İLİŞKİLER 25 Nisan 2017
302b OKUNMA     1190 PAYLAŞIM

Yılların Eskitemediği Güçlü Taktik ''Kaçan Kovalanır'' Neden Hala Geçerliliğini Koruyor?

"İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar." diye Özdemir Asaf boşuna demiş olamaz. Peki neden normal biçimde karşılıklı ilgiden beslenmek yerine işleri zorlaştırıp taktik savaşına çeviriyoruz?


yıllardır ilişkilerde değişmeyen tek altın kuraldır belki. şimdi entel abilerimiz/ablalarımız buna karşı çıkar, hem kadın hem erkek hoşlanıyorsa ya da seviyorsa bu tarz şeylere gerek yoktur muhabbeti yaparlar lakin yüzde yüz çalışır bu kaçma kovalama uygulaması. özellikle beyler hep yakınır ya niye kadınlar hep erkeklerden bekler diye lan kadın geldiği anda arkasına bakmadan kaçan da sensin işte, niye çünkü kimse kolay kadın/erkek istemez ya da ister ama onu da bazı ihtiyaçlarını karşılamak için ister hadi itiraf edelim. kısacası cepte olan değil kaçan herzaman caziptir, tecrübeyle sabittir biline.

şu hayatta doğruluğuna inandığım yegane tespit budur. ancak burada şu taktik uygulanıyormuş; önce gittikçe artan dozda ilgiyi belli etme durumu var. tam karşı taraf "aa benden hoşlanıyor kesin" dediği anda çekiyorsun kendini. aramıyorsun, sormuyorsun, gördüğünde biraz soğuk davranıyorsun vesaire. o da belki içinden belki de yüzünüze karşı "ya ne oldu ki neden böyle davranıyorsun?" der, ve o saatten sonra artık siz onu değil o sizi düşünmeye başlar.

tabi ki bu bir erkek kurgusu deği. zaten erkekler olarak kurguyu beceremeyiz biz, düz adamlarız. böyle oyunlara gerek kalmasa ne güzel tabi, herkes dürüst olsa, hayat bayram olsa.

sizi kendinden öteye itenler, doğru yolu bulmanıza yardım ederler aslında.

ancak her iki tarafın da benzer duyguları taşıması halinde işe yarayacak bir taktiktir. bak aynı duygular diyorum, aynı derecede duygular değil. diyelim ki kız erkekten hoşlanıyor veya tam tersi. ama birinden birinin hiç mi hiç niyeti yok öyle bi şeylere başlamaya. şimdi diğer hoşlanan kaçsa, hatta usain bolt olsa ne yazar? diğerinin kovalamak için bi nedeni yok ki. bir amaç uğruna yorar insan kendini. eğer karşı tarafın sana zerre duygusu yoksa, varlığın ona konuşurken keyif veriyor ama yokluğun zerre koymuyorsa sen istediğin kadar kaç dur, yıllar sonra arkana bi bakarsın ki kimse seni kovalamamış, sen boşu boşuna kendini yormuşsun.


bu zihniyetin altında yatan temel felsefe aslında insan ulaşamadığına daha çok bağlanırdır. hani yasaklar insanı cezbeder, ulaşamadığımız şeyi gözümüzde büyütürüz ya, hah işte tam da bu düşünceye dayanıyor bence. ama dediğim nüans burada da önem kazanıyor, karşıdaki seni istiyor mu gerçekten? o yüzden bir tarafın sevip diğer tarafa açıldığı ve onun da yüz vermediği durumlarda açılan kişilere bu laf üzerinde suçlama yapılarak "abi sen hemen yelkenleri suya indirmişsin, biraz geri çekilecektin bak nası tıpış tıpış geliyo" denmesini pek mantıklı bulmuyorum. böyle bi durumda kaçmak tavşanın dağa küsmesinden farksız olur.

ha işe yaramaz mı diyorum? hayır, ama her ilişki öncesinde işe yaramaz. karşı tarafı ölçüp biçersin, eğer yeşil ışığı aldıysan belki bunu uygularsın. ama böyle bi durumda bile şahsen uygulanması yine saçma geliyor bana. sonuçta ondan hoşlanmışsın, onu sevmişsin, ona aşık olmuşsun, daha neyin taktiği? satranç mı oynuyoruz amk? niye sürekli bi taktik gütme çabasında hissediyoruz kendimizi ki? hoşlanmışsam, kendi açımdan, asla kaçmam, üstüne giderim, zaten iş işten çoktan geçtiği için kaçma süresince onsuz geçecek zamana dayanamam.

modern zamanlarda aşk işte...

kongolular bunu "kadın gölge gibidir, kendisini takip edenden kaçar, önünden gidenin arkasından koşar." sözleriye tespit etmişler. kongolu gençler atalarına çok şey borçluymuş.

aşkın mantığı devredışı bırakan bir kavram olduğu hatırda bulundurulduğunda ortaya çıkması hiç de garipsenmeyecek içgüdüsel/hayvansal davranış. bunu mantıksal bi temele oturtmaya çalışırsak: kaçan taraf aslında istemekte ama aynı zamanda kovalayan tarafın ne kadar istekli olduğunu sınamaya çalışmaktadır. karşı tarafta kısa zamanda vazgeçmeme içgüdüsünün varlığı, onun ilişki sırasında terketme eğiliminin az olmasına ilişkin bi işaret olarak görülür. (yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır durumu) kovalayan taraf ise kendi kriterlerine göre mümkün olanın en fazlasını istemektedir. yani ilişkiye hazır halde olanlar, zaten kazanılmışlardır. hazır olmayan bir üst basamak, kişinin hedefi haline gelir. bu süreç insanlarda da hayvanlarda da ufak değişiklikler olmakla beraber hemen hemen aynı şekilde işler. tamamen hayvansal içgüdülerimiz sonucudur ve kültüre dayalı bir mantıkla açıklanabilmesi olanaksızdır. özümüzde hayvan olduğumuzun kanıtıdır. budur.

aslında olması gereken kaçanın kovalanmamasıdır. izah edeyim;

mazisi çok eskilere dayanır ama okumayı sevmeyen bir toplum olduğumuz için gerçeği bilmiyoruz. halbuse bilsek şimdi ilişkiler çok çok daha faklı gelişebilirdi;

bu mevzu ilk olarak m.ö.300’lü yıllarda kırıtyalılar tarafından gerçekleştirilmiştir.

nevşehir dolaylarında yapılan kazılarda bulunan kalıntılarla da desteklenen bu gerçek ile tarih ve bilim önemli bir aydınlanma yaşamıştır. nevşehir’deki ören’de çeşitli mağara duvarı resimlerine rastlanmış, bu resimlerde bir takım grupların hayvansı figürlerle temsil edilmesi, uzun yıllar bu insanların hayvanları çizdiğini düşündürtmüş olmasına karşın, kazılarda ilerleme kaydeden arkeolog, paleontolog ve biyologların ortaklaşa çalışması sonucunda aslında reddedilen kırıtyalı erkeklerin, kadınlardan intikam almak için onları bu şekilde resmederek intikam aldığı ortaya çıkmıştır. bu da göstermektedir ki, kaçanı kovalamak yerine rezil-i rüsva etmek taaaa m.ö.300’lü yıllardan beri bilinen bir gerçektir.