"Seni Artık Sevmiyorum" Diyen Kişinin Bunu Söylemekle Birlikte Hissetmeye Başladığı Şeyler
"seni sevmiyorum" söylediğin anda -söylemiş olduğun için değil, söyleyebilir hale geldiğin için- büyük rahatlama veren bir söz. bir kurtuluş ilanı bir nevi, işkencenin bitişinin italik “the end” yazısı. işkence olan sevmek değil bu arada, sevememeye başlamak.
bilmiyorum belki bana öyle geliyordur, belki yaştan, yahut gözleyebildiğim insan havuzunun lokal sığlığındandır, ancak sevilmeye aşırı anlamın yüklendiği, daha doğrusu tüm anlamın sadece “sevilmeye” bindirildiği bir döneme girdik. sosyal medya çağı, vaktiyle sadece medyatiklerin yaşadığı önemliyim algısını tabana yayıp toplu benlik patlaması mı yarattı nedir, ister aşk meşk duygusallı ilişkiler olsun, ister arkadaşlıklar, herkesin cebinde upuzun bir beklentiler listesi, kendisine ne kadar değer verildiğine odaklanmış halde oturuyor o masada. sevilmek, kıymet görmek çok önemli tabii, her daim de önemliydi, o değil dediğim de…
sevebilmek de çok kıymetli.
bu gündemimizde yok ama bir şekilde. sevilmeyi konuşuyoruz hep, ne kadar sevildiğimizle tatmin oluyoruz bir tek, şikayet ediyorsak, mutsuzsak o da hak ettiğimiz halde sevilmemekten. sevilmek, daha çok sevilip beğenilmek, daha çok insan tarafından sevilip beğenilmekle ilgileniyoruz paso, derdimiz zorumuz sevilmek. özüyle sevilmek bile değil aslında, sevildiğini hissettirecek tapınmalara muhatap olmak ama oraya girmeyelim. öbür taraf ama ya, yani sevmek? sevilirken olduğu gibi, severek de tatmin olur insan? hem de daha çok tatmin olur anasını satayım, canlı cansız, insan at fark etmez, bir şeyi sevmek, bir şeyi seviyor olmanın kendisi yaşama bağlar, ayağını toprağa bastırır, bir yer verir şu gezegenden sana, enerji verir. sevebilmek sevilmekten çok ama çok daha zordur hem, biri ateşin kenarında ısınmakken öbürü ateşi içinde tutmak gibi. ve verdiği tatmin hissi de katmerlerce fazladır.
o yüzden hayatında sevecek şeyinin olması çok ama çok kıymetli bir şey. ne kadar çok sevebildiğim şey varsa o kadar dünyalı hissediyorum ben. o kadar yerim yurdum oluyor buralar. cansız nesneleri, ölü yazarları, şarkıları, web sitelerini, ağaçları, çimenlikleri çocukları ve hayvanları sevebiliyor ve sevmeye devam edebiliyorsun kolayca, onlar meydan okumuyorlar çünkü.
sevecek yetişkin insanı ama az oluyor insanın. zaten bu kadar azken sevebildiğin bir tanesini artık sevememeye başladığını fark etmek, kıymetli bir şeyini kaybetmek gibi. tamamen kendi içinde bir kayıp hissi bu, karşıdakiyle ilintili değil, yani onu kaybetmek, onun artık hayatında olmayacağına üzülmek yahut onun sevgisini kaybetmekle falan ilgisi yok. sen sevemiyorsun ya artık. kayıp o. o yüzden sevememeye başlayınca başlıyor işkence, sevginin erimeye başladığını hissedince. sevgilinin kendini azcık kötü bile hissetmeden gözünün içine baka baka sana yalan uyduruşunu ilk dinleyişinde, yahut arkadaşının samimiyetsizliğinin ilk kez tabak gibi önüne serilişinde misal. bir buz kütlesinden devasa bir parça kraaaaşşşş diye kopup suya iniyor o an. o er geç eriyip bitecek, bunu o ilk andan biliyorsun. uzun bir süreç bu, çoğu kez aylar, hatta inkarının boyutuna göre bazen yıllar sürüyor. ama nereye gideceğini biliyorsun sonunda bu eğrinin, ve elinden bir şey gelmiyor. o düşen eğri üzerinde ilerledikçe sadece verdiği ağrıyı yaşayarak sabrediyorsun. sonra bir gün ona bakarken fark ediyorsun, eğri bitmiş. kutbun hiç insan gözü değmemiş bölgesindeki su kadar berrak ve gevreksin. üzgün ama rahatlamış. çünkü ağrı bitmiş. ve demet akalın şarkılarındaki gibi nispetli veya coşkun melodili i will survive’lı değil hiç, kendine ait değerli bi şeyi kaybetmiş olmanın teslimiyetiyle akıyor içinden italik italik o “artık seni sevmiyorum” yazısı. bütün iş tahir’le zühre olabilmekteydi çünkü ve sen tahirliğini kaybettin o oturumda artık. le fin.