MÜZİK 18 Şubat 2020
15b OKUNMA     711 PAYLAŞIM

Yeni Green Day Albümü Father of All Motherfuckers'ın İncelemesi

American Idiot ile 11 Eylül sonrası döneme damga vuran Green Day, kendilerini hiç bozmadıkları bir albümle tekrar karşımızda.

green day, yeni albümü "father of all motherfuckers" ile karşımızda

green day dendiğinde benim aklıma gelen iki şey var: eğlence ve karşı çıkış. bu ikisini de bu albümde bol bol görüyoruz. yani green day'i green day yapan şeyler bu albümde var ama nasıl bir şekilde varlar, sanki değinmemiz gereken şey bu. green day'in eğlence anlayışı punk ve pop müziği bir potada eriten, sert ve hızlı riflerin üstüne billie joe armstrong'un enerjik vokalinin eklendiği şarkılar yapmak. bu nedenle klasik bir green day şarkısı dinlendiğinde ayaklarla ritm tutulur, kafalar sallanır, sözler neden bahsederse bahsetsin mutlu bir moda girilir. bu albüm eğlenceli ama bunu green day sound'u yerine başka bir şekilde vermişler. grup tamamen dans ettirmeyi amaç edinmiş ve bunu punk rock ile yapamayacağı için de cilalı bir pop punk ile yapmış. o kadar çok el çırpma efekti eklenmiş ki "haydi elleri çırpıyoruz gençler, eğleniyoruz" diye zorluyor gibiler. panic! at the disco tadında bir eğlence anlayışı, billie joe armstrong'un tiz vokalleri ile sunuluyor. bu çok farklı bir tercih. buna alışan albümü daha kolay sever. bir de grubun 50'ler rock müziğinden ritmler ödünç aldığını görüyoruz. birçok şarkının altyapısına piyano eklenerek, rock'n'roll'un ilk yıllarına bir saygı duruşu yapılmış. bu da green day için farklı bir tercih.


karşı çıkış konusuna gelelim şimdi

verdiği röportajlarda grup, bu albümde kafayı hiçbir şeye takmadığını, yarın yokmuşçasına parti yaptığın bir ortamı anlattığını söylüyor. bunun da günümüz gençliğine bir eleştiri altmetni olduğu bariz. ama bu tarz durumlarda eleştirinin dozunu ayarlayamazsan eleştirdiğin şeyin kendisine dönüşüyorsun. bu durumda da green day, tamamen apolitik ergenler gibi davranıyor. elbette green day bir siyasi parti değil. politik bir duruş sergilemek zorunda da değil. ama george w bush döneminde en sevdiğimiz sanatçılar bile "farklılıklarımızı kenara bırakıp, orta doğu'da savaşta olan ordumuza destek olmalıyız. birlikte çok güzeliz amerika" derken, green day american idiot diyordu. e daha bir önceki albümü revolution radio'ya adını veren şarkı zihin kontrolüne, göz yaşartıcı gazlara değiniyordu. yoksa green day'in twitter'dan "hay senin donald trump gibi" minvalinde mesajlar paylaşmasının albüme yansımadığı sürece pek ehemmiyeti yok. gerçi yiğidi öldür hakkını yeme. albümün son şarkısı çok vurucu olmasa da sosyal anlamda duyarlı. tüm bu apolitikliğe rağmen yine de bir karşı duruş var. ama kime? sana, bana, topluma, okula vs. gel gör ki bu karşı duruş 14 yaşında bir ergenin gereksiz atarlarından öteye geçemiyor. e albümün adının "father of all motherfuckers" olmasını isteyip, küfrü bir unicorn ile kapatmaya çalışıp, albüme adını veren şarkıda bu küfrün tamamen sansürlenmesi de bir duruş göstermeye çalışan ama annesi babasından da tırsan ergen imajını destekliyor. bu arada albüm kapağının çirkinliğine değinmeye gerek bile yok. kapaktaki kol çiziminin aslında american idiot'taki çizim ile aynı olduğunu
not düşelim.

1. Father of All...

albümü father of all... açıyor. daha en baştan billie'nin falsetto vokalleri bizi karşılıyor. nakaratlarda bildiğimiz green day'e bir miktar daha yaklaşılsa da genel olarak pop bir mentalite ile yazılmış, dans ettirmeye yönelik bir şarkı. bunu da beceriyor. zararsız bir şarkı ama piyasaya oynandığı bariz. mesela davul performansı aslında iyi ama öyle bir kaydedilmiş ki bütün yırtıcılığı gitmiş. nakarat öncesi "huh ha"lı kısımlar akılda kalsın diye konmuş. alkışlar zaten yukarıda da dediğim gibi tüm albüm boyunca devam ediyor. bu tarzı yapan zaten binlerce indie rock grubu varken green day'in bu trene bir vagon olması ne kadar mantıklı bilmiyorum. şarkı içindeki klasik green day isyanı ve öfkesi içeren sözler de bu tarz pop bir beste ile bütünleşince bir garip duruyor.

