EDEBİYAT 11 Temmuz 2016
225b OKUNMA     1602 PAYLAŞIM

Ömer Seyfettin'in Cansız Bedeninin Başına Gelen Talihsiz Olaylar

35 senelik kısa ömrü boyunca Türk Edebiyatı'na birçok önemli eser hediye eden Ömer Seyfettin'in cansız bedeninin başına gelenleri ''concerta'' anlatmış.

önce fotoğrafa dikkatle bakın sonra arkasında yatan hazin hikayeyi okuyun.

fotoğraftaki görüntü türk edebiyatına yüzlerce mükemmel eser bırakan ve bir döneme imzasını atmış büyük yazar ömer seyfettin'e ait..

ömer seyfettin 23 şubat 1920’de şeker hastalığından ötürü son durağı olacak haydarpaşa hastanesi’ne kaldırılmış, 6 mart 1920’de ise bu hastanede son nefesini vermişti.

ömer seyfettin şeker hastasıydı. ne yazık ki o dönemde bundan ne kendisinin ne de o devir doktorlarının haberi vardı. olamazdı da. zira o zamanlar diyabet ve insülin dünyada bile bilinmiyordu.

ilk defa 1921 yılında köpekler üzerinde yapılan banting ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, pankreası alınan köpeklerin şeker hastalığı belirtisi gösterdiği, panreasın ezilerek iğne ile kana verilebilecek forma getirilerek tekrar geri verildiğinde şeker hastalığı bulgularının gerilediği gözlemlenmişti. pankreasta bulunan ve kan şekerini düzenleyen insulin'in tedavi edici özelliği 1922 de ilk defa bir çocukta kullanıldı ve insulin'in şeker hastalığındaki tedavisi ile bu bilim adamları 1923 de nobel ödülü kazandılar.

ne var ki, ömer seyfettin, bu döneme yetişememişti her doktora gittiğinde şekerin yaptığı eklem ağrıları için romatizma tedavisi uyguluyorlar ve çıkarken sıkı sıkı tembihliyorlardı: "aman azizim bol bol portakal, madalina ye, üzüm hoşafı iç" diye.

ömer seyfettin bu tavsiyelerle ne yazık ki 23 şubat 1920’de bir daha kalkmamak üzere yatağa düştü.

ömer seyfettin kadıköy yakasında kira evinde, yalnız yaşıyordu. oturduğu eve, reşat nuri, “münferit yalı” adını takmıştı. onunla ilgilenebilen en yakın arkadaşı ali canip’ti: hemen her gün uğruyor, biraz yemesi için evinden yemek getiriyordu. son günlerinde ateşli hastalığı ilerlemiş, adeta kendini kaybetmişti. ali canip onu faytonla numune hastanesi’ne götürmüştü.

hastanede yattığı süre gözünü açmadı. ara sıra “çocuk.. çocuk…” diye sayıklıyordu. belki uzun süredir yüzünü görmediği kızını anıyordu. ömer seyfettin kalbindeki özlem ateşiyle öldü.

büyük yazarı hastanede tanıyan kimse yoktu. cesedi sahipsiz bir ölü sayıldı. kadavra olarak değerlendirmek istediler. çevresinde tıp fakültesi öğrencileri toplandı; hastane hademesi cesedi üzerine elini koydu. önce hatıra fotoğrafı çektirdiler, sonra sivaslı bir hademe karnını yardı ve testereyle cesedin başınıkesti.

kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı. halbuki önlerinde yatan edebiyatımızın usta kalemlerinden birinin cenazesiydi.

fotoğraf gazetelerde yayımlanınca, üstadı tanıyanlar telaşla hastahaneye koştu; başsız cesedi kurtarmaya çalıştılar…

nümayiş gibi kalabalık ve öfkeli bir cemaatin huzurunda cenaze namazı kılındıktan sonra kuşdili'nde mahmud baba haziresinde toprağa verildi.

üstadın bedeninin başına gelenler bununla da sonlanmadı. mahmud baba haziresinin üzerinden yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle mezarı kaldırılacak ve 23 ağustos 1939'da zincirlikuyu mezarlığı'na nakledilecekti. vefatından 19 yıl sonra kemikleri asya'dan avrupa'ya nakledildi.

bir ikincisini yetiştiremediğimiz ömer seyfettin sahipsiz ve yapayalnız ölmüş, cenazesi hastanede kesilip biçilmiş ve arkadaşları bundan çok sonra haberdar olabilmişlerdi.

böyle birşey ancak bizim memleket olur
çünkü bu toplumun sanatla, bilimle, edebiyatla işi yok

dün de aynıydı bugün de aynı aradan 100 yıl geçti fark var mı sizce?