SİNEMA 11 Kasım 2019
224b OKUNMA     1115 PAYLAŞIM

Şabanoğlu Şaban'da Göze Sokulmadan Ustaca Anlatılan Dönem Gerçekleri

Senaryosunu Sadık Şendil'in yazdığı, Ertem Eğilmez'in ise yönetmenlik koltuğunda oturduğu 1977 yapımı Şabanoğlu Şaban filmine dair bu detayları kaçırmış olabilirsiniz.


hikaye yazımının en önemli noktalarından biri setting'dir

türkçeye kurguyer olarak çevrilen bu kavram, hikayenin geçtiği yerin ve zamanın detaylarının belirlendiği noktadır. örneğin 1780'de geçecek bir roman için o dönem bir setting'dir. ya da 2150'de geçen bir film için uzay gemileri, warp teknolojisi, robotlar gibi detaylar setting'in parçalarıdır. bu setting çalışması sırasında hikayeyi başlatmadan önce bir yığın detay belirlemek daha sonra anlatacağınız hikayenin gerekliliği olan detayları seçerek ilerlemek ortaya daha kaliteli bir metin çıkmasını sağlar.

setting her yapıt için önemli olsa da fantastik, bilim kurgu ve tarihi filmlerde daha belirgin hale gelir. ancak yeşilçam'da yapılan filmlerde pek setting çalışması bulamazsınız çünkü setting çok fazla detay üzerinde kafa yormayı gerektirir. bu da bir haftada üç filmin çekildiği ortamda yavaş kalmanıza neden olur.

ancak şabanoğlu şaban filmi bu konuda beklenmedik şekilde derindir. çünkü eğer filmin detaylarına dikkatli bir şekilde bakarsanız çöküş dönemini tarif eden bir osmanlı portresi görürsünüz. biz de bu yazıda filmin senaristi sadık şendil'in yaptığı çalışmanın detaylarına göz atacağız. hazırsanız başlayalım.


film, bildiğiniz üzere bir savaş sahnesiyle açılıyor

bu ilk savaşın tarihi nedeniyle birinci balkan harbi olduğunu tahmin ediyorum ben. ancak tabii karşı taraftan birilerini göremediğimiz için o konuda bir yorum yapmak pek mümkün değil. aslında bir sahnesinde şaban'ın düşman komutanı alıp gelmesi gerekiyordu. belki oradan emin olabilirdik ama operasyonu yöneten hüsamettin, operasyona gönderilen asker de şaban olunca sonuç pek beklendiği gibi olmadı haliyle. ancak etraf çok dağlık falan değil, öyle olsa belki rusya ile yapılan bir savaş derdik. ya da çöl görsek (ki biraz önce bahsettiğim sahnede bir kere çöle geçip geri geliyoruz ilginç bir şekilde) yemen savaşı diye düşünürdük ama etrafın yeşilliğinden falan balkanlar'da geçen bir savaş olduğunu tahmin ediyoruz.

bu savaş bittikten sonra şaban ve ramazan istanbul'a geliyor. burada ilk olarak bir gazinoda çalgıcılık yaptıklarını görüyoruz. bu meslek tercihinin işaret ettiği iki önemli nokta var. birincisi şu; şaban yaptıkları işten şikayet ediyor. ramazan ise "başka iş yok zaten. ekmek aslanın ağzında." diyerek cevap veriyor. buradan anlıyoruz ki o dönemin ekonomisi iyi değil.


ikinci nokta ise halkın kendini nasıl eğlenceye vurduğu. bu da bir çöküş dönemi psikolojisidir aslında. çünkü artık eski osmanlı yoktur ve birçok insan savaşlarda ölmektedir. bu gazinoyu dolduran insanlar da aralarında geçen konuşmalardan anladığımız üzere farklı cephelerden gelen askerlerdir ve hiçbirinin bir sonraki savaşta geri döneceği garanti değildir. bu yüzden insanlar bunalımlı bir dönem geçiriyordur ve bunu bu tür yerlerde unutmaya çalışıyorlardır.

bu sekansta aynı zamanda filmin hikayesinde önemli bir yer tutan nigar karakteriyle de tanışırız. nigar da toplumun o dönem ki kadın erkek ilişkilerini gösterir bize. çünkü o dönemdeki genel sıkıntılar ile birlikte aile yapısı da zarar görür. mesela filmdeki erkek karakterlerin hepsi nigar'a bir kere aşık olurlar. hüsamettin, eşini aldatmaya çalışır; sıtkı baba ise nigar için elması çalar.