2. Fire, Ready, Aim

fire, ready, aim, tarz olarak "father of all..."ın neredeyse kopyası. benzer bir ritm, yine alkışlar, yine falsetto (ama bu sefer geri vokallerde). bir önceki şarkı için piyasaya yönelik yazılmış demiştim. bu şarkı ise zaten hokey ligi için yazılan, bir nevi sipariş bir eser. keza sözleri buz hokeyi maçlarına ve bunların önemli bir parçası olan kavgalara değiniyor. her şeye rağmen "father of all..." eğlenceliydi. bu şarkı ise gereğinden fazla duyduğumuz, tiz ve sinir bozucu geri vokalleri, sıkıcı nakaratı ile daha az eğlenceli. özellikle benzer bir şarkıdan sonra geldiği için böyle hissediyorum. yine de eklenen klavye melodilerinin şarkıyı bir miktar kurtardığını söylemek lazım.

3. Oh Yeah!

"father of all..." ile fena başlamayan, "fire, ready, aim" ile benzer bir temayı vitesi düşürerek sunan green day, oh yeah! ile yine aynı temayı daha da düşük viteste sunuyor. şarkı zaten tembel bir şarkı çünkü joan jett'in `do you wanna touch me (oh yeah)` şarkısından ciddi bir alıntı var. davul ritmi ve nakarat tamamen jett'in şarkısından. "oh yeah" kısmını jett, nakarat sonrası bir nefes almak gibi kullanıştı. green day çok güçlü olmayan bu kısmı şarkının bel kemiği yapmış. bir de tabi jett'in yorumunun da aslında bir gary glitter cover'ı olması ayrı bir tartışma konusu oldu. bilmeyenler için: ingiliz bir glam rock yıldızı olan glitter, çocuk pornosu, reşit olmayan kişilerle cinsel ilişkiye girme ve tecavüz ile suçlanıp hapse atılan bir adam. gerçi green day, "glitter'a telif falan vermem, onun yerine hayır kurumlarına bağış yapacağım" diye açıklama yaptı ama "sample alacak başka şarkı mı yoktu" diye sorarlar adama. keza "oh yeah!" bayık bir şarkı. yine sözler pek matah değil, geri vokaller bir garip, ses efektleri de keza öyle. vasat.

4. Meet Me on the Roof

meet me on the roof da ilk üç şarkıdan çok farklı bir havada olmamasına rağmen, bu dört dance rock şarkısı arasında en sevdiğim oldu. diyeceksiniz ki: "niye ki? yine aynı uyuz geri vokalleri, yine yalandan el çırpmalar". haklısınız. ama birincisi, şarkının girişindeki piyanonun verdiği pozitifliğe bayılıyorum. aynı pozitiflik şarkının nakaratında da var. ikincisi de şarkının rifi sade ve eğlenceli. piyasaya oynadığı belli şarkıların üstüne bana samimi geldi. 60'larin naifliği var şarkıda. klibinde de benzer bir naiflik var. stranger things'ten sevdiğimiz gaten matarazzo'yu izlemek güzeldi. agresif punk havalarından, tribünlere oynamaktan uzak rahat ve basit bir eser.

5. I Was a Teenage Teenager

albümün genel havası i was a teenage teenager ile değişiyor. bu kağıt üstünde güzel olsa da uygulamada çok iyi değil. bas gitar rifi ile oldukça yavaş başlayan şarkı, nakaratta ses seviyesini arttırıp punk rock bir havaya bürünse de da ikinci tekrara kadar tempoyu çok yükseltmiyor. bu da şarkının ilk kısmını sıkıcı bir hale sokuyor ama bence şarkının asıl problemi bu değil. şarkının ikinci yarısındaki ortalama, sürprizsiz pop rock sound'u da değil. green day üyeleri 47-48 yaşlarında adamlar. ama benim 12 yaşımda günlüğüme yazdığım sözler gibi sözleri utanmadan şarkılarına koyuyorlar: "my life's a mess and school is just for suckers"lar nedir yani. bir de şarkının sonuna doğru tek bir yere maçkolik'in gol efekti gibi bir ses koymuşlar ki tamamen alakasız ve dikkat dağıtıcı.

6. Stab You in the Heart

stab you in the heart, tam olarak 1950'ler rock'n'roll'u. nakaratı her duyduğumda aklıma the hippy hippy shake geliyor. müzikal olarak green day'in günümüzde artık duymadığımız saf rock'n'roll tarzında şarkı yapması hoş ama o dönemin riflerini daha distortion'lı çalmak dışında şarkının müzikal olarak bir farklılık çabası yok. grup, farklılığı şarkı sözlerinde yapmaya çalışmış. 50'lerin naif aşk sözlerine ironi olsun diye kendini aldatan sevgilisini öldürmekten bahseden sözler yazmış. ama tatsız yani. bir önceki şarkıya koyduları maçkolik gol sesinin daha da uzun versiyonunu bu şarkıya eklemeleri de cabası.

