TARİH 15 Mart 2024
21,2b OKUNMA     250 PAYLAŞIM

Osmanlı'nın Son Döneminde Ortaya Çıkan Muhalif Grup Jön Türkler Kimdir?

Jön Türkler kimdir? Neden önemliler? Neyi savundular? Osmanlı'nın son demlerinde ortaya çıkan Jön Türkler hakkında bilinmesi gerekenler.

osmanlı imparatorluğu'nun 18. yüzyılın ilk yarısı itibariyle batıya yönelişini takiben, 19. asırdan başlayarak, bu değişimin gerektirdiği bürokratik kadrolara eleman yetiştirmek üzere mekteb-i harbiye-i şahane, mekteb-i tıbbiye-i şahane, mekteb-i mülkiye-i şahane gibi yüksek okullar açılmış ve talebe yelpazesi genişletilmiştir. bu okullarda yalnızca zadegan çocukları değil; taşra kentlerinden gelen, orta sınıfa mensup gençler de eğitim olanağı bulmuşlardır. binaenaleyh pozitivizm, biyolojik materyalizm, fizyoloji, darwinizm ve sosyal darwinizm gibi 19. yüzyılın ikinci yarısında bilhassa avrupa'da tartışılan fikirlerle tanışan mezkur öğrencilerin ekseriyetinin de büyük bir kültür şoku ile karşılaşması da kaçınılmaz olmuştur. aynı şekilde, geldikleri yerlere nazaran farklı olan istanbul gerçekleri de bu talebelerin içlerinde "muhalif" duyguların hasıl olmasını da tetiklemiştir. öğrendikçe, imparatorluğun yönetim sistemini çağdışı ve yetersiz bulmaya başlayan genç dimağlar; bu düsturun bir tezahürü olarak mesleklerini işbaşında olanlardan daha iyi bildikleri, memleketi kendilerinin kurtarabileceği ve daha iyi yönetecekleri düşüncesine giderek daha da ısınmaya başlamışlardır.

tek kişiye dayalı bir düzeni adım adım yerleştirmesi, ikinci abdülhamit'in saltanatı esnasında yaptığı görece en büyük hatası olmuştur. batı toplumlarında siyasal tabanın gitgide sıradan vatandaşlara yayılmakta olduğu bir dönemde o; yargı, yasama ve yürütme erklerinin neredeyse tamamını kendi elinde toplamıştır. imparatorluğun her köşesindeki sorunlara tek başına çare bulabileceğini düşünmesi, bu sırada işlevsiz ve yetkisiz bıraktığı geniş bürokrasi kadrosunun küçümsenmesine ve aşağılanmasına da sebebiyet vermiştir. sorunların giderek artmasıyla birlikte gittikçe içine kapanan padişah, nihayetinde toplumda oluşmakta olan değişimi fark edememiş ve uygulamalarının bir sonucu olarak "tepki kadrolarının" ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur.

yine, ikinci abdülhamit, hukuki ve iktisadi alanlarda toplumu daha dinamik hale getirecek reformları uygularken, imparatorluğun parçalanacağı korkusuyla siyasi alanda hiçbir serbesti tanımamış ve en basit temel hakları dahi kısıtlamıştır. giderek evhamlarının esiri haline gelen sultanın kararsız ve şüpheci tutumu zaman içerisinde şahsiyetine de yansımıştır. adım adım oluşturduğu istibdat rejiminin en önemli sac ayakları ise hafiyelik ve sansür kurumları olmuştur. baskı yönetiminin ruhu sayılan hafiyelik, jurnal denilen yazılı ihbar sistemine dayanmış; sansür de siyasal hayatın kapalı olmasını ve kamuoyunun şartlandırılmasını sağlamıştır. nihayetinde de istibdat, yıldız, hafiye, jurnal gibi kelimeler etrafında esrarengiz ve korkulu bir imaj oluşmuştur. padişahın, kendisini her şeyin odağı haline getirmesinin doğal bir sonucu olarak her türlü şikayet onun şahsına yönelmiş ve bütün sorunların suçlu ve sorumlusu yine kendisi olmuştur. dolayısıyla pek çok kişi asıl sorunun farkına varmadan abdülhamit ile uğraşmakta herhangi bir beis görmemiş ve o düşürüldüğü takdirde her şeyin düzeleceği kanaatine varmıştır. sonuç olarak ideolojik tutumu ne olursa olsun ülkedeki her aydın bu siyasi mekanizma içerisinde kendisini yabancı ve muhalif hissetmiştir.

