Bilgi Dezenformasyonu Çağında İster İstemez Yakalandığımız Bir Hastalık: Zihinsel Obezite
zihinsel obezite ismi altında aslında zihnimizi gerçek olduğuna inandığımız abur cubur bilgiyle nasıl şişirdiğimizi göstermeye çalışacağım
özellikle internet hayatımıza girdiğinden bu yana, bilginin hızlı yayılması sebebiyle doğru bilgiye daha hızlı ulaşılabileceği umulurdu. ancak ne yazık ki öyle olmadı. aynı sağlıklı besinlerin daha güç ulaşılır ve abur cuburun her yere yayılmış ve kolay erişilebilir olması gibi bilginin de doğru dolayısı ile sağlıklı olanından ziyade abur cubur niteliğinde olanın tüm ortamları işgal etmeye başladığını söylemek kanımca abartılı olmaz.
böyle olunca bir yığın iddia paketler halinde oradan buradan gündelik hayatımızın içine sızıp zihnimizde birikmeye başlıyor. bunların içinde sadece nitel gözlemlerden ibaret olanlar bulunduğu gibi bilimsel olmak iddasında bulunan pek çok önerme de mevcut.
bir üçüncü kategoride bilgi ise hiçbir kişisel tecrübe, deney ya da gözleme dayanmaksızın doğruca inanç alanından, sorgulamaksızın kabul edilmesi beklenerek yaşam alanımıza sokuluyor. ancak sorgulamaya açık olmayan herhangi bir bilgiyi bu yazının konusunun dışında bırakıyorum. çünkü prensip olarak sorgulamadan inanmayı tamamen reddeden bir hayat anlayışım var. böylesi bir anlayışın sorgulanamayan bir kaynağı doğrudan reddetmesi tutarlılık açısından zorunlu. bu yüzden biz yine ana konumuza, yani aslında tüketmemiz için tercihimize sunulan bilgiyi tartışmaya devam edelim...
bugün en basit ve en az katılımcısı bulunan sosyal medya platformunda bile burada ele almak istediğim türden bilgi kırıntıları havada uçuşuyor
bunlar arasında:
- dünyamızı ziyaret eden gelişmiş uygarlıklara mensup canlıların bulunduğuna dair olanları,
- gece yatmadan önce 99 kere belli duayı tekrarlayarak kilo verilebileceğini iddia edenleri,
- birçok ünlüye ait olduğu altına yazılı aforizmalar içerenleri,
- tarihi ya ya da güncel, etnik, politik, ekonomik önermelerde bulunanları,
- belli gıda takviyelerinin belli yaşamsal fonksiyonlarımıza katkıda bulunacağını önerenleri,
- gök cisimlerinin hareketi gibi bazı göstergelerin gelecegimizi görmemizi saglayacağını iddia edenleri,
- ve giderek evrene yolladığımız enerjinin maddi manevi zenginlik olarak portfoyümüze yansıyacağını öne sürenleri mevcut.
doğrusu bu kadar bilginin hepsinin doğru olması benim de çok istediğim bir şey olurdu. ama bunum imkansız oldugunu kabul etmemiz gerek. dolayısıyla sokağa çıkıp her köşe başındaki fast food büfesinden bir şeyler atıştırmayı alışkanlık haline getirmek gibi, tüm bu bilgileri kabul etmemiz zihnimizi gereksiz yere üstelik faydadan çok zarar getirecek bir yığınla doldurup şişirmemiz anlamına gelmez mi?
yeni araştırmalar obezite arkasında yatan temel sebeplerin başında, strese bağlı beslenme bozukluklarının bulunabileceğine işaret ediyor. başka deyişle. vücudumuzun ihtiyacı olduğu için degil, rahatlama hissi için yiyoruz. sakın zihnimizi yukarıdaki gibi abur cubur bilgi ile doldurmamızın arkasında yatan asıl dürtü de bu olmasın?
bu sadece benim şahsi gözlemim ama ne yazık ki durum korkarım gerçekten böyle. yani çevremdeki pek çok insan aslında "gerçekte ne olduğunu öğrenmek" dürtüsü (ki buna basitçe “merak” diyoruz) yerine sadece anlık rahatlama arayış ile karşısına çıkan bