SİNEMA 8 Mayıs 2020
87,5b OKUNMA     710 PAYLAŞIM

Seveni Kadar Sevmeyeni de Olan Cinayet Süsü Filminin İncelemesi

Yönetmen Ali Atay'ın üçüncü filmi olan ve geçtiğimiz günlerde Netflix'e de düşen Cinayet Süsü'ne bir bakış.

türk sinemasının günden güne sıkıştığı şu zamanda yeni yönetmenler görmek hayli güzel. tolga karaçelik'in kelebekler ile aldığı ödül olsun, onur saylak'ın yaptığı şahsiyet dizisi olsun; hep farklı ve yeni işler. bu dönemde film yapmaya başlayan bir diğer yönetmen de ali atay. 2015 yılında başladığı yönetmenlikte ölümlü dünya gibi hayli popüler olan bir filmi de var.

cinayet süsü de gerek yazar ekibiyle, gerek oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. ben de dün filmi izledim. ancak sanırım beklentiyi biraz yüksek tutmuşum çünkü ilk filmlerini yapan bir yönetmende göz ardı edilebilecek bazı teknik konular bu filmde aşırı gözüme battı. şimdi bu yazıda filmin teknik meseleleri nedir bir bakalım.

ilk önce filmin konusuyla başlayalım

bir seri katil, farklı yöntemler kullanarak kurbanlarını sanat eserine dönüştürüyor. katilin peşine düşen cinayet büro olayı çözemeyince, ekibin başına amerika'dan gelen bir suç uzmanı geçiyor. bundan sonra da katili arama süreci başlıyor.

aslında filmin konusu, absürt komediye ya da kara mizaha çok uygun. çünkü cinayet ve seri katil gibi ciddi meselelerin karşısına birazcık bile farklı karakterler koysanız zaten mizah çıkar ortaya. ancak bu filmde mizahın çıkacağı zemin tam kurulamamış. çünkü komedide zamanlama ve ortam çok önemlidir. bir şakayı patlatmadan önce zemini kurarsınız. bu insanlar kimdir, olay nerede geçiyor, aralarındaki ilişki nedir hızlıca anlatırsınız ki şakayı yaparken gerçeklikten zemin alıp onu ne kadar değiştirdiğinizi görsün ve gülsün insanlar. çok basit bir örnek mesela, "bir papaz ve bir kovboy bara girerler." cümlesi. burada size mekanı stereotipleri ve mizahın çıkacağı çatışma noktasını tek cümlede veriyorlar. bu filmde ise böyle bir hazırlık yok. mesela filmin açılış sahnesinde salih'i telefonla arıyorlar ama salih kimdir, nasıl bir insandır, ne kadar yorgundur önceden anlatmadıkları için telefonda yaşadığı diyalog amacına ulaşamıyor. diyalog olarak bakarsanız yine komik ama filmin bütününe bağlanmıyor bu tür şeyler.


bu hazırlık yapmama durumu bir kere olsa zaten üstünde durmazdım ama bu durum neredeyse filmin her anında böyle. mesela absürt komedinin en iyi örneklerinden hot fuzz filmine bakalım. o filmin başında hiç güldürme çabasına girmiyorlar. ilk önce simon pegg'in karakterini, etrafındaki insanlarla ilişkisini anlatıyorlar. daha sonra onu küçük bir köye transfer ediyorlar. burada da önce köyün yaşamını ve sakinliğini düzgün bir şekilde anlatıyorlar. bu işleri tamamladıktan sonra simon pegg'in karakteriyle, köyün sakinliği ve sıkıcılığı üzerinden güldürmeye başlıyorlar. ama dediğim gibi önce hazırlık yapılıyor.

gelelim karakterlere

yukarıda bahsettiğim klasik inşa mekanizmasını, bu anlayışı bu filmde değiştiremezler mi? tabii ki değiştirebilirler ama karakterlerin zeminini oturtmadıkları için kim kimle kontrast olacak belli olmuyor. cengiz bozkurt, mert denizmen, binnur kaya ve uğur yücel'in karakterleri anlaşılabilir. yani uğur yücel'in karakteri sert ve disiplinli bir karakter olacak diğerleri işte absürt işler yaparak onu kızdıracak gibi duruyor başta. bu da klasik bir bakış aslında.


yine de mizah olarak sağlam bir kaynak olabilirmiş bu kontrast. ancak bunu yapmak için karakteri sınırlandırmaları gerekiyordu. öyle bir rol yazdılarsa mesela bu karakteri chat sahnesine dahil etmeyeceklerdi. o sahnede olduğu için de diğerlerinin üstündeki ciddi statüsünü kaybediyor. bu da filmdeki diyalogların ne kadar absürt olduğunu görmemiz için elimizde bir zemin olmasını engelliyor. çünkü bir şeyin ne kadar absürt olduğunu belirleyebilmek için sağlam gerçekçi bir zemin olması gerekiyor ki aralarında kıyas yapabilesiniz.

