Osmanlı'da Taht Kavgalarıyla Geçen Kargaşa Dönemi: Fetret Devri
fetret devri, osmanlı siyasi kültüründe fetret devri; mütemadiyen büyük bir tehlike zamanı olarak addedilmiş, dünyanın yönünü kaybettiği ve tüm şeytanlarına yenik düştüğü çalkantılı bir dönem olarak kabul edilmiştir. (bkz: nizam-ı alem)
ahvalin bu şekilde hasıl olmasında yani bu hassas dönemin tehlikeli ve belirsizlikler ile dolu bir vakit aralığı olarak görülmesinde, osmanlı monarşisinde tartışmasız bir veraset kanununun olmamasının etkisi büyüktür. bir diğer köklü orta çağ monarşisi olan fransız capet hanedanına baktığımızda ise mezkur problem ile başa çıkmak adına daha makul bir yaklaşım görürüz. capet kralları, varlıklarının ilk iki yüzyılı boyunca, ölümlerinden sonraki anlaşmazlıkları önlemek adına henüz hayattayken büyük oğullarına rex designatus unvanı vermişlerdir. zaman içerisinde (philip augustus'tan itibaren) tahtın en büyük oğula geçme hakkı bu uygulamanın sona ermesini sağlayacak şekilde yerleşmiş ve doğum sırasına göre iktidara devralma anlamına gelen primogeniture (kadınları verasetten dışlamak için düzenlenen loi salique gibi), krallığın temel yasalarından biri haline gelmiştir.
yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere osmanlı tarihinin büyük bölümünde özgül bir veraset kanunun bulunmamasının saltanatlar arası dönemlerde sorun yaşanmasına önemli ölçüde katkıda bulunduğuna, imparatorluk için müthiş bir düzensizlik sebebi olduğuna ve birçok padişahın başına müthiş dertler açtığına şüphe yoktur. ilk olarak fatih sultan mehmet tarafından yapılan düzenleme ile (bkz: fatih kanunnamesi) gerçek anlamda veraset soruna yönelik bir çalışma yapılmış olsa da bu tertip, söz konusu alanda türk siyasi geleneğinin doğrudan yasa yapmaktaki yetersizliğinin bir sonucu olarak kardeş katli yasası'nın ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. öyle görünmektedir ki genel hatlarıyla veraset kanunu, başka yerlerde açıkça ifade edilen ve osmanlıların "türk - moğol mirasından" gelen, tanrı tarafından seçilen kraliyet soyunun (bkz: kut) her üyesinin doğası gereği meşru veraset hakkına sahip olduğu inancına ters düşmektedir. binaenaleyh herhangi bir veraset ilkesinin (doğum hakkı veyahut ekberiyet hakkı) oluşturulması, kimseye hak iddia etme ve "şansını deneme" seçeneği tanımadan, tüm hak sahiplerinin tek birinin lehine elenmesi (bkz: apriori) anlamına gelmektedir. aynı zamanda bu durum, rekabetin yaşanmasına fırsat verilmeden keyfi olarak bitirilmesine de neden olmaktadır ki; mevzubahis senaryoda müdahalesine izin verilmediği iddia edilen mefhum, tanrıdan başkası değildir. taht için gerçekleşen "yarışmayı" erkenden bitirmek bir bakıma, o'nun yüce hikmetiyle adaylar arasında karar vermesinin önüne geçilmesine ve lütfunun kime nail olacağının engellenmesine de eşdeğerdir.
taht adayları arasındaki iç savaşlar, osmanlı tarihi boyunca teoride kalan bir risk değildir ve bilhassa imparatorluğun ilk iki yüzyılında bu tür hadiseler muhtelif zamanlarda meydana gelmiştir. bunlardan belki de en meşhuru ise hepimizin bir şekilde kulak aşinalığının olduğu ve yıldırım bayezit'ın oğulları arasında cereyan eden iktidar mücadelesi, nam-ı diğer fetret devri'dir.