jön türk adı, kendilerinden evvel ki muhalif yeni osmanlılar hareketi gibi batı'nın onlara yakıştırdığı, genç asker ve sivil aydınların muhalefetini tanımlayan genel bir kavramdır. içlerinde türklerin yanında pek çok arnavut, arap, yahudi, ermeni ve rum muhalif de bulunmaktadır. harbiye ve mülkiye dahil tüm yüksek okullarda rastlanan bir durum olmak ile birlikte askeri tıbbiye muhalefetin en yoğun olduğu mektep hüviyetindedir.
doğu ile batı'yı tek bir potada eritmeye çalışmış olan yeni osmanlılar, aydınlanma fikirlerinde ve bilhassa jean-jacques rousseau'dan etkilenmişlerdir. örneğin meşruti rejimin en önemli dayanağının doğal bireysel haklar ve hakimiyet-i milliye mefhumları olduğunu iddia eden namık kemal, ziya paşa ve ebu'z-ziya tevfik üzerinde rousseau'nun etkisi barizdir.

jön türkleri ise en çok auguste comte'un, kendilerinden takribi olarak yarım asır önce tanıttığı pozitivizm etkilemiştir. pozitivist düşünce sistemi "elitist - merkeziyetçi - otoriter" bir düzene olanak verdiği, 'aydınlanmış' kimselerce idare edilen bir toplumu amaçladığı, bireyi toplum içinde eritme olanağı sunduğu, insanların haklarının değil topluma karşı vazifelerinin olduğunu vurguladığı ve 'ihtilali' değil tekamül ü öngördüğü için jön türklerin ekseriyetine makul gelmiştir. bunun yanı sıra pozitivizm, 18. yüzyıl filozoflarının büyüleyici kavramı olan namütenahi terakkiyi yani daimi ilerlemeyi ve toplumu dogmalardan arındırarak dinin yerine bilimi geçirmeyi hedeflemektedir.

pozitivizmi benimseyen jön türkler, yeni osmanlıların aksine rousseau'yu da yoğun bir eleştiriye tabi tutmaktadırlar. benimsedikleri "evrimci" düşüncenin temel mantığına göre, doğa bilimleri 19. yüzyılda muazzam ölçekte bir ilerleme kaydetmiş durumdadır ve mezkur gelişmenin karşısında 18. yüzyıl aydınlanma düşünürlerinin ortaya koydukları bilgi artık "bilimsel" olmadığı gibi, tabiri caizse hurafe hüviyetindedir.

islam ülkelerinde olduğu gibi osmanlı toplumunda da dini düşünce dışında felsefe, uzun süredir maşerden dışlanmış durumdadır. aynı şekilde, jön türklerin çoğu da felsefe ve tarih bilgisinden yoksun, yüzeysel bilgi sahibi kimselerdir. avrupa toplumları gibi bir bilim cemiyeti yaratacaklarını ve bu şekilde din ile kültür farkı hasebiyle osmanlı devleti'ne karşı mesafeli olduklarına inandıkları batı dünyası ile pozitivizm üzerinden daha kolay bağlar kurabileceklerini ümit etmektedirler. yine, mezkur cemiyet, doğrudan islamiyete karşı değilse de; genel hatları itibariyle "din fikrine" karşıdır ve binaenaleyh (bugün de olduğu gibi) toplumda dinin oynandığı sosyal rolü kolayca göz ardı etmektedir. jön türkler, istisnalar olmak ile beraber gerçekçi, tutarlı ve yaratıcı değildirler. soyut bir kavram olan hürriyetin taraftarlığı ile "devleti kurtarmak" istemeyi, amaçladıkları hedefler açısından kafi görmektedirler. temel tutkuları; devletin parçalamasını önlemek, ülkelerini yakın doğunun japonya'sı yapmak ve osmanlının batılı emperyal güçler nezdinde eşit muamele görmesini sağlamaktır.