burada var olan durum şu; insanlar uzun dönemli birbirlerini anladıkları ilişkilerden çok, dış görünüşü güzel biriyle anlık hazların peşine düşüyorlar. çünkü dediğim gibi bunalımlı bir dönemde böyle bir ilişki daha çekici geliyor insanlara. bu nedenle de herkes nigar'ın etrafında dönüyor. hatta hipnotize oluyorlar onun etkisiyle. mesela filmin sonlarına doğru şaban ve ramazan'ın hüsamettin'i takip ettiği sahneye bakın. burada hüsam bir şampanya söylüyor, şaban da şampanyayı açmaya çalışırken şampanyanın kafasını değil hüsam'ın kafasını sallıyor. burada şener şen'in muhteşem mimiklerine bakın. gözlerini bir an bile nigar'ın üzerinden alamıyor kendisi. bu da o dönemin erkeklerinin bu tür şeylerden ne kadar kötü etkilendiğini göstermek için bir işaret oluyor.


nigar ile birlikte dinçer çekmez'in (ki bir rol insana ancak bu kadar yakışır) canlandırdığı kadırgalı eşref ile de tanışırız. o dönemde yine genel bir çöküş hali olduğu için kanun ve yasa uygulanamaz hale gelmiş, bu tür suçlular etrafta rahatça gezmeye başlamıştı. mesela esir şehrin insanları kitabında da bu tür insanlara sıkça rastlanır. eşref ile ilgili dikkat çeken açıklama ise sıtkı baba'dan gelir. şaban ve ramazan ile ilk karşılaşmasının sonunda eşref camdan dışarı uçar ve zaptiyeler tarafından yakalanır. bundan sonra sıtkı baba der ki "sizin aylardır yakalayamadığınız kadırgalı'yı bu çocuklar yakaladı." halbuki kadırgalı tek bir insan. belli ki kimseden de saklanmıyor. bu yüzden yakalanamaması ya da filmin finaline yakın hapisten kaçıp gelmesi o dönemde asayişin ne halde olduğunu göstermek için güzel noktalar olarak kullanılmış.

filmde ekonomik durum ile ilgili hayli çarpıcı bir diyalog daha var. şaban ve ramazan'ın bohçacı kılığına girip eve geldiği sahnede evin kadınları heyecanla "neleriniz var?" diye soruyorlar. şaban burada "söyleyemem." diyor çünkü bohçayı yeni aldıkları için içinde ne olduğunu kendileri de bilmiyor muhtemelen. bu cevabı yanlış anlayan güler ökten'in canlandırdığı karakter de "kaçak mı?" diye soruyor. buradan da o dönem üretimin azaldığını, kaçak ve karaborsa ürünlerin yaygınlaştığını anlayabiliyoruz. zaten dönem ile ilgili romanlara da bakarsanız bu tür konulardan sıkça bahsedildiğini görebilirsiniz.


filmde çalınan şeyin elmas olmasının da bir nedeni var. şimdi bu tür buhran dönemlerinde devletin bastırdığı para değersizleşir. insanlar da altına yönelir. ancak eğer bu aile gibi zenginseniz kese kese altınınız vardır muhtemelen. bu altınlar da normal şartlar altında kabul edilebilir ancak eğer şehre bir şey olursa ya da ailenin başka bir ülkeye kaçması gerekirse yanlarında bu kadar çok altını taşımaları güvenli değildir. bu nedenle elmas gibi kolay saklanabilen ancak maddi değeri çok yüksek olan şeyler kıymete biner. böylece, atıyorum; ailenin paris'e kaçması gerekse bile yanlarına alacakları böyle birkaç elmas ya da zümrüt onların gittikleri yerde en azından bir hayat kurmalarını sağlayacaktır.

filmin finalinde de tekrar bir savaş çıkar. çünkü o dönem gerçekten osmanlı ordusu cepheden cepheye gidiyordu. ancak bu savaşlar da yenilgiyle sonuçlanıyordu hep. burada kısa bir zamanın ardından çıkan savaş da bu yoğunluğa işaret ediyor zaten.


sonuç olarak

döneme atılan bu bakışlar, eğer tarihi bir film olsa belki yetersiz görülebilirdi, drama için kabul edilebilir olurdu ancak bir komedi filmi için dönemle ilgili bu kadar detay yazmak gerçekten usta bir kalemin işidir.

üstüne bir de bu detaylar göze sokulmuyor. yani en başta dediğim gibi bu tür detaylar sadece filme hizmet edeceği yerde, yani kurulan dünyanın inandırıcı olmasını sağlamak için kullanılmış. onun ötesinde arka planı kurduktan sonra hızlıca mizaha geçiş yapılmış.

ancak gerçekten muazzam bir çalışma var. çünkü çalınan şeyin elmas olmasındaki düşünce ile şaban'ın soruşturma sırasında pencereden düşmesi, sonra hiçbir şey olmamış gibi buradan tekrar odaya girmesi gibi absürt bir olayın aynı filmde olması büyük bir yaratıcılık ürünü gerçekten.

Tosun Paşa Filmindeki Şaban Aslında Tellioğulları Ailesinin mi Bir Üyesi?

Dönünce Sizi Aylarca TBT'siz Bırakmayacak Muhteşem Tatil Yerleri