Arap Bir Gezginin 10. Yüzyılda Yaşayan Türklerin Hayatına Dair İlginç Gözlemleri
Öncelikle İbn Fadlan Seyahatnamesi hakkında kısa bir bilgi
10. yüzyılda (921) bağdad'dan, itil bulgar kaganı yıltavar'a, yıltavar'ın halifeden istediği din adamı ve bir miktar paranın ulaştırılması için hareket eden heyette katip olarak çalışan ahmed ibni fadlan'ın (ibni fadlan) er-rıhle adıyla kaleme aldığı seyahat notlarıdır. türk tarihi hakkında çok kıymetli bilgiler verir ve bugün, ortaçağ türk tarihi hakkında daha fazla şey bilmemizin müsebbibidir ibn fadlan seyahatnamesi.
bu seyahatname, iran'ın meşhed kentinden zeki velidi togan tarafından bulunmuş ve almanca neşredilmiş, türkiye'de ise hocam ramazan şeşen tarafından bedir yayınları arasında çıkmıştır. sadece tarihle ilgilenenler değil, kültür ile ilgili (karşılaştırmalı türk-arap kültürü) olanlar için de zevkle okunacak kitap. bugün, ortaçağ türk tarihi hakkında söz söyleyeceklerin başvuru kaynaklarında ilk sıradaki eserdir.
Gelgelelim İbn Fadlan'ın bu seyahatnamede Türkler hakkında yazdıklarına
“… bu dağdan geçtikten sonra oğuzlar diye bilinen bir türk kabilesinin bulunduğu yere ulaştık. onlar, kıl çadırlarda oturan ve konup göçen yörüklerdi. göçebelerde âdet olduğu gibi, sık sık yer değiştirdikleri için yer yer onlara ait çadırlar görülüyordu. çok güç şartlar altında yaşıyorlardı.
bunlar yolunu kaybetmiş eşekler gibidirler. bir dine inanmazlar, işlerinde akıllarına başvururlar. hiçbir şeye ibadet etmezler. aksine büyüklerine rab derler. içlerinden biri reisine bir şey danışırsa, ona ‘ey rabbim, bu hususta ne yapayım?’ der.
aralarındaki işleri meşveretle hallederler. bununla beraber bir şeyde ittifak edip onu yapmaya karar verirlerse, içlerinden en aşağı ve en değersiz olan biri gelip ittifaklarını bozabilir. allah’a inandıkları için değil de, sırf yurtlarından geçen müslümanlara yaranmak için aralarında ‘lâ ilâha illâ allâh’ diyenleri gördüm.
içlerinden biri zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse başını semaya kaldırıp ‘bir tanrı!’ der. bu türkçe ‘bir allah’ demektir. zira türkçe’de ‘bir’ vâhid ve ‘tengrî’ ise allah demektir.
küçük ve büyük abdestten sonra temizlenmezler. cenabetten ve diğer hususlardan dolayı yıkanmazlar. bilhassa kışın su ile hiçbir ilişkileri yoktur. kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar. aynı şekilde, kadın, vücudunun hiçbir yerini insanlardan gizlemez.
kadınları, ne kendi erkeklerinin ne de yabancıların yanında peçe kullanıyor; vücutlarını da örtmüyorlar. bir gün bir oğuz'un evinde oturuyorduk. karısı da yanımızdaydı. biz konuşurken kadın bir ara vücudunun görünmemesi gereken bir tarafını açıp kaşıdı... hepimiz gördük. hemen ellerimizle gözlerimizi kapatıp, 'allahım, sen bize günah yazma.' diye yakardık. kocası güldü, çevirmenimize şunları söyledi: 'sizin, önünüzde açılmamızın nedeni, gördüğünüz halde kendinizi tutmayı öğrenesiniz diyedir. çünkü ulaşamazsınız; böyle olması, gizli olup da elde edilebilir olmasından daha iyidir.'
zina diye bir şey bilmezler. böyle bir suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler. şöyle ki: bu kimseyi iki ağacın birbirine yaklaştırılmış dallarına bağlarlar. sonra, bu dalları bırakırlar. dalların eski durumuna gelmesi neticesi, o kimse iki parçaya bölünür.
bir türk’ün yurdundan, tanımadığı bir kimse geçip ona ‘ben senin misafirinim. develerinden, hayvanlarından ve parandan şu miktara ihtiyacım var’ derse, türk istediklerini ona verir. eğer tacir bu yolculuğu esnasında ölür ve kafile geri dönerse, türk, kafiledekilere, ‘benim misafirim nerede?’ diye sorar. ‘öldü’ derlerse kafilenin yüklerini indirtir. içlerinde en akıllı tanıdığı tacire vararak yüklerini onun gözü önünde çözer. bir zerre fazlasız, ölen tacire verdiği kadar, bu tacirin paralarından alır… aynı şekilde, bu tacirin develerinden ve hayvanlarından, verdiği miktarı da alır.
oğlancılık onlar arasında çok büyük suçtur.”
kaynak: ibn-i fadlan seyahatnamesi, 10. yüzyıl