Şiddet İçeren Bilgisayar Oyunlarının İnsanı Şiddete Yönelttiği İddiası Doğru mu?
insan psikolojisi deyince daha günümüzü düzgünce değerlendiremiyorken fütürizme el atmak bence biraz naiflik, el atıyorsak da kolu kaptırmamak lazım. o yüzden gelecek hakkında net atıp tutmalar yapmayacağım, bir iki kelam edebilme şansımızın olduğu günümüze değineceğim (geleceğe de bir parmağımı sokarım). ama konuya girmeden önce, içimde kalmasın, bazı türk psikolog ve psikiyatristlerine bir seslenişim olacak: oyun, film gibi deneyim nesnelerini ele alırken insan psikolojisini ‘öğrenilen davranışlar’a indirmek kadar davarca bir hareket olamaz. yapmayın.
bir de, iki kitap önereceğim.
birincisi “the oxford handbook of media psychology”; medya ve psikolojik etkileri üzerine. 2013 yılında yayınlandığı için mükemmel derecede güncel değil ama konuyla ilgili en kapsamlı kitap bu. en azından bilimseldir; harari, lacan, ve zizek’te dolanan falcılık, götten atmacılık, bakın şimdi çok ilginççilik ve yüzeycilik aurasıyla ilgisi yok. ikincisi de, direkt oyun ve psikoloji üzerine: “gamer psychology and behavior”. 2016’ya ait, yazarlar türk. türk olunca beğenmezsiniz ama bir bakın derim.
meseleye girelim; oyunlar insanları hannibal, dexter falan yapar mı?
derin araştırmalarıma göre, şu ana kadar hiçbir seri katilin psikopati kökenine “çok gta v oynadı yauv” yazılmamış. hatta, bizatihi hayat deneyimlerime dayandığımızda, mortal kombat oynamak ve hayırseverlik arasında bir paralelliğe rastlıyoruz. zengin, kazandığı paranın epey yüksek bir oranını çeşitli yardım işlerine harcayan bir abimizle tanışmıştım; adam mortal kombat hastası çıkmasın mı?
neyse ki 80’lerde değiliz, artık martin esslin misali “şiddet izlemek şiddet kanırtır” şeklinde bağırmamızın saçma olduğunu söyleyen bilim var. artık “yav tv’den sonra şiddet arttı, demek ki suçlu tv’dir” gibi tuhaf mantıklardan uzağız.
başta önerdiğim iki kitaptan oxford olanı şiddet içerikli oyunların uzun vadede de kısa vadede de şiddete sebep olduğu sonucuna varır.
türkiş olan ikinci kitap ise der ki “yav şiddet-oyun arasında paralellik olduğunu gösteren çalışmalar var ama oyunların yararlarını gösteren araştırmaların bulguları çok daha kuvvetli”. dahası, şiddet içerikli coop oyunların yardımlaşmayı arttırdığını gösteren çalışmalara da değiniliyor: https://www.tamiu.edu/…cuments/video_game_study.pdf
türkiş olan kitabın taraflı olduğundan şüpheleniyorum, çünkü yazarlar oyun sektörünün içinde olan kişiler. oxford olan ise görece eski olması gereği eksik, konuyla ilgili sadece 2-3 meta-analize değiniyor.
oyun ve şiddet literatürünün en ünlü araştırması anderson’un 136 araştırmalık meta-analizidir (2010) ki verdiğim oxford kitabı da temelde sırtını buna yaslar. fakat 2017’de bu araştırma hilgard, engelhardt, rouder tarafından yeniden ele alındı, ve dendi ki "araştırmanın bu sonuçları vermesinin nedeni publication bias, biz bunu gözetip verileri yeni yöntemlerle ele aldığımızda şiddet ve oyun arasındaki korelasyonu çok düşük bulduk".
