HİKAYE 7 Mart 2016
98,7b OKUNMA     1724 PAYLAŞIM

Türk Sporunun En Centilmen İsimlerinden Süleyman Seba'nın İnsanlık Dersi Niteliğinde Anıları

1984-2000 yılları arasında Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün başkanlığını yapan; gerek başkanlığı süresince gerek sonrasındaki centilmen tavırlarıyla taraflı tarafsız herkesin gönlünü kazanarak bu dünyadan göçmüş olan efsane isim Süleyman Seba ile ilgili güzel anılar.

21 eylül 1986 ankaragücü beşiktaş maçında top hakeme çarpıp gol olmuş ve beşiktaş mağlup olmuştu ve o sezon beşiktaş 1 puan farkla şampiyonluğu kaçırmıştı. yani o gol olmasa şampiyondu. maçın hakemi ahmet akçay o maçtan sonra yaşadığı bir anıyı anlattı az önce bir programda.

süleyman seba, maçtan sonra ahmet akçay'ı arıyor ve "hocam biz seni biliyoruz. bu senin ve bizim yaşadığımız bir talihsizlik oldu. bu aralar canını sıkarlar, bir kaç gün gazete falan okuma. kendini de üzme" diyor.

hani şu "beşiktaşlı duruşu diyip duruyorsunuz. nedir lan bu duruş?" diye soranlar var ya. onlara bir örnek olsun isterim.

x kişisi henüz 24 yaşlarında bir gençtir. babadan atadan sağlam fenerbahçelidir. büyükçe bir şirkette muhasebeci olarak çalışmaktadır. şirkette çalışan bjk üyeleri aralarında para toplamışlardır ve kulübe yardım - aidat mahiyetine ileteceklerdir. şirket'in en yaşlı beşiktaşlısı herkesin saygı duyduğu ağabey dediği kişisi parayı bir zarfa koyarak (evet eft mefhumu henüz yoktur o dönem) şirketin en küçüğüne vererek (kıdem olayı) yakında bulunan bjk kulüp binasına götürmesini ve parayı seba'nın sekreterne bırakmasını rica eder. x kişisi yola çıkar. kulüp binasına gelir. kapıda ki görevliye meramını anlatır. görevli seba'nın makamının olduğu kata kadar kendisine eşlik eder. sekreterin önündeki bekleme koltuklarına oturtur. x kişisi bir an önce zarfı bırakıp kaçma niyetindedir. zira karnı çok acıkmıştır. birazdan seba'nın sekreteri başkanın odasından çıkar. göz göze gelinir. x kişisi yerinden kalkar meramını sekreter'e de anlatır. sekreter zarfı almaz. 

kapıyı çalar ve seba'nın odasına girer. çıkınca x kişisine odayı göstererek ''buyrun der''. x kişisi heyecanlanır. kem küm eder, ama içeri girer. kendisinden neredeyse 35 yaş büyük bir adam'ın, bjk başkanının, hepsinden öte süleyman sebanın karşısında, elinde içinde üç kuruş para olan bir zarfla durmaktadır. başkan koltuğundan kalkar. kibarca ceketini ilikler ''hoşgeldin delikanlı'' der. x kişisinin elini sıkar. koltuğa oturtur. çay kahve sorar, istemeyince yemek sorar. israr eder. çay'a razı eder. x kişisi nereden ve neden geldiğini söyler. başkan teşekkür eder. telefonla sekreteri çağırtır makbuz kestirir. x kişisi zarfı sekretere teslim etmiştir. müsade ister. fakat başkan bırakmaz. ve neredeyse yarım saat kendisiyle sohbet eder. sohbet boyunca takım taklavat işleri pek konuşulmaz. hayat konuşulur, memleket konuşulur. süleyman seba sohbet bitiminde ayağa kalkar. x kişisinin elini sıkar. ve odasının kapısına kadar değil. binanın kapısına kadar ona eşlik eder.

saygı adamıdır süleyman seba. bir ekoldür. bjk'da değil türkiye spor tarihinde özel bir yeri olan adamdır.

içi kıpır kıpır 40 bin kişiyi tek bir hareketi ile susturabilen ve kendinden utandırabilen en beyefendi büyük başkandır.

deli dolu olduğum zamanlardı.
inönü stadındaydık.
oturduğum yerden süleyman seba'yı görebiliyordum.
yanında metin aşık vardı.

birden bire 40 bin kişi
metin ,
aşık,
söyle sen kimsin,
seba'nın bıyıkları götüne girsin diye bağırmaya başladık.

