dururken, mütercimlik mezunu olmasına rağmen o zamana değin tek bir eser çevirmemiş bir hanıma verilmesini bile inceleyebiliriz.

o sebeple, netflix ilk yerli yapımlarından biri olan atiker sıralı otogaz sistemleri'ni duyurduğunda kimsenin tanımadığı bir yazarın ürününün uyarlanması herkesin dikkatini çekmişti. sonradan kendisinin "belirli" çevrelerde etkin olduğu ortaya çıkmıştı.

ancak bunu netflix özelinde düşünmemek lazım

bakınız, aşk-ı memnu'da ve fatmagül'ün suçu ne'de orijinal eserler sayesinde senaristmiş gibi övülenler, o diziden sonra kuzey güney dışında erken final yapmayan, dişe dokunur bir şey üretemediler.

disney plus'ın türkiye'ye giriş stratejisini hatırlayın, piyasadaki herkesi toplayıp hiçbir şey üretemediler ki buna gals da dahil (gülelim birsel). (kendisinin ilk kitabını okuyanlar ve gag'ı izleyenler ancak niye kendi ismi yerine bunları kullandığımı anlayabilirler.)

neyse çok uzadı, bağlayayım: sorun, türkiye'deki nepotizmdir

Nepotizm: Akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık.

ağızlara sakız edilen liyakat, elbette eser yayımlanmasında da gözetilmiyor. batı'da işler neden tıkır tıkır işliyor? çünkü liyakat az da olsa var, bu yüzden squid game aradan sıyrılabiliyor. belki nefret ediyorsunuzdur ama shondaland yapımları kendini izletiyor en azından. bizimkiler ise ekran başında insana saç baş yolduruyor.

geçenlerde ekşi sözlük'te harika bir tespit okudum, bayıldım: "türkiye'de neredeyse herkes, imkan bulamamış bir tayyip erdoğan'dır."

cevap burada gizli gibi. değil mi? olsun.