15. yüzyılın ilk yıllarında, osmanlı devleti'nin asya ile avrupa'yı birbirine bağlayan ve yükselen bir beynelmilel güç haline geldiği dönemde, aralarından birini seçmeye karar verecek herhangi bir kuralın yokluğunda her bir potansiyel adayın şansını denemeye kararlı olduğu ve akla gelebilecek tüm karmaşıklarla dolu tam ölçekli bir olaylar silsilesi olan fetret devri'nin sarsıntıları 10 yıldan fazla bir süre devam etmiş ve bu zaman zarfı boyunca devletin tekrardan birliğini kurabileceği ya da varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği belirsiz kalmıştır. mezkur dönemde devletin başına binbir türlü talihsizlik gelmiş; iç savaşlar, kardeş kavgaları, yabancı güçlerin müdahalesi, toprak kayıpları ve hatta toplumsal devrim dahi bu müteharrik olaylardaki yerini almıştır. tabii olarak mütemadiyen örnek olarak gösterilen bu krizin istisnai koşullarda patlak verdiğini de unutmamak gerekir.
velhasıl olaylar, 1. bayezid'ın 28 temmuz 1402'de ankara savaşı'nda pervasızca meydan okuduğu orta asya'nın büyük fatihi timurlenk karşısında aldığı ezici bir yenilgi ile başlar. daha evvel benzeri görülmemiş bir biçimde savaşın galibi tarafından esir alınan ve onun ganimetinin bir parçası olarak semerkant'a doğru götürülen yıldırım bayezit'ın haklı ya da haksız şekilde neden olduğu bu felaket, beraberinde derin bir huzursuzluğu da getirir. yıldırım, iktidarı süresince osmanlı'yı kesinlikle daha büyük ama aynı zamanda daha kırılgan hale getiren hızlı bir genişleme sağlamış ve bu durum, devletin sınırlarının etrafını sarmış olan pek çok düşmanı da beraberinde getirmiştir. ayrıca bütün bunlara ek olarak bayezit'in iktidarı boyunca kuvvetlendirilen mutlakiyetçilik (kimilerine göre osmanlı'nın imparatorluğa evrilme sürecini başlatan fatih değil, yıldırım'dır) ve realpolitik de iç gerilimlerin şiddetlenmesine sebebiyet vermiştir. binaenaleyh savaşın ardından yeniden doğuya doğru yola çıkmadan evvel, arkasında tekrardan toparlanabilecek bir güç bırakmak istemeyen timurlenk tarafından bütün bu olumsuzluklar körüklenmiş ve birtakım bölünmeler kaçınılmaz hale gelmiştir.
madalyonun diğer yüzünde yani hadiseleri osmanlı şehzadeleri nezdinde ele aldığımızda ise ilk olarak, yaşanan bozgunun akabinde bayezid'in en büyük oğlu olan süleyman'ın edirne'ye ulaşmayı başardığını ve rumeli'nin kontrolünü ele geçirdiğini görürüz. süleyman'a eşlik edenler arasında sadrazam çandarlı ali paşa, yeniçeri ağası ve devletin diğer ileri gelen isimlerinin bulunması onu, diğer şehzadeler karşısında taht için bir adım öne çıkarır gibi gözükmektedir. ancak gelgelelim süleyman gibi savaştan sağ kurtulmayı başaran diğer iki kardeş, durumu bu şekilde değerlendirmemektedir ve onlar da anadolu'da tutunmayı başarmış vaziyettedirler: şehzade isa, başkent bursa'ya giderek burada hakimiyetini tesis ederken, henüz ergenlik çağında olsa da arnavut kökenli kurnaz bir devlet adamı olan bayezid paşa'nın gözetimindeki küçük kardeş mehmed ise amasya ve tokat sahasına çekilmiştir.
her üç şehzade de henüz birer emir konumundadır ancak yine de her biri yıldırım'ın meşru varisi gibi davranmakta ve saltanatı kendi çıkarı için yeniden birleştirmek adına büyük çaba sarf etmekte herhangi bir beis görmemektedir. ne var ki şehzadeler arasında sultan unvanını alan tek kişi mehmet'tir ve en geç 1407'den itibaren olmak üzere bu sıfatı kullanagelmektedir. nitekim ilerleyen dönemlerde devletin ikinci kurucusu olarak anılacak olan mehmet, yeteri kadar mukavemet sağladığına kanaat getirmesinin akabinde işe kardeşi isa'yı bursa'dan sürerek başlar ve bu gelişme isa'ya, yanına sığındığı kardeşi süleyman'ın desteğini kazandırır. süleyman, zaman kaybetmeden isa'yı silahlandırarak anadolu'ya geri yollar. burada, geçmişte osmanlılar'a düşmanlık besleyen beyliklerden de destek bulan isa, karma kuvvetleriyle birlikte mehmet'in üzerine yürür ancak bir kez daha yenilgiye uğrayarak taht oyununda tamamen saf dışı kalır. bu zafer ile birlikte anadolu'daki konumu iyice sağlamlaştırmış olan mehmet tehdidinin daha da büyümesinden çekinen süleyman, bu kez bizzat ordusunun başında boğazlar'ı geçer ve mehmet'i bursa'ya ve ankara'ya dek sürer. bütün bu gelişmeler yaşanırken devreye yeni bir oyuncu girer: babası ile birlikte ankara'da timur'a esir düşen ve serbest kalmasının akabinde mehmet'e sığınan musa çelebi.