7. Sugar Youth

albümün "oh be, hele şükür" dedirten şarkısı sugar youth. iki dakikadan azıcık daha kısa, direkt punk rock. enerji yerinde. nakarat güzel. özellikle nakarattaki "all hell is breaking loose and heaven only knows" kısmında, "işte sevdiğim green day bu" diyorum. ha sözler yine çok matah değil. ama başkasının yerine utanma duygusu yaratmayan bir şekilde, uyumsuz ve içinde bir ateş yanan bir genç anlatmayı başarmışlar. yine kendilerini tutamayıp el çırpma ve falsetto geri vokal eklemişler. eklemeseler şaşarım. ama en azından doğru yerde ve tadında eklemişler.

8. Junkies on a High

junkies on a high da albümün eli yüzü şarkılarından. orta tempoda ilerleyen, oturaklı, billie joe'nun vokalin tanıdığımız ve sevdiğimiz bir şekilde kulağımıza ulaştığı bir şarkı. aslında kıtalardaki melodi boulevard of broken dreams'ten çok farklı değil. belki bu nedenle şarkıya kanım daha kolay ısındı. yine de bu şarkıya da bütün albüm boyunca gıcık olduğum bazı şeyleri koymuşlar: garip ses efektli vokaller ve "oh yeah!"ler. en azından el çırpma yok ama nakarat sonrası davul performansı el çırpmayı aratmıyor. başka bir green day albümünde belki "ortalama bir filler" diyebilirdik ama bu albümde cidden öne çıkan bir şarkı bu.

9. Take the Money and Crawl

take the money and crawl çok tatlı başlıyor. sanki bir western filminin giriş müziği gibi bir tarz tercih etmişler ve ses çok derinden geldiği için insan "acaba ne olacak" diye meraklanıyor. lakin şarkının geri kalanı ile bu melodinin bir alakası yok. gerisi standart bir rock şarkısı. bu albüm özelinde bu çok güzel bir şey elbette. nakaratı özellikle heyecan verici. sözlerde yine bir numara yok. albümün adının ikinci kısmının bu şarkıdaki "of all motherfuckers" kısmından geldiği gibi bir anektod verebilirim. onun dışında zaten iki dakikalık bir şarkı. introyu saymazsak daha da kısa. söyleyecek çok şey yok, iyi yani.

10. Graffitia

albümün müzikal anlamda en kompike şarkısı graffitia albümü kapıyor. neşeli havasına rağmen konu olarak albümün en ciddi şarkısı. ilk bölümü işinden olan fabrika işçileri, ikinci kıtası ise polis tarafından öldürülen siyahileri anlatıyor. nakaratları takip eden grubun yavaşladığı kısımlar müzikal olarak şarkının en tatmin edici yanı. onun dışında yine klasik rock müziğinin naifligini bu şarkıda bulmak mümkün. ama bir yandan da vermek istediği ciddi mesajı bu müzikle tam olarak veremediği de doğru.

albümü bitirdikten sonra bir anda spotify'da when i come around çalmaya başladı

ne kadar güzel bir şarkı. mike dirnt'ın bas gitarı ne kadar önde ve şarkıya karakter verici. kısa olsa da gitar solosu gibi gitar solosu var. tré cool'un baterisi mis gibi kaydedilmiş. billie'nin sesi muazzam. gereksiz agresiflik yok. peki bu albümde ne var? bir mesaj yok, üst üste kaydedilen seslerin getirdiği kalabalıklık var. dinleyiciler eğlensin istenmiş ama bunun dışında detaylara önem verilmemiş. the ramones da kısacık, eğlendirici albümler yapıyordu. şarkıları birbirine benzese bile tüm samimiyeti ile müzik yapıp, eğlenen bir grup görüyorduk. burada ise genç kalmaya, günümüzü yakalamaya çalışan ama kendi özünü kaybeden bir grup var. aşırı kötü bir albüm değil bu arada. "şöyle 'upbeat' bir şey dinleyeyim yolda yürürken" derseniz seversiniz. albümün sonlara doğru iyileştiği de bir gerçek. günümüzde rock diye geçen imagine dragons'tan, twenty one pilots'tan hala çok daha iyi. didik didik edilse sevilmeyecek çok şey var ama siz öyle yapmayın, dinleyin geçin. ama green day'den güzel bir şeyler duymak isteyenleri eski albümlere doğru alalım.

2,5/5 verdim gitti.

albümü en iyi anlatan şarkılar: oh yeah, meet me on the roof, junkies on a high

Guns N' Roses'ın Verdiği 15 Yıllık Aranın Ardından Zar Zor Çıkan Albüm: Chinese Democracy