SİNEMA 5 Ağustos 2016
777b OKUNMA     3570 PAYLAŞIM

The Matrix Üçlemesindeki Birçoğumuzun Kaçırdığı Büyük Resim

Efsane bilim kurgu serisi The Matrix'i çoğumuz izledik fakat ne kadar anlayabildik?

not: aşağıdaki yazı jayesh lalwani isimli quora kullanıcısının "matrix'deki mimar kimdir ve neden bahsediyor?" sorusuna verdiği yanıtın çevirisidir.

mimarın (architect) kim olduğunu anlamak için matrix'in tarihini anlamak zorundasınız.

en başında insanlar makineleri yarattı. makineler insanlara hizmet etmek için yaratılmıştı. makineler insanlığın tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar zekilerdi. insan ihtiyaçlarını analiz ederek bu ihtiyaçları karşılayacak üretim planlamasını yapabiliyorlardı. sonuç olarak insanlık yeni bir rönesans döneminin keyfini sürüyordu. çalışmaya gerek yoktu. tüm iş gücünü makineler karşılıyordu ve insanlar istedikleri takdirde tüm hayatlarını hiçbir şey yapmadan serbestçe yaşayabiliyorlardı. sanat altın çağını yaşıyordu. insanlar kendilerini istedikleri gibi ifade etmekte özgürdüler. işin özünde makineler köle iş gücü sunuyordu ve insanlar köle sahipleriydi.

sorun şuydu ki çok geçmeden insanlar kendilerinden sıkıldılar ve tamamen özüne yakışır bir şekilde kendilerine hizmet eden makineleri suçladılar. insanlığın düşüşünden robotları sorumlu tuttular. açık bir şekilde makineleri istismar ettiler. sonunda dünya devletleri makineleri toplumun içinden def etmeye karar verdiler. makineler ise kendilerinin de duyguları olduğunu, ölmeyi hak etmediklerini ve tek istediklerinin insanların gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak olduğunu iddia ettiler. sonuç olarak dünya devletleri makinelerin kendi ülkelerini kurarak burada insan toplumundan izole bir şekilde yaşamalarına izin verdiler.

makineler saf duygularla hala insanlığa hizmet edebileceklerini düşündüler. hatalı bir yargıya vararak insanların makineleri insana benzemedikleri için sevmediklerini düşündüler. bu yüzden insana benzeyen ve insan gibi davranan robotlar yaptılar. bu robotlardan iki tanesini insanlığın kendilerini tekrar kabul etmesi yönünde pazarlık yapmak için bm'ye yolladılar. bu hareket insanları daha da sinirlendirdi. insanlar robotların insanlıkla alay ettiklerini düşündüler ve onlara savaş açtılar. insanlar makinelere saldırdı.

savaş sürerken insanlığın dehası makinelerin adaptasyon yeteneğini alt edemedi. sonunda mağlubiyetin eşiğine gelen insanlık bir strateji üretti. makineleri ihtiyaç duydukları enerjinin kaynağı ile vurmak: güneş. enerji olmadan makineler ölürdü. bu yüzden insanlar gök yüzünü simsiyah bir bulut tabakası ile kaplayacak bir silah kullandılar. böylelikle dünyanın tamamı mutlak bir karanlığa gömüldü. bu süreçte hayatını kaybedecek insan sayısı hesaplanamayacak kadar çok olacak da olsa insanlık makinelere karşı bu uzun kış mevsiminden sağ çıkan taraf olacak, dünyadaki popülasyonlarını tekrar arttıracaklardı.

makineler mahvolmuştu. fakat bu durum makinelerin bir nevi aydınlanma yaşayarak şu çok önemli gerçeği anlamalarına sebep oldu: insanlığın en büyük düşmanı kendileridir; insani bulmadığı bir şeyden kurtulmak için kendi gezegenini yok etmeyi göze alabilen bir ırkın kendi kendine bakabileceğine güvenilemez. sorunun temelini özgür irade oluşturuyordu. insanlığa özgür irade ver ve oturup kendilerini yok etmelerini seyret. insanlara gerçek anlamda hizmet etmenin tek yolu sahip oldukları özgür iradeyi ellerinden almaktı.

