Bir Zamanlar Anadolu'da Filminin Neden Özel Olduğunu Ortaya Koyan Detaylar

Pek çok sinemasevere göre Nuri Bilge Ceylan'ın en iyi filmi olan Bir Zamanlar Anadolu'da, her sahnesinde çok fazla detay olan, çok özel bir film.
Bir Zamanlar Anadolu'da Filminin Neden Özel Olduğunu Ortaya Koyan Detaylar

bir zamanlar anadolu'da filmini ölümün ve çürümenin filmi diyerek tanımlamak istiyorum. canlılığa çok az yer var. dalından düşüp yuvarlanan elmaların hep aynı yerde durup çürüdüğü o akarsuyla da hayat ve filmin akışı çok güzel bir şekilde metaforlaştırılmış.

--- spoiler ---

film boyunca gördüğümüz iki kadın var. biri muhtarın kızı, diğeri cinayete kurban giden adamın karısı. bir de görmediğimiz ama etkilerini hissettiğimiz kadınlar var. birisi savcının "bir arkadaşım" ekolüyle doktora anlattığı, hamileliği sırasında ya da öncesinde savcı tarafından aldatıldığını öğrendiğimiz, ihanete uğradıktan sonra intihar edeceği günü planlayıp çocuğunun doğumunu bekleyen karısı. 

savcı, karısının ölümü konusunda sebepsiz bir ölüm olduğu dışında hiçbir şey düşünmek istemiyor. hatta hikayede kendini o kadar dışarıda tutmak istiyor ki hikayeyi bir başkasının başına gelmiş gibi anlatıyor. bu konudaki kararlılığı ise doktorun kimsenin öleceğim diyerek ölemeyeceğini söylemesiyle kırılıyor. savcının o noktadan sonra ölümün ağırlığını üstüne aldığını görüyoruz. bir sahnede ağzından cılız bir itirafla "karım." dediğini de duyuyoruz. devamı gelmese de. bazı sahnelerde savcının yüzünde morluğu ve cansızlığı, aslında ölümü görüyoruz. doktorun savcıya hikayedeki kadın için öldükten sonra otopsi yapılıp yapılmadığını sorması üzerine savcı, kadının görüntüsünün otopsiyle bozulmasını istemediklerini söylüyor. zaten anlattığı hikayedeki kadından yani karısından "çok güzel" olarak bahsediyor. karısının acısını görmek istemiyor, bir kusursuzluk atfediyor. ancak biliyoruz ki gerçekle yüzleşmek istemiyor. 


buradan filmin sonunda izlediğimiz, çatır çutur organ seslerini dinlediğimiz otopsi sahnesine bağlanıyoruz. doktorun, maktülün canlı canlı gömüldüğünü otopsi raporuna yazdırmamasının savcının gerçekle hiçbir zaman yüzleşmek istemediği hikayesine realistik bir dokunuş yaparak gerçeği savcı için gün yüzüne çıkardıktan sonra yaşanan bir kaçınma olduğunu, bir yerden aldığını diğer yere koyma çabasını olduğunu düşünüyorum. herkesin öldüğü ve çürüdüğü bu dünyada "gerçek" ne işimize yarar?, ölünün soluk borusundan çıkan toprakla bu soru bize soruluyor ve doktor otopsi raporuna bunu yazdırmayarak "gerçek işimize yaramaz." diyor. savcıyı gerçekle yüzleştirmesinin tam aksine. bu cevabı kendine verdiği anda da yüzüne sıçrayan kan "sen de temiz değilsin." diyor. o sırada da maktülün karısının uzaklaştığını görüyoruz, tüm bu hikayeyle yakından alakası olmasına rağmen azat edilmiş bir şekilde.


geriye doktorun boşandığı ama hala fotoğraflarına bakmayı ihmal etmediği karısı kalıyor. değinilmemiş bir hikaye olsa da doktorun kadınlar üzerinden bir şeyleri telafi etmeye çalıştığını onlarla gizlice müttefik olduğunu görüyoruz. savcının yüzüne karısının ölümüyle ilgili gerçeği vurarak, diğer taraftan da cinayetin nedeni olan bir kadından cinayetle ilgili olan gerçeği saklayarak. ne yaptın acaba doktor? diyoruz. muhtarın evinde muhtarın kızının elektriğin yokluğunda elinde tuttuğu gaz lambasıyla etrafa ışık olduğu ve tüm o erilliğin içinde canlı olan tek şey olarak bize izletildiği sahneyi hatırlıyoruz. sanırım tüm bunların bütününde de kadının yaşama verdiği canı görüyoruz. 


bir de hiç görmesek de hasta çocuğuna baktığını anladığımız polisin karısı var. polis iş yerinde de gayet zor işlerle uğraşıyor olmasına rağmen eve gidip çocuğunun halini görmek istemediğini söylüyor bir sahnede. herhangi bir yorum yapmak istemesem de dikkatimi çekti.

bütünüyle gerçekten muazzam bir film.