jön türklerin batı'da tartışılan konuların sihrine kapıldıkları dönemde avrupa'da artık bir yandan hümanizm ile temel insan hakları savunulmakta, diğer yandan ise ekonomik alanda emperyalist bir anlayışla yeni pazarlar ve hammadde kaynaklarını ele geçirme mücadeleleri verilmektedir. ayrıca pozitivist düşünce de auguste comte'dan sonra epey bir değişmiş ve jön türklerin benimsediği dönemde neredeyse tamamen sosyal darwinizm ile özdeşleşmiştir.

osmanlı devleti'nin ekonomik yapısının nasıl dönüştürüleceği gibi konular mevzubahis cemiyetin ilgisini hiçbir zaman çekmemiştir. oysa sanayileşmiş ülke ekonomilerinin 1873 - 1895 arasında geçirdiği kriz, sömürgecilik hırsını daha da güçlendirmiş ve aksiyon almakta atıl kalmış olan almanya, avusturya ve italya gibi devletler de artık "pay alanlar" arasına katılmıştır.

ahvalin bu şekilde hasıl olduğu bir ortamda ibrahim temo, abdullah cevdet, mehmet reşid, ishak sükuti ve şerafeddin mağmumi isimli askeri tıbbıyeli 5 genç, 1889 yılında daha evvel kurmuş oldukları ittihad-ı osmani adlı örgüte bir "ilave" yapmaya karar verirler. bu gelişmenin ışığında, halihazırda paris'te ahmed rıza bey, doktor nazım ve diğer hürriyetçi muhalifler ile temasa geçmek için harekete geçer. ortak isim bulmak adına gerçekleşen birtakım istişarelerin akabinde doktor nazım, terakki ve ittihad; ahmed rıza bey ise nizam ve terakki isimini önerirler. velhasıl 1880'li yılların başından itibaren tabiri caizse dağınık bir şekilde faaliyet göstermekte olan osmanlı aydınlarının ekseriyeti, yakın gelecekte imparatorluğun kaderine damga vuracak olan osmanlı ittihad ve terakki cemiyeti'nin çatısı altında bir birlik hüviyeti kazanmış olur.

aralarındaki fikir ayrılıklarına rağmen jön türklerin üzerinde uzlaştıkları yegane ortak nokta, yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere sultan abdülhamit karşıtlığıdır. mevcut rejimin çağdaş olmadığı ve batı'ya benzemediği için avrupa'nın hücumuna uğradığını düşünen cemiyet, idari yapıdaki bozuklukların giderilmesi ve rüşvetçi zihniyetin değişmesi adına çare olarak kanun-ı esasi'nin yeniden yürürlüğe girmesini istemektedir. her ne kadar meşruti idarenin geri gelmesini savunsalar da jön türkler, tıpkı padişah gibi, halkı karar alma sürecine katılması gerekmeyen bir unsur olarak görmektedirler. meşrutiyeti, kanun-ı esasi'yi ve tekrar açılmasını talep ettikleri meclis-i mebusan'ı daha çok, padişaha karşı halkın desteğini almak ve batı'nın gayrimüslim unsurlar lehine müdahalesini ekarte etmek adına savunmaktadırlar. söz konusu "aydınların" bir diğer riyakar tavrı ise kamunun desteğinden yoksun kaldıkları durumlarda halkın cehaletinden dem vurmalarıdır. devlet gücünü elinde tutan ve aydınlardan oluşan seçkin bir sınıfın yapacağı ıslahatlar ile osmanlı toplumunu modernleşme yönünde dönüştürmeyi öngören mevzubahis zümrenin; halkın günlük yaşamındaki sıkıntıları, karşılaştığı sorunları ve bu sorunlara karşı ne yapılması gerektiği gibi konulardaki ilgisizliği ve dahi yetersizliği genel anlamdaki başarısızlıklarının temelini oluşturmaktadır.

jön türkler'e dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere sacit kutlu'dan didar-ı hürriyet adlı eseri tavsiye ediyorum.