Publication Bias: Yayın önyargısı, yayınlanmış akademik araştırmalarda ortaya çıkan bir önyargı türüdür. Bir deney ya da araştırma çalışmasının sonucu, yayınlamanın ya da dağıtmanın kararını etkilediği zaman ortaya çıkar.
aynı yıl mr. anderson da cevap verir: “doğru. şimdi biz daha iyi bir yöntemle publication bias ve hatta outliers’ı işin içine katıyoruz, bakalım ne olacak. aaa, sonuç çok değişmedi, şiddet ve şiddet içerikli oyunlar arasında hala önemli bir korelasyon var, sen nasıl sadece publication bias’la sonucu bu kadar değiştirdin kardeşim? seninkinde sorun var.”
sonra ajan simit de demiş ki: “why, mr. anderson? why, why, why? why do you do it? why get up? why keep fighting? do you believe you're fighting for something? for more than your survival?”
anderson’un popüler meta-analizi (2010): https://www.ncbi.nlm.nih.gov/m/pubmed/20192553/
hilgard, engelhardt ve rouder’ın tepkisi (2017): https://www.ncbi.nlm.nih.gov/m/pubmed/28639810/
anderson ve saz arkadaşlarının cevabı (2017): https://www.ncbi.nlm.nih.gov/m/pubmed/28639811/
2014 yılına ait, 98 araştırmayı ele alan bir başka meta-analize göre de, şiddet içerikli oyunlar agresyonu arttırırken, prososyal oyunlar da prososyal davranışları arttırıyormuş: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/m/pubmed/24458215
101 araştırmadan yararlanan daha güncel (2015) bir meta-analiz ise, şiddet içerikli oyunların dehb, şiddet, prososyal davranışlarda azalma, akademik performansta düşüş, ve depresyonla ilişkisinin "minimal" olduğunu söylüyor: http://www.christopherjferguson.com/…ngry birds.pdf
bu da anderson’un meta-analizi kadar eleştiri almış, bir o kadar da savunulmuştur. ortalık böyle akademik kavgalarla dolu. oyunlar şiddete sebep oluyor mu bilmiyorum da oyunların şiddete sebep olup olmadığı tartışması belli ki bazı şiddetvari eylemlere sebep oluyor.
bu araştırmaların bir de tartışmalı arkaplanı var. bazı araştırmalar oyun firmalarının sponsorluğunda, bazıları ise şiddet-karşıtı aktivist grupların sponsorluğunda yapılıyor. dertler sadece bilimsel olsa iyi yani...
daha yeni çalışmalara bakarsak
çalışma 1 (2018): https://www.nature.com/…-018-0031-7.pdf?origin=ppub
ne diyor lan bu 1: bir grup herife 2 ay gta v, bir gruba da the sims 3 oynatmışlar. ne pozitif ne de negatif bir etkisi olmuş.
çalışma 2 (2018): https://psycnet.apa.org/record/2016-35237-001
ne diyor lan bu 2: 304 çocuğu incelemişler. gelişimsel ve motivasyonel olarak ne pozitif ne negatif etki gözlemlenmiş.
çalışma 3 (2018): https://www.frontiersin.org/…/fpsyg.2017.02219/full
ne diyor lan bu 3: olayı fmri’a sokmuşlar. oyunlardaki şiddetin, uzun dönemde beyin aktivitelerini etkileyebilecek nitelikte olmadığı gözlemlenmiş. yani ahlaki yargı gibi fonksiyonlarda değişime sebep olabileceği mümkün gözükmüyor.
çalışma 4 (2017): https://www.ncbi.nlm.nih.gov/m/pubmed/27086318
ne diyor lan bu 4: benzer bir başka araştırma.