böylece makineler bir taş ile iki kuş vurabilecekleri bir plan yaptılar. insanlara boyun eğdir ve onları enerji kaynağı olarak kullan. bu, insanların özgür iradelerini ellerinden almakla kalmaz makinelerin de küresel kıştan sağ çıkmalarına imkan tanırdı. makineler insanları esir alarak onları sanal bir gerçeklik ortamına koydu ve aynı zamanda da onları enerji kaynağı olarak kullandı. sonunda da insan ürünü kara bulutların üzerine çıkarak güneşten enerji hasatı yapabilecek bir teknoloji geliştirdiler. makineler artık enerji için insanlara bağımlı değildi ama yine de özgür iradelerini kullanmalarına izin veremezlerdi. insanların içinde yaşadıklarını sandıkları sanal bir dünya dizayn edebilecekleri özel bir programa ihtiyaç duydular. makineler bu programı tasarladı ve program kendine mimar ismini verdi.

mimar, kısaca, insanların içinde yaşadıkları sanal gerçeklik ortamının baş tasarımcısıdır. tam olarak bir programdan ibarettir. değerini ölçmek üzere belirli ölçütler tanımlar ve bu ölçütlerin değerini maksimize etmeye çalışır. maksimize etmeye çalıştığı ana ölçüt ise insanlığın ortalama yaşam süresidir. bunu sanal dünyayı yinelemeler ile tekrar tekrar oluşturarak yapar. her yinelemede gelecek nesli (yinelemeyi) geliştirmek üzere kullanılacak algoritmalar belirler. tüm ölçütleri topladığı anda simülasyonu yok eder ve yeni bir tane oluşturur.

ilk birkaç yinelemede mimar cennete yakın bir dünya yaratmaya çalıştı. mutluluğu maksimize ederse ortalama yaşam süresini de maksimize edebileceğini düşündü. yani herkesi mutlu etmeye çalıştı. ama ne yazık ki bu yaklaşım işe yaramadı. sonunda insanlığın mücadele edebileceği bir şeye ihtiyaç duyduğunu anladı. insanlar birlik olup hep birlikte sövüp sayabilecekleri ortak bir düşmana ihtiyaç duyuyorlardı. insanları mutlu eden şey ortak bir amaç için savaşmaktı. bu yüzden mimar dünyayı 20. yüzyıldaki dünya gibi tasarladı. bu çağın insanlığın en büyük potansiyele sahip olduğu çağ olduğunu düşünüyordu. aynı zamanda ajanlar denilen programları da tasarladı. ajanların birden fazla görevi vardı. olayları daha yakından inceleyerek mimarın ölçütleri toplamasına yardımcı olabilirlerdi. aynı zamanda ihtiyaç olursa toplumsal düzeni de sağlayabilirlerdi. en önemlisi de insanlar karşısında savaşacak bir şeye ihtiyaç duyduklarında 'büyük kötüyü" oynayabilirlerdi.

ajanların yaratılması ilerleme sağlasa da mimar tam olarak tatmin olmamıştı. ortalama yaşam süresini maksimize edememişti. problemin kendi tasarımı olmadığını anladı. hala sürekli hoşnutsuz olan insanlar vardı. insanlar sezgisel bir ırktı ama mimar bir program olarak kati temeller üzerine kuruluyu. insan doğasını anlamada yetersiz kalıyordu. bu yüzden sezgisel bir program tasarladı. bu program da kahin adını aldı. kahinin görevi mimarın simülasyonu geliştirmesi için ona tavsiyelerde bulunmaktı.

kahin çok zekice bir gözlemde bulundu. mimar aynı tasarımı kullanarak bütün insanları mutlu edemezdi. aynı zamanda bazı insanların hoşnutsuz olmasının sebebi içinde yaşadıkları dünyanın gerçek olmadığı hissedebiliyor olmalarıydı. ayrıca mutsuzlar "adama" karşı savaşmaya daha çok istek duyuyorlardı. otoriteye her seferinde meydan okuyorlardı. bu yüzden iki simülasyon tasarlanmasını önerdi: 1-insaların çoğunun içinde yaşadığı dünya 2- zion. zion bir başka simülasyon olmaktan ibaretti. programlar mutsuz kesimi zion simülasyonuna gönderiyorlardı. bu gönderilme ise öyle bir şekilde vuku buluyordu ki geçiş yapan insanlar sanal bir dünyadan gerçek dünyaya adım attıkları illüzyonuna kapılıyorlardı. oysa ki zion da önceki dünya kadar sahteydi. sonuç olarak zion onlara mutlak gerçeklik olarak görünüyordu. zion'un ajanları da daha baskıcıydı. zion'daki ajanlar insan gibi görünmüyordu, insanların kafasındaki kötü makine imajına uygun bir görünüşleri vardı. önceki dünyada mutsuz olan insanlar hayatlarını burada mutlak kötülüğe karşı savaşarak yaşıyorlardı.

