Atlantis Efsanesinin Farklı Kültür ve Dillerdeki "Acaba?" Dedirten Kaynakları
kuzey afrika berberileri arasında, okyanusun dibine gömülmüş ancak kehanete göre yeniden yükselecek olan bir attala ülkesi efsanesi bulunmaktadır. yine başka bir kadim uygarlık ve pek çok modern toplumun atası hüviyetindeki keltler de geleneksel anlatılarında ifade ettikleri gibi atalarının, avalon olarak adlandırılan batıdaki bir ülkeden geldiklerine inanmaktadırlar. aynı şekilde antropolojik olarak keltlerin soyundan geldiği bilinen baskların da atlantika şeklinde ifade ettikleri bir ülkeden geldiklerini söyledikleri bilinmektedir. keza 1882 yılında ignatius donnelly tarafından yayınlanan tufan öncesi dünya adlı eserde bask halkının hem fiziki özellikler hem de dil açısından diğer avrupa ulusları ile çok fazla benzerliğinin bulunmadığına dikkat çekilmektedir. yazara göre basklar, büyük tufan sonrası atlantis'ten iber yarımadası'na göç etmişlerdir. bunun yanı sıra bask dili, avrupa'da konuşulan diller ile karşılaştırıldığında müstakil bir lisan olarak öne çıkar ve ilginç bir şekilde orta amerika 'da yaşayan paten kabilesinin dili ile büyük benzerlikler göstermektedir.
biraz daha doğuda, muhtelif ibrani ve arap efsanelerinde ad isimli bir ülkenin bahsi geçmektedir. semavi amentülerin ilk insan olarak kabul ettikleri adem'in isminin, ad-ami yani ad halkından türetildiği savı düşündürücüdür. kuran'daki anlatıya göre ad kavmi, günahları sebebiyle tanrının gazabına uğramıştır. yine bir hint destanı olan mahabharata'da okyanusun ortasında bulunan attala adlı bir kıtaya atıfta bulunulmaktadır. amerika kıtasına baktığımızda ise aztekler'in, doğudaki büyük okyanusta bulunan aztlan adlı büyük bir adadan geldiklerini ifade ettiklerini görürüz. iskandinav efsanelerinde ise atland adlı bir ülkede yaşayan, sarışın ve mavi gözlü bir ırkın kendi ataları olduğundan bahsedilmektedir.
atlantik okyanusu üzerinde olduğu iddia edilen ve varlığı, mısırlı rahipler tarafından yunan filozof platon aracılığı ile insanlığa duyurulan atlantis, kuşkusuz uygarlığın ilk beşiği değildir. peki mezkur rahipler neden eflatun ile bu bilgiyi paylaşma ihtiyacı duymuştur ? çünkü platon'un, sokrates'in ölümün ardından çıktığı seyahatlerdeki duraklarından biri de mısır'dır ve kendisi burada rahiplerin mensubu olduğu kült tarafından inisiye edilerek kardeşliğe müdahil olmuştur.
platon, kritias adlı eserinde atlantis'i solon ve kritias'ın ağzından anlatır. mezkur filozoflar arasındaki diyaloğa göre firavun amosis döneminde (mö 570-525) sais şehrini ziyaret eden solon, burada bir üstat rahip tarafından atlantis hakkında bilgilendirilmiştir. mısırlı rahip suchis, kadim zamanlarda cebelitarık boğazı'nın ötesinde çok büyük bir kıta olduğunu, mısır'dan hareket eden bir kimsenin denize ulaştığında adadan adaya geçerek okyanusu aştığını ve karşı kıyıdaki bir diğer kıtaya ulaşabildiğini solon'a aktarmıştır. rahibin ifadesine göre bu kıta, 9.000 yıl önce (günümüzden 12.000 yıl öncesine tekabül etmektedir.) büyük bir tufan ve deprem neticesinde sulara gömülmüş ve kolonisi olan mısır ile ilişkisi kesildiği için mısır uygarlığı gerilemiştir.
mısır'da takribi 10 yıl kaldığı düşünülen solon'un, yönetici rahiplerle yakın temasına rağmen inisiye edilip edilmediğine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. lakin kendisine sırların açıklanmış olmasından ve pek çok yunan filozofun osiris mabedinde inisiye edilmiş olmasından mütevellit solon'un da rahiplerin kardeşliğine müdahil olmuş olması kuvvet ile muhtemeldir. öte yandan bir diğer inisiye isim olduğu varsayılan yunan tarihçi heredotos da mısır'ı ziyaret etmiş ve burada osiris rahipleri ile yakın ilişkiler kurmuştur.
yine platon'un aktardığına göre mezkur rahip suchis, atlantis'e dair anlatısını solon üzerinden devam ettirir:
"tufan öncesi okyanusta gemi yolculukları yapılıyordu. sizin herkül sütunları dediğiniz boğazın önünde bir ada vardı.bu ada, küçük asya ve libya'nın toplamından daha büyüktü. bu adadan geçerek, esas okyanusu çevreleyen karşıdaki kıtaya ulaşılabilirdi. çünkü adayı çevreleyen deniz, dar bir geçittir fakat diğeri, gerçek denizdir. onu çevreleyen topraklar da kıta olarak anılmayı hak eder.