başlangıçta musa çelebi, kendisini himayesi altına mehmet'in yalnızca bir aracısı konumundadır. süleyman'a arkadan saldırmayı planlayan mehmet, onu avrupa'ya, eflak voyvodası mircea'nın yanına gönderir. bilahare musa, balkan'daki müttefiklerinin yardımıyla süleyman'ın temsilcisi olan rumeli beylerbeyi'ne karşı önemli bir zafer kazanır (13 şubat 1410) ve avurpa'da kendisini kabul ettirir. binaenaleyh süleyman'ın, bu yeni rakibi ortadan kaldırmak için derhal anadolu'dan geri dönmekten başka yapacak bir şeyi kalmamıştır. nihayetinde iki şehzade 1410 yazında ilk olarak istanbul'da ardından da edirne'de olmak üzere art arda iki kez karşılaşır ve muharebelerde süleyman'ın kuvvetleri galebe çalar. ancak ertesi yıl musa çelebi, hatırı sayılır bir ordu toplayarak mücadeleye kaldığı yerden devam eder ve nihayetinde süleyaman'ın askerleri dahi kendisine katılır. ne olduğunu anlamadan kendisini herkes tarafından terk edilmiş halde bulan süleyman ise istanbul'a yani bizans'a kaçmaya çalışırken yolda, türkmenlerin yaşadığı bir köyde yakalanarak köylülerin girişimiyle öldürülür. aşıkpaşazade'nin anlatısına göre hem kardeşinin kendisinin icazeti olmadan tabiri caizse kaçak bir hayvan gibi öldürülmesi hem de bu eylemin aynı zamanda kut anlayışı gereğince kutsal addedilen osmanlı hanedanı'na büyük bir saygısızlık teşkil etmesinden mütevellit büyük bir hiddete kapılan musa, bütün köyün yakılması emrini verir ve köylüleri ateşe verip öldürmeden evvel onlara şu şekilde hitap ettiği rivayet edilir: "benim kardeşimi neden öldürdünüz ? kardeşimin sizinle ne ilgisi var ?"
böylece rumeli'nin tek efendisi haline gelen musa, merhum şehzade süleyman'ın tam aksine son derece kişisel bir politika benimser. selefi tarafından balkan devletleri'ne ve bizans imparatorluğu'na iade edilmiş olan toprakları geri almak adına saldırgan bir hareket başlatan musa çelebi'ye karşı hıristiyan devletler, ivedi bir şekilde mehmet çelebi'yi yardım çağırırlar. ancak musa, ilk anadolu ordusunu temmuz 1412'de istanbul yakınlarındaki inceğiz'de yenmeyi başarır. durumun önemini kavrayan mehmet ise zaman kaybetmeden anadolu kuvvetlerini, kardeşinin düşmanı olan bütün avrupalı devletlerin askerleriyle birleştirerek büyük bir ordunun başında doğu avrupa'ya doğru harekete geçer. 5 temmuz 1413'te sofya'nın dağlarında gerçekleşen çamurlu muharebesi'nde mehmet çelebi, kardeşini yenilgiye uğratır ve musa yakalanarak idam edilir. bu gelişmeyle birlikte neşri'nin de çok doğru bir şekilde ifade ettiği gibi: " sultan mehmed han kendisini saltanat tahtına mutlak padişah olarak oturmuş bulur."
hülasa geleneksel tarih yazımına göre, ankara yenilgisi ile birinci mehmet'in kesin zaferinin ardından saltanatı tek başına devralması arasındaki karanlık 10 yıl, timur'un anadolu'yu tahrip etmesinin akabinde gelen talihsizlikler ile dolu bir huzursuzluk dönemi olan fetret devri olarak anılagelmiştir.
konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere renee worringer'den osmanlı imparatorluğu'nun kısa tarihi, halil inalcık'tan kuruluş ve imparatorluk sürecinde osmanlı ve aşık paşazade'den tevarih-i al-i osman adlı eserleri tavsiye ediyorum.