Asla Rezervasyon Yaptırmayan Adam: Dünyaca Ünlü Cool Şef ve Gezgin Anthony Bourdain

ABD'li gurme ve yazar, New York Brasserie Les Halles'in şefi Anthony Bourdain 61 yaşında yaşamına son vermişti ve yakın arkadaşı şef Eric Ripert tarafından Fransa'da kaldığı otelin odasında ölü bulunduğu açıklanmıştı geçtiğimiz yıl içerisinde. Peki Anthony Bourdain kimdir?


Bourdain 1956, New York doğumlu. Kendisi ailesi ile Fransa'da çıktığı bir tekne gezisinde istiridye yedi ve o günden sonra da "yemek" denen şeyin peşinde koşmaya karar verdi.

Kararının arkasında durduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz galiba.

Gençliğinde yavaş yavaş restoranlarda çalışmaya başladı. Tahmin edilenin aksine buralardaki ilk işi bulaşıkçılıktı. Sonradan kendini göstererek basamakları çıkmaya başladı.

Bu arada, çocukken hayalindeki iş çizgi roman çizerliğiymiş. Ki başarıyı yakaladıktan sonra DC Comics alt markası Vertigo'dan çıkan, yazarlığını yaptığı Get Jiro ve Get Jiro: Blood and Sushi isimli iki çizgi romanı da mevcut.

New York'ta bulunan The Culinary Institute of America mezunu Bourdain, zamanla kaliteli restoranların şefliğini yaptı.

Sonraları sahibi olduğu Fransız restoranı Brasserie Les Halles'i New York'ta işletmeye başladı.

Sesini uluslararası olarak duyurduğu ilk yazarlık denemesi 1999'da yazdığı ve 2000'de yayınlanan Kitchen Confidential (Mutfak Sırları) kitabıyla oldu.

Kitap, sıradan bir yemek kitabı olmaktan çok yemek sektörünün arka planında dönen bilinmezleri konu ediyordu ve New York çok satanlar listesine girdi. Kitapta ünlü şef, zamanında uyuşturucu parası için plak koleksiyonunu sattığını bile açıklamıştı.

İlk TV programı, gelen teklifler üzerine yaptığı A Cook's Tour idi. Sonra daha çok ilgi gösterilen No Reservations isimli belgeseline başladı.

Gezi ve yemeği bir araya getiren bu program sayesinde "rezervasyon yaptırmayan adam" şeklinde bir mahlası oldu.

2006'da No Reservations'ın Lübnan çekimleri sırasında İsrail-Lübnan olayları patlak verdi ve ekibiyle beraber otelde mahsur kaldılar.

Filmleri aratmayan bir şekilde buradan kaçmayı başaran ekibinin hikayesi daha sonra Emmy ödülü kazanacaktı. (İsrail-Lübnan olayı da nedir derseniz, Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, 12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışma diyebiliriz.)

Sonraları, 2011'de 10 bölümlük "Layover" ve 2012'de CNN'de "Anthony Bourdain: Parts Unknown" isimli programları çekti.

Her programında sadece yemek, civarın kültürü gibi klasik konuları işlemedi, kendisini de olanca doğallıyla tanıyabildiğimiz argosunu, vejeteryan eleştirisini ve hatta sarhoş olup dövme yaptırmasını da kameralardan eksik etmedi. Kendine has, serbest bir tarzı vardı ve dibine kadar da cool'du.

Tahmin edebileceğiniz üzere yemek konusunda keskin görüşleri vardı. Mesela içeceği bir şarabın 10 saniyeden fazla tarif edilmesini pek sevmezmiş.

Uçak yemeklerini sevmediği hatta uçak için ev yemeğini kendi getirdiği ve vejetaryanlığın üreten ülkelere bir çeşit hakaret olduğunu söylemesi de bunlar arasında sayılabilir.

Kendisinin buralara uğramışlığı da vardı elbette.

No Reservations programı sırasında, 2010'da İstanbul'a da gelen Bourdain, ıslak hamburger, kebap, beyin ve balkan lezzetlerini farklı farklı restoranlarda deneyimlemişti.

Yediği en acayip şeylerin başında kobra kalbi geliyordu.

Boğa penisi, larva kızartması, fermente edilmiş köpekbalığı hakkarl, cenin halindeki ördek yumurtası (Vietnam'da popüler bir yemek) balut bunların ardından sayabileceğimiz şeyler.

Kendisinin son Instagram paylaşımı dört gün önce, şu şekildeydi

Maalesef böyle zengin bir hayat erken yaşta, aniden son buldu. Sofraların rock starı Bourdain, dünyamızda kesinlikle özlenecek figürlerden biri. Hoşçakal rezervasyon yaptırmayan adam...