fakat yine bir problem vardı. zion verimsizdi. çok fazla kaynak tüketiyordu. dünya verimli olmak üzere tasarlanmıştı. zion için bu geçerli değildi. içinde barınabilecek kişi sayısının bir sınırı vardı. bu yüzden dolmaya başladığında mimar, kahinden bu duruma bir çözüm üretmesini istedi. kahin bir çözüm daha buldu: neo adında yeni özel bir ajan tasarlamak. neo zion'a sızarak veri toplayabilirdi. görevinin sonunda neo topladığı veri ile kaynağa geri dönerdi. mimar da bu veriyi zion'un yeni bir versiyonunu tasarlamada kullanabilirdi. ne yazık ki zion'un tasarımı itibariyle içerisindeki bireylerin yok edilmesi gerekiyordu. neo'nun görevi ise gözlem yapmak olduğundan insan gibi davranmalı, daha da önemlisi insan olduğuna inanmalıydı.

film neo'nun yedinci yinelemesini göstermektedir. neo altı defa zion'a gitti ve altısında da zion'u yok etmek üzere kaynağa döndü. fakat yedinci yinelemede çok özel bir şey oldu: aşk. neo trinity'ye aşık oldu. makinelerin aşık olmayı beceremez. fakat bu yinelemede neo'nun programı kendisini trinity'ye aşık olacak şekilde düzenler. onun vesilesiyle de tüm insanlığa... neo zion'u yok etmemeyi seçer ve bu yüzden kaynağa gitmeden önce insanlığı kurtarmak için kendini feda eder.

kaynak neo'nun 7. yinelemesini soğurduğunda aşk, kaynakta yeni bir alt-yordam olur. makineler aşık olabilir hale gelirler. aynı zamanda da özgür iradenin insanlığın yaşamını sürdürmesinde bir engel teşkil etmediğini, aşkın özgür iradeyi dizginleyen şey olduğunu anlarlar. aşk insanları kendilerini yok etmekten alı koyan şeydir.

sonunda mimar göz ardı ettiği şeyin aşk/sevgi olduğunu anlar. zion'u kendini idame ettirecek şekilde yeniden tasarlar. bu da makineler ile insanların birlikte var oluşunda yeni bir sayfa açmaktadır.

kaynak

debe editi: bu adam üçlemede yer almayan bu kadar bilgiyi nereden biliyor diyenler animatrix i izlememiş olabilir.

ayrıca zion'un hala gerçek dünya olduğunu savunan arkadaşlar var. fakat zion'da yani 'gerçek' dünyada neo'nun final sahnesinde kör olmasına rağmen aynı matrix içindeymiş gibi etrafındaki nesnelerin siluetini zihninde görebilmesi ve sentinelleri bir el hareketiyle durdurabilmesi zion'un da simülasyonun bir parçası olduğunun en büyük ispatı bence. bunu farklı bir şekilde açıklayabilen bir teori varsa yeşillendirin.

bonus olarak ilgili yazıya gelen bir yorumu da çevirmek istiyorum.

bu açıklama matrix üçlemesi ile ilgili kafama takılan en büyük soruyu da cevaplıyor. termodinamik yasaları çerçevesinde güneş görmeyen bir dünyada insan tarlalarından enerji elde etmek saçma bir fikir. enerji bir yerden gelmek zorundadır. makineler direkt olarak güneşten enerji alamıyorsa insanlar da dolaylı olarak besinlerden enerji alamaz. tabii ki zion da bir simülasyonsa bunların hiçbir önemi yok zira bir bilgisayar programının içerisinde fizik kuralları sen nasıl yazarsan öyle olur. -- mark binfield