çok mutluyduk
ne güzel tezahürat bulmuştuk lan.
çok matraktık biz, süper alemdik.
bıraksalar doksan dakika boyunca aralıksız anırabilirdik.

ilk tezahürat biter bitmez süleyman seba, işaret parmağını dudağına götürerek "sus" işareti yaptı.
orada bulunan 40 bin kişi bir anda sustu. stadı bir anda sessizlik kapladı.

allah rahmet eylesin büyük başkan...

buradan gecikmiş özrümü sayın melih aşık'a iletmeyi bir borç bilirim.

ıstanbul'a 1990ların sonunda gelmiş idim. sanırdım ki sokaklarda her gün bir ünlü ile karşılaşacağım.

karşılaşmadım.

ta ki 98'in yazında namlı kebap'ta mezelerin önünde tabağı tepeleme doldururken arkamda sabırla bekleyen adamı fark edene dek.

artık nasıl doldurduysam dakikalar sonra yerime yönelecek iken arkamdaki amca "evladım bir zeytinyağlı dolma eksik kaldı, ağlamasın sonra onu da al" dedi gülümseyerek.

bir döndüm ki seba başkan.

uyyy

ne diyeceğimi bilemedim. nasıl hitap edeceğimi... bir de heyecan bastı.

"başkanım, onu da 2. sortide alırım, bu maç öncesi ısınma, antrenman." deyiverdim.

gülüştük..

yerime oturdum. rakı geldi. doldurdum kadehi ve masasına gidip, şerefine kadeh kaldırdım. o da kaldırdı. gene gülümsedi.

sarılıp bir de elini öpeydim keşke..

bu büyük adam benim gençlik fobim beşiktaş'ın efsane başkanı idi. ne gariptir ki ergenliğimi bana zindan eden o takımın o başkanına karşı hissettiğim yegane duygu hürmet ve de saygı idi.

beşiktaş'a gıpta etmemin ve beşiktaş'ı bi parça kıskanmamın belki de tek sebebiydi.

ne metin'leri, ne ali ne de feyyaz'ları.

sadece seba'larıydı. büyük başkanları süleyman seba'larıydı.

nur içinde yat büyük başkan. huzur içinde uyu büyük insan...
seni hepimiz çok sevdik...

kendisiyle ben on yaşındayken tanışmıştım ve aramızda şöyle bir diyalog geçmişti.

üzerimde eskişehirspor forması vardı. aile büyükleri konuşuyorlar. biz haylazlık hoplama zıplama falan.

seba başkan: gel bakalım delikanlı. hangi takımı tutuyorsun bakalım sen.
ben: formayı görmüyor musun amca esesliyiz biz.
seba başkan: bu hafta beşiktaş maçı var ne olacak.
ben: eses beşiktaş'ı sikecek.
seba başkan: bak oğlum eskişehirspor taraftarı efendi ve ahlaklıdır. rakiplerine küfür etmez. sen de etme olur mu.
ben: onlar bize küfür ediyor ama.
seba başkan: onlar gerçek beşiktaşlı değil.

tam cevap verecekken annemle göz göze geldim annemin gözlerinden ateşler çıkıyor. tırstım sustum. süleyman bey kafamı okşadı aferin oğlum dedi.

tüm türkiye'nin başı sağ olsun.

ağlayarak entry girmek gibi bir başlık vardı gülüp geçerdim. başıma gelecekmiş.

diger entrilerimde bahsetmisimdir ama olumunun ardindan buraya yazmaya elim gitmedi... olumunun birinci yilinda kendisini sevgi ve ozlemle anarken bana yasattigi bu degerli aniyi detaylariyla yaziyim:

baskanligi biraktigi yil, universitedeyim, aksam haberlerde goruyoruz bir gun basbakan, bir gun cumhurbaskani, bir gun tbmm baskani, bir gun diger kulup baskanlari sirayla suleyman seba'ya veda turlari duzenliyor...

o kadar guclu duygularim var ki... icim icimi yiyor... o zamanlar 20 yasinda olmaliyim. adam 16 yildir baskan. yani ben kendimi bildim bileli besiktas'in basinda o var. turkiye'de alem got olmus, fatih terimler, haluk ulusoylar, ali senler, aziz yildirimlar, ergun gursoylar, adnan polatlar, mehmet agarlar, ahmet cakarlar, vahap beyazlar... bu adam neredeyse peygamber misali basimizda, dimdik, en terbiyesizine karsi bile terbiyeli, ve parasiyla degil gorgusuyle, bilgisiyle basariyi yakalamis... dunyayi farkli bir gerceklik boyutunda yasayabilme sansi vermis bize adam...