Sözlük yazarlarının kendisinin ardından söyledikleri de şöyle

cidden çok severdim kendisini. her programında bir şehir gezer, şehrin kültürünü, yeme içme mekanlarını tanıtırdı. lüks mekanlardan ziyade bohem, tekinsiz mekanlara giderdi. gittiği şehrin tarihini, fahişeleri, uyuşturucu satıcılarını anlatırdı. şehirdeki turistik zone lara gitmez, onun yerine çin mahallesini, zenci mahallesini tercih ederdi. domuz etini ve alkollü içkileri severdi. şef bıçaklarına ilgi duyardı. programında hem içer hem de “yarın başım ağrıcak amk” gibi cümleler kurardı. karate yapardı. onu tanıyan herkes öldüğüne üzülmüştür. gezi bloggerlarının charles bukowski'siydi. böyle insanlar ölünce insan ölmekten korkmuyor. düşünsene ölüyorsun öbür tarafta anthony bourdain elinde viski seni karşılıyor. ruhunu onurlandırmak istiyorsanız bu akşam bir shot için, bir fahişe tanıyorsanız gidip onunla hayatın anlamsızlığını falan konuşun. bir de "intihar etmiş ben şok" gibi cümleler kurmayın.

egosuz sarkastikliği, farklı kültürlere batılıların üstten bakan salya sümük egzotizm fetişiyle değil de temeli merak olan bir keşfetme dürtüsüyle yaklaşması ve her türlü yeni tada korkusuzca açık olmasıyla özel bir adamdı. no reservations adlı programı bence gezi-damak kültürü konseptli programlar arasında en doyurucu ve özel bir perspektif sunmayı başarmış olandı. her program "guide" adını verdiği rehberlerin bilgisinden yararlanır, gittiği şehrin yerlileriyle yaptığı fikir alışverişlerinde yalakalıkla işi olmaz, bazen hafif provokatif bir tavır da kullanarak işin özüne inmeye çalışırdı. samimi ve hayattan keyif aldığı izlenimini uyandıran bir insandı kendisi, dünyadan intiharla göçmesi beni ayrıca üzmedi desem yalan söylemiş olurum. geriye güzel bir prodüksiyon ve sayısız anı bıraktı, gittiği yerde buradakinden daha mutlu olması dileğiyle...

her gördüğümde bana biraz depresif gelirdi sanki hiçbir gittiği yerde, hiçbir yediğinden tam mutlu değilmiş gibi. intihar etmesine önce çok şaşırdım ama sonra ablamın “sen hep programını izlediğinde çok depresif bulduğunu söylerdin” demesiyle bu düşüncelerimi hatırladım.
ilginç bir şekilde bazı insanlar gerçekten mutlu mu değil mi bir bakışta anlayabiliyorum gerçi bu iyi bir özellik mi değil mi çözebilmiş değilim. antony bourdain’e gelince hayata dair çözemediği ne vardı bilmiyorum. dışarıdan bakıldığında oldukça özenilecek bir hayat yaşayan, 61 yaşına göre genç gözüken oldukça da hoş biriydi, intiharla sonlandırması üzücü.

hayatını istediği gibi yaşamış, ölümü de istediği zaman istediği şekilde kucaklamayı seçmiş bir anarşist. insan neden intihar eder? dışarıdan bakanlar olarak bunu tam anlamıyla kavramamız zor. o kişinin neler yaşadığını, neleri biriktirdiğini, nelerden korktuğunu ve neleri göze aldığını bilemeyiz. kaldı ki bana göre güzel bir yaşta bu dünyadan ayrıldı bourdain. ben de maksimum 70'ime kadar yaşamayı isteyen bir insanım. bir gün kendi işlerimi göremez hale gelir ve başkalarına muhtaç duruma düşersem eğer kesinlikle ötanazi isteyeceğim. bugün ötanazi pek çok ülkede serbest olsaydı, intihar eden insanların bir kısmı emin olun bu yolu seçerdi. robin williams parkinson hastasıydı mesela ve intiharı uyuşturucu bağımlılığına yorulmuştu hemen. oysa ki yarım insan olarak yaşamaktansa ölmeyi tercih etmişti. bu tarz hastalıklarla başa çıkmak hiç kolay değil çünki hem maddi hem manevi anlamda. bu dünyaya gelmeyi biz seçmiyoruz bırakın da gitmeyi seçme özgürlüğümüz olsun. çocuğu daha fazla acı çekmesin diye evlat katili olmayı göze alan insanlar var bu ülkede. umarım gittiğin yerde mutlusundur sevgili anthony bourdain, geride dolu dolu yaşanmış bir ömür bıraktın.

soru: "sizin hayat hikayenizi kimin yazmasını isterdiniz?"

bourdain: "ben yazdım bile. aslında ölüp gittikten sonra arkamdan neler diyecekleri umurumda değil."

Bu içerik de ilginizi çekebilir