çalışma 5 (2019): https://royalsocietypublishing.org/…098/rsos.171474
ne diyor lan bu 5: 1004 ergeni (14-15 yaş) gözlemlemişler. agresyonlarında gözle görülür bir değişiklik bulunmamış.
görüldüğü gibi, geçmişte şiddet içerikli oyunlar çoğunlukla zararlı görülürken, güncel çalışmalar farklı bir manzara sunuyor. yine de, konuyla ilgili bu kadar bilgi kirliliği varken bir yargıya varmak doğru olmaz. iki görüşü de destekleyen onlarca araştırma var. daha kesin sonuçlara ulaştıran yöntemler kullanılmadığı sürece hiçbir şey diyemeyiz. psikoloji bilimi böyledir, bir araştırma yaparsın, ertesi gün bir daha yaptığında ters sonuç çıkar, zira metodolojik olarak yeterince sağlam bir zemini yok.
illa bir şey dememiz gerekirse
şu açık ki şiddet içerikli oyunların şiddete etkisi varsa bile çok fazla değil. bulgular çok güçlü değil. bu oyunları neredeyse her ergen oynuyor, ve gitgide daha da yaygınlaşıyor, ama buna karşın yaşanan ‘şiddet’ olaylarında gerileme var.
oyunlara ilgi artarken, şiddette azalma yaşanıyor (2016): https://onlinelibrary.wiley.com/…10.1002/soej.12139
bir de bu var (2014): https://nature.berkeley.edu/…ds/marky-etal-2014.pdf
bu konuların tartışılması zaten uzun yıllar daha sürecek, o konuda kimsenin bir şüphesi olmasın. bana sorulursa, ki ben bana soruyorum, transhümanizmin muhtemelen ağızlarda ya da sokaklarda cirit atacağı 2050 yılında (yahut 2100 yılında, 2200 yılında, 3000 yılında ulan!) sansür denen şeye ihtiyaç kalmaz. hadi onu geçelim, işin çok farklı açıları var. hani ray kurzweil haklıca diyor ya “sanal seks gerçek seksten daha zevkli, daha yoğun olacak” diye, şiddet için de aynı şeyi söylememiz mümkün. şiddetin sanal dünyada daha tatmin edici olduğu bir zaman diliminde insanlar gerçek şiddete başvurur mu? şiddetten doğan tatmini şiddet kullanmadan direkt kaynağından stimüle (uyarma, kamçılama) etmek mümkünken niye şiddet gibi dolaylı bir yöntem seçilsin?
bunu da geç, bir de genetik determinizm ve öjenik seleksiyon olayı var. şiddet potansiyeli ve impulsiflik her şeyden önce genetik ise, bu genler çeşitli şekillerde yok edilebilir. böyle bir durumda, dediğim gibi sansür çok gereksiz kalır ve gelecek günümüzden daha serbest olabilir.
j. savulescu’nun çok ünlü bir biyoetik makalesi vardır, mutlaka yuval noah harari de değinmiştir (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/m/pubmed/12058767/). der ki çiftlerin en iyi çocuğa (en iyi derken en iyi hayatı yaşayacak) sahip olmaları ahlaki bir zorunluluktur, çocuklarını seçmelidirler. bunun için iki muhtemel yol da gösterir: “vitro fertilization (ivf)” ve “preimplantation genetic diagnosis (pgd)”.
yani teknolojik olarak çok uzak olaylar değil bunlar. sadece, henüz genetik ve antisosyal davranışlar arasındaki bağ tam anlamıyla netlenmiş değil; meraklısı için: https://onlinelibrary.wiley.com/…18517383.wbeccj364
daha basit ve kısa bir şey isteyen için: https://criminal-justice.iresearchnet.com/…rime/15/
uzun olsun hafif olsun diyorsan: https://us.sagepub.com/…/upm-binaries/26264_4sc.pdf
daha da ilgilenmek istiyorum, bu işin başını çeken kitabı ver bana, her şeyi göster bana, hadi dayanamıyorum, diyorsan: kevin beaver’ın “biosocial criminology a primer”ı derim.
sonuç olarak, milyon dene dinamik var iken ebegümeci gibim ortalığı garıştırmayah yeğenim.