eski geleneklerden, zamanın aşındırdığı bilimlerden size bir şey aktarılmış değil. tufan, 9.000 yıl önce oldu. şimdi bir efsane gibi görünüyor ama gerçekte dünyanın çevresinde ve gökyüzünde dönen cisimler sapmaya uğradı. şiddetli depremler ve su baskınları oldu. atlantis adası denize gömüldü. tanrıları dünyayı tufan afetine uğrattıklarında dağlarda çobanlık yapanlar hayatlarını kurtarırken, şehirlerde yaşayanları sular sürükledi. o kesimlerde denizin halen geçilmez olmasının sebebi, adanın suya batışı sonrası deniz yollarının balçık ile kaplanmasıdır. ama bu ülkede ne o zaman ne de başka bir zaman su, tarlaların üzerine çıkmaz. dolayısıyla burada her şey en eskilerdir. geçmişte önemli ne olay olmuşsa yazılıp, tapınaklarımızda muhafaza edildiler. kutsal kayıtlarımıza göre bizim kentimiz (sais) 8.000 yıl önce kuruldu.
atlantis'te poseidon'a adanmış kutsal bir tapınak vardı. dış cephesi gümüşten, kuleleri altından ve çatısı da fil dişindendi. poseidon'un atlantislilere verdiği yasalar, ilk insanlar tarafından orichalcum bir sütun üzerine yazılıp tapınağın içine yerleştirilmişti."
platon'un devam eden anlatısında suchis, büyük felaket öncesi atlantis adasından gelen orduların akdeniz'e kıyısı olan ülkeleri istila ettiğini ancak sonunda atinalılar tarafından püskürtüldüklerini ifade eder. atinalılar, atlantislileri kendi adalarına kadar kovalamış ve bu esnada büyük tufanın meydana gelmesi sonucu, iki tarafın orduları da yok olmuştur. eflatun; solon ile suchis arasında geçen mezkur diyalogların, mısırlı öğretmeni rahip seknuphis tarafından kendisine aktarıldığını anlatır.
ingiliz araştırmacı ve yazar james churchward, kayıp kıta mu adlı eserinde bahsini geçirdiği naacal tabletleri'nde atlantis'e önemli bir yer verildiğini ve önceleri mu'nun kolonisi olarak uygarlaşan atlantlıların, zaman içerisinde bağımsızlıklarını kazanarak kendi imparatorluklarını kurduklarını ifade eder. yazarın anlatısına göre tabletler, atlantis'te mu kozmik dinini öğreten okulların bulunduğunu ancak bağımsızlık sonrası ana dinden uzaklaşıldığını ve atlantisli rahiplerin kendi güçlerini arttırmak için ana dini yozlaştırmayı çıkarlarına uygun bulduğunu aktarmaktadır. atlantis'te dini yozlaşma, osiris'in ortaya çıkışına kadar sürer.
mezkur tabletlere göre günümüzden 22.000 yıl önce atlantis'te doğan osiris, genç yaşında doğduğu yeri terk ederek mu'ya gider ve burada bilgelik okulu'nda eğitim görür. mu kıtası'nda naacaller arasında "üstat rahip ve kutsal kardeş" unvanını alana kadar kalan osiris, bilahare dini bir reform başlatmak gayesiyle doğduğu topraklara geri döner. ülkesinde yozlaşmış atlantis dinine ve rahipler sınıfa karşı bayrak açan osiris, güçlü karakteri ile kısa zaman içerisinde halk üzerindeki tesirini arttırır ve yozlaşmış ruhbanları, itibarını yitirmiş olan mabetlerden temizler. ölümüne kadarki süreçte ülkesinin ruhani lideri sıfatına haiz olan osiris, kendisine teklif edilen imparatorluk titrini ise reddeder. vefatının ardından ise takipçileri, onun anısını yaşatmak adına itibarını yeniden kazandırdığı ata inancına "osiris dini" adını verirler.
osiris adı, mısır panteonunda da önemli bir yer işgal etmektedir. onun isminin mısır'a, hermes (bkz: toth) tarafından getirildiği ve zaman içerisinde saf dinin yozlaşması ile osiris'in, tanrılardan biri haline geldiği sanılmaktadır. mısır panteonunda adı daima osiris ile beraber anılan isis, aynı zamanda tanrı kavramının dişil ifadesidir ve mezkur ikilinin oğlu olan horus da kutsal kelamın tezahürüdür. (bkz: teslis)
amerikalı yazar sherley andrews'a göre atlantis'te, ruhun ölümsüzlüğü ile yeniden doğuşuna ve insanın, muhtelif hayatlarda yaşadığı deneyimler sonucunda olgunlaşıp tekamül ederek yüce tanrı ile özdeşleştiğine inanılmaktadır. (bkz: ene'l-hakk)
yine bu inanç doğrultusunda daire kavramı, her şeyin kaynağı olan tanrıyı sembolize etmektedir ve binaenaleyh atlantisliler, tapınaklarını ve şehirlerini dairesel biçimde inşa etmişlerdir. yeni yıl törenlerini de miladi takvime göre 21 haziranda ve poseidon tapınağı'nda gerçekleştiren mevzubahis uygarlık, aynı zamanda güneşi de yaşamın kaynağı ve yüce tanrı'nın bir diğer sembolü olarak kabul etmiştir.
ortodoks bilim çevreleri, gerek mu gerekse atlantis uygarlığından günümüze somut bir veri kalmamış olmasından mütevellit söz konusu medeniyetlerin hiçbir zaman var olmadıklarını kabul etmektedir. ancak antikiteden günümüze ulaşmış eserlerin aktardığına göre yok oluşunun üzerinden 10.000 yıldan fazla bir zaman zarfı geçmiş bir uygarlığın, iddia edildiği gibi üzerinden büyük bir savaş ve dünyanın çehresini değiştiren bir tufan felaketi de geçtiği göz önüne alındığında meydana gelen tahribatın sonucu olarak ahir zamana herhangi bir buluntu kalmamış olması olağan ve ihtimaller dahilindedir.
konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere churchward james'ten the children of mu, andrews shirley'den atlantis ve spence lewis'ten occult sciences in atlantis adlı eserleri tavsiye ediyorum.