Uzaklara Dalıp Gitmenize Sebep Olabilecek Bir Başarı Öyküsü: Fotokopi Çekerek BMW Almak
heeeey anam hey.
okuyacaklarınız hayal ürünü şeyler değildir.
üniversite dönemi. mühendislik fakültesi. hepimiz iyi birer mühendis olmak için çalışıyoruz. kimimiz yurtta kalıyor, kimimiz arkadaşıyla ev tutmuş. kimimiz bir işte çalışıyor hayatı idame ettirmek için, kimimiz biraz daha rahat, okul - ev takılıyor öyle.
kampüsümüzün ana girişinin hemen karşısında bir mahalle başlıyordu. e-5'in hemen kenarında bulunan mahallelerden bahsediyorum. işte bu mahallenin başlangıcını gösteren bir bina, altında da 2-3 dükkan vardı.
dükkanlardan biri boştu ve atıl bir şekilde yeni sahibini bekliyordu. beklediğine değdi de. 1.60 boylarında esmer tenli, kirli sakallı ve at hırsızı tipli bir adam burayı kiraladı. içini bir güzel döşedi. her tarafı kırtasiye malzemeleriyle donattı. üç tane fotokopi makinesi kondurdu oraya. dükkanı açtı; gelene geçene abicim hoşgeldin, bir çayımı iç demeye başladı.
gel zaman git zaman dükkanının rafları notlar ile dolmaya başladı bu abinin. her geçen gün raflara bir yeni not ekleniyor, hangi bölümün hangi hocasının hangi notunu isterseniz anında getirip önünüze koyuyordu bu abi. siz notu çektirip paranızı veriyor, sonra çalışıp vizeye giriyor, o bitince de çalıştığınız kafe ya da mağazaya gidip hem patronun hem de müşterilerin ağız kokusunu çekiyordunuz.
yine de mutluydunuz. bazen okulda hoşlandığınız kız gelip bir kahve içiyor, ayaküstü sohbet etme imkanı buluyordunuz. bazen de bu olmuyordu, patron yüzün niye asık diye azarlıyor, beklediğiniz kız hiç gelmiyor (ki zaten yoktu aslında) ve bu da yetmezmiş gibi menapoz dönemine girmiş sivilceli ve çirkin teyze verdiğiniz kahveyi beğenmeyip başınızda bıdı bıdı ediyordu.
bütün bunlar da yetmezmiş gibi bazen kaldığınız evdeki kombi bozuluyor, kışın ortasında 10 gün soğuktan donarak, sıcak duş alamayarak çok afedersiniz teke gibi kokuyordunuz. ama olsundu. öğrencilikte olurdu bunlar. hem o ay en azından 150 lira daha az doğalgaz parası verecektiniz. o paraya ne rakı sofrası kurulurdu be, değil mi?
işte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifeniz; okulu bir an önce bitirip erkekseniz askere gitmek, kadın iseniz çeyizinize ve bu çeyizi önüne sereceğiniz bir erkek ailesi bulmaktı. kurallar öyle konmuştu çünkü. okulu bitir, askere git, iş bul ve evlen. çocuk yap. leş gibi kira öde. ödediğin kiranın 1.5 katını da emekli olunca kira ödememek için biriktir. çocuklarını okut. araba da al. sonra 50'ni göremeden stresten kalp krizi geçir, şansa kurtul. kira ödemediğin evinde başına toplanan torun torbaya, eş dost çocuğuna "aman evladım okulunu bitirip askere git, aradan çıksın. sonra zor evlenirsin" de. neyse.
hayat geçiyor, mevsimler değişiyordu ya? peki bu esnada bizim fotokopici abi napıyordu? fotokopici abi durumundan memnundu. bir sürü not biriktirmişti. kimisini öğrencinin verdiği defterden çaktırmadan kopyalayıp arşive atıyor, kimisini de para teklif ettiği hocalardan gizlice alıyordu. o hocalar da "notlar fotokopicide, oradan alıverirsiniz artık" diye sırıtıyordu. hepimizde bilgisayar olmasına rağmen bu notları nedense hiç elektronik ortamda göremiyorduk. hep fotokopici abiden para verip alıyorduk. fotokopici abi durumundan memnundu, zira ne kadar lisans bölümü varsa hepsinin notlarını elde etmiş, öğrencileri kendine adeta bağımlı hale getirmişti. bu esnada kurumsallaşıyordu da. elde ettiği notları çoğaltırken en ön sayfaya bir filigran koyuyor, böylece notun en üstünde "©fotokopici abi, 2011" ibaresini görüyor ve o notun aslında fotokopici abi tarafından yazıldığına oracıkta ikna oluyordunuz.
zaman geçti. bizim dirsekler hep çürüyordu. artık bunalmaya başlamıştık zira okulun bitmesine 1, hadi bilemedin 1.5 sene kalmıştı. dersler zorlaşmış, laboratuvarlardan çıkamaz hale gelmiştik. rapor yazmaktan imanımız bile gevriyor, çıtır çıtır oluyordu bazen.
işte bu zaman dilimindeyken, bir gün okuluma yürüyordum. sabahın körüydü ve soğuktu, fotokopici abiden bir not alıp okula geçecektim. dükkanın önüne geldim, henüz açmamıştı. şansıma küfredip kampüsün giriş kapısına yönelirken boğuk bir motor sesi duydum. yanımdan sabah güneşinde cayır cayır parlayan, estoril blue bir bmw 3.20 geçti. taaak diye dükkanın önünde duruverdi.
içinden kim mi çıktı dersiniz? bizim fotokopici abi. dükkanı açtı, ben de peşinden seyirttim. dükkana girmeden göz ucuyla arabaya baktım. yepyeniydi. dükkana girdim. fotokopi makinesinin ısınmasını beklerken ayak üstü sohbet ettik:
- abi hayırlı olsun, araba yeni mi?
+ eheheh eyvallah yiğenim, dün aldım.
- hayırlı olsun ya, sıfır gibi duruyor?
+ ehehe sıfır valla ya, allah'a şükür.
notumu aldım. zaman sanki yavaşlamıştı. borcum olan 2.5 lirayı fotokopici abinin eline bıraktım, ama ne bırakmak! o paralar elimden kaydı, havada döndü, nispet yapar gibi bir daha döndü, döndü allah döndü ve fotokopici abinin eline konuverdi. o da hemen avucunu kapayıp paraları kasanın içine atıverdi. "hadi kolay gelsin yiğenim, sizin toz metalurjisi notları da geldi haberin olsun" dedi. eyvallah diyerek çıktım dükkandan.
işte oradan fakülte binama sanki 3 günde yürüdüm ben. dönüp dönüp dönüp ardıma baktım, sanki nispet yapar gibi mavi mavi gözüme parlıyordu sıfır bmw.
saniyede 120 kare hızında adımlarımı atarken düşünüyordum. 2011 yılının sonbaharında gelmişti fotokopici abi. bir önceki işi patlamış, elde kalan son parasıyla bu dükkanı tutmuştu, öyle duymuştuk.
sadece 2 sene içinde, 2013'ün ilkbaharında kendisine estoril blue bir bmw 3.20 alabilmişti. sadece fotokopi çekerek.
ben ise, bir bmw'nin motor bloğunda hangi tür alüminyumu kullanıp, nasıl üretebileceğimizi tartışacağımız malzeme seçimi ve tasarımı dersime gidiyordum. yürüyerek.
işte o dersten çıkarken şunu dediğimi hiç unutmuyorum:
"heeeey anam hey. hay amına koyayım ya."