aslında bu sanal şiddetin, özellikle immersive (kapsayıcı, üç boyutlu) olanların, bir etkisinin olduğuna katılıyorum: bir ölçüde ‘şiddete duyarsızlaşmak’. fakat bundan kastım oyunların empatiyi seyrekleştirmesi değil, empatinin yarattığı negatif duruma karşı coping mekanizmaları üretmeye yardımcı olması, kişiyi soğukkanlı kılması. bunun da kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. hatta, bu manada şiddete duyarsızlaşmanın en az iki olumlu yanı var: birincisi, dediğim gibi soğukkanlılık. rehabilite edilmiş psikopatların itfaiyecilik gibi meslekler için biçilmiş kaftan olduğunu söylerler. bunun sebebi heriflerin manyak olması değil, hiçbir şekilde soğukkanlılıklarını kaybetmemeleri, kriz anlarını mükemmel idare edebilmeleridir.
ikincisi de, şiddetin yaratabileceği travmadan muafiyet. fakat, küçüklüğünden beri türlü sanal şiddet deneyimlemiş biri olarak, türk halkının koşa oynaya izlediği ve yaptığı kurban kesimlerinden bile çekiniyorum kardeşim ben. duyarsızlaştırmaz demiyorum, ama bende o duyarsızlaşma olmadığına göre oyunların duyarsızlaşmadaki etkisi de öyle çok omnipotans (psikolojide kişinin her şeye gücünün yeteceğini sanma durumu) değil. al bir kesinlik daha.
sansür denilen 'çözüm'ün sınırlarını çizmek zordur. terörizm gibi zarar-vericiliği bariz olan şeylerde sansürü kullanmak yararlıyken, zararı olup olmadığı belli olmayan tartışmalı her konuya sansür getirmek insanları sıkar, sindirir, yaratıcılıklarını öldürür, korkutur. örneğin abd'den fırlayıp türkiye'ye gelmiş 'homofobi', 'seksizm' gibi kavramları istismar etme geleneği bilim adamlarının, edebiyatçıların, komedyenlerin bir iş yaparken rahat olamamalarına, dolayısıyla üretememelerine, onların sınırları sertçe çizilmiş bir kapsüle hapsolmasına sebep oluyor. bu homofobi ve seksizm'i çözüyor mu? hayır, aksine insanların aktivistlerden nefret etmelerine, onları ciddiye almamalarına sebep oluyor.
nasıl ki islam'ı yayıyorum diye kafa keserken ters bir etkiye sebep oluyorsan, farkındalığı yayıyorum diye insanların dillerini keserken de ters bir etkiye sebep olursun. 'şiddet içeriyor, öyleyse yasaklanmalı' mantığıyla gitmek hiçbir şeyi çözmeyeceği gibi fazladan soruna sebep olur. iş, dostoyevski'yi raskolnikov'u cazip göstermekle suçlamaya kadar gider. bu da dünyayı dönen bir kara mizah haline getirir, ağlanacak halimize gülmeye başlarız çünkü başka gülecek bir şey bulamayız, komedi incitici niteliği gereği yasaklanmıştır.
fransızlarda "crime de lese-majeste" diye bir terim vardır; "kralı incitme suçu" diye çevirebiliriz. gider henry bilmemkaç'tan yanak alırsanız, ya da önünde soyunursanız, sizi asarlar, kralı incitmiş olursunuz. günümüzde lese-majeste kavramı aslında hala duruyor; o zamanlar kral kutsaldı, kralı incitmek suçtu, şimdi ise 'birey' kutsal, ve her bireye kral gibi yaklaşılması beklenir. bu tespitime lese-individu diyorum. harari homo sapiens'i homo deus'a çevirince tutuyor, biz lese-majeste'yi lese-individu yapınca niye tutmuyor mk?
nereden nereye geldik, ama işte bunlar hep hayatın gerçekleri!