standart bir besiktas'li olarak biraz ruh hastaligi da var tabi... oturdum bir mektup yazdim. butun duygularimi dusuncelerimi kendisine olan saygimi, sevgimi... bize boylesine pis bir ortamda boylesine ozel bir ayricaligi yasattigi icin kendimi ne kadar sansli hissettigimi, kendisine ne kadar minnettar oldugumu ve bunu cocuklarima anlatacagimi... heralde bir 6-7 sayfa vardir a4 kagida... seba disinda biri okusa "ne manyaklar var" der... kendisine ulastirmak icin bir yol ariyorum. o zamanlar cep telefonlari yaygin degil bu kadar, ogrenci evindeki telefonun yaninda bir altin rehber var... ordan kulubun telefonunu buldum. aradim dedim ki "ben suleyman seba'ya bir mektup yazdim, onu ulastirmak istiyorum, besiktas'a yakinim, ama eline ulasmasindan emin olmak istiyorum, kimse acmasin, nasil yapabilirim, resepsiyona biraksam ulasir mi?". en azindan 40-50'li yaslarda bir hanim sesi, biraz saskin, "siz kimsiniz?" dedi. "ben ogrenciyim, besiktas taraftariyim" dedim. hatirlamadigim birkac soru sordu, not aldi, "tamam ben ileticem kendilerine size en uygun yolu bildiricem, bir telefon numarasi verirseniz size donus yapayim" dedi. ben geri donus yapar mi yapmaz mi ondan bile emin degilken, daha 1 saat olmadan ev telefonu geri caldi. kadin dedi ki "suleyman bey bu hafta su gun su saatlerde musaitmis, gorusmek isterseniz kendisine direk verebilirsiniz, sizi burda agirlamak da ister..."

her aksam haberlerde basbakan, cumhurbaskani, kulup baskanlari, dernek baskanlarinin veda ziyaretlerini kabul eden adam, adini sanini bilmedigi bir ogrencinin mektup birakmak istemesi uzerine ona da ayni sekilde vakit ayirmak istiyor...

simdi herhangi bir kulupte boyle bir sey olmasi icin heralde kulup baskanina yakin saglam bir tanidik bulmaniz gerekir... oy potansiyeli yuksek bir dernek baskani, para babasi, medya patronu, menajer, politikaci vs...

sonrasi...

ben ve 2 ev arkadasim, elimizde cicegimiz ve mektubumuz, kulube gittik. adam bizi odasinin kapisinda karsiladi. oturttu. uzun uzun sohbet etti. ne okuyoruz, nereliyiz... okudugumuz okulda tanidigi hocalar dersimize giriyor mu... memleketimizle ilgili bildikleri... karnimiz ac mi, yemek yer miyiz? o zaman bir sey icelim...

yanimda getirdigim bir kartpostal vardi, onu imzalamasini istedim. kendisi "arzu edersem" bana farkli kartpostallar hediye edebilecegini, onlardan birini imzalayabilecegini soyledi. cekmecesini acti... rozetler, anahtarliklar, kartpostallar... hepimize hediye etti... fotograflar cekildik... kendisine yazdigim mektubu verdim, ama icinde cok ozel seyler oldugunu ve orda okumamasini, baska bir zaman okumasini rica ettim... kendisi icin cok degerli oldugunu, okuyup ozenle saklayacagini soyledi.

biz adamcagizin vaktini fazla almayalim diye musade mi istesek diye dusunurken, "arzu eder misiniz size kulup binasini ve kupalari gezdirelim?" dedi. istemez miyiz, atladik tabi hemen. tek tek kupalari gezdik, hepsinin senesini, anlamini, onemini acikladi, duvarlarda cekilen fotograflar, "bu rahmetli xx abiyle..." seklinde baslayan aciklamalar ayni sekilde devam etti...

butun bunlari muthis bir pozitif enerjiyle, heyecanla, sevgiyle yapti...

toplamda bize bir saatten fazla vakit ayirdi, o zamanlar yeni transferlerin fotograf cekildigi turk bayragi ve besiktas bayraklarinin ortasinda ataturk fotografinin oldugu meshur yerde fotograflar cekildik. -ki bunlardan birinin scan edilmis kotu bir kopyasi yillardir -hala- facebook profil fotografimdir...-

bizi asansore kadar ugurladi.

ve hic unutamam, ki boyle bir seyi iyi kalpli bir roman kahramani yaratmak isteseniz ve yazsaniz okuyucunuz inanmaz, ucuz oldugunu dusunur ama gercekten oldu:

asansorun kapisini kapatti, biz tam dugmeye basacakken geri acti, "asansor bazen fazla asagi iniyor, disari cikarken dikkat edin, ayaginiz takilmasin" dedi ve tekrar vedalasip ayrildik.

asansorun kapisi kapandiginda asagi inerken biz 3 arkadas saskin saskin birbirimizin gozune bakiyorduk, bir sureligine hic birimiz tek kelime edemedik...