bu filmde ise her karakter ve diyalog absürt olduğu için kime bakıp güleceğinizi şaşırıyorsunuz. çünkü absürt mizah yanına kıyaslayacak bir şey koymazsanız etkisini çabuk yitiren bir şeydir. bu nedenle o diyalogların yanına aşırı ciddi bir karakter yerleştirmeniz gerekiyor ki diğer karakterler saçmalarken bu ciddi karakterin düştüğü duruma bakarak gülebilelim.


bunlar çalışmayan mekanikler ama feyyaz yiğit'in karakteri işliyor olsa bunları göz ardı edebilirdik. ancak bu karakterin ne için yazıldığı ve kendisinden nasıl bir mizah beklendiği belirsiz. en başta bu karakteri işleri beceremeyen ekibin karşısında dursun diye yazdılar sandım. böyle işini çok ciddiye alacak ama ekiple uyuşamadığı için aralarında absürt diyaloglar çıkacak gibi duruyordu ama bunu da yapmamışlar. o yüzden karakterin içinde bulunduğu güldürü mekanizması pek istedikleri gibi çalışmıyor aslında.

örnek vermek gerekirse; dizdar koşu en başta amerika'dan gelen, çok başarılı bir uzman olarak tanıtılıyor ancak bundan sonra bununla ilgili hiçbir şey görmüyoruz. kendisi hakkında sağlam bir imaj oluştursalar ve daha sonra beklentileri boşa çıkarsa buradan da espri çıkarmış. onun yerine karakter için önce müzikli bir intro girmişler, sonra 13 soru sahnesine geçerek karakteri tanıtma kısmını es atlamışlar.


bu yüzden karakterin durduğu nokta tam belli değil. girişi ve hareketleri başta absürt olduğu için bundan sonra ne ciddi olabiliyor, ne de absürtlük için sağlam bir zemini kalıyor kendisinin. bir de karakterin kurulumu biraz tutarsız. mesela bu şekilde "uzman" olarak tanıtılan ve amerika'da başarılı olan bir karakterin kuşkaşı bilme ihtimali yok. kuşkaşı biliyorsa da o başarılı personasıyla dalga geçilmesi gerekiyordu bir yerde ama onu da yapmamışlar. bu yüzden potansiyeli olsa da karakterin bunu kullanamamışlar.

filmin, içerdiği parçaları bir araya getirişi de hayli karışık

çünkü film biraz kalabalık. şimdi yazım ekibinde feyyaz, aziz kedi ve ali atay var. bu insanların bir araya geldiğinde bir yığın espri yazması çok normal. ancak film yaparken espriyi bulmak değil onları hikayeye uygun yerlerde kullanmak mesele. bu filmde ise her ana bir şey sıkıştırmaya çalıştıkları için hikaye akışı tıkanmış. mesela feyyaz ve binnur kaya'nın buluştuğu gece ve feyyaz'ın kapıdan giriş diyalogu komik evet. ama o yemek sahnesi fazla uzun ve bu sahne gerekli mi hikaye için? orası tartışılır.

filmde böyle herhangi bir amaca hizmet etmeyen çok şey var

mesela mehmet özgür'ün karakteriyle buluştukları sahneye bakalım. bu sahnede cengiz bozkurt'un karakteri kablolara dolanıyordu. daha sonra bu kabloların ışık olduğunu öğreniyorduk. şimdi o ışıklı sahne evet görsel olarak çok güzel ama orada olmalarının bir amacı var mı? bilmiyoruz. ya da mert denizmen'in karakteri boynunda kulaklık ile geziyor. o kulaklık eğer bir yerde kullanılmayacaksa orada da olmaması gerekiyor aslında. yoksa film için kalabalık olur sadece.


peki bu sorunlar nereden kaynaklanıyor?

bunun nedeni filmi yazan ve çeken ekibin aşırı hevesli olması sanırım. bu kötü bir şey mi? tabi ki değil. şöyle düşünün aklınızda şahane bir hikaye var bunu arkadaşınıza anlatmak istiyorsunuz ama o kadar eğlenceli ki hikaye anlatırken sabredemiyorsunuz. bu filmin de olayı biraz öyle. parça parça bakarsanız komik şeyler var içinde. mesela maktulün olay yerine gelen annesinin yanında saçmalamaları, operasyona düğün konvoyuyla gelmeleri falan çok iyi ama filmdeki inşa mekanizmasını ve zamanlamayı tam kuramadıkları için film de potansiyeline ulaşamamış maalesef.


yazıda filmin hep kötü özelliklerinden bahsetmişim gibi olmuş ama beklentim fazla yüksekti sanırım. ama bu, ali atay'ın daha üçüncü filmi. sinema, yaptıkça gelişen bir şey. çünkü her filmin çekim süreci aslında kendine özgüdür ve ne kadar hazırlanırsanız hazırlanın filmi çekmeye başlamadan, ortaya nasıl bir sonuç çıkacağını bilemezsiniz. bu yüzden film daha iyi olabilirmiş demek, bu film kötüdür demek değildir. ayrıca standart komedi yazmayıp, iyidir-kötüdür; kendilerine özgü bir şeyler yaptıkları için desteklenmeliler diye düşünüyorum.

Kemal Sunal, Yadigar Ejder'in Ölümüne mi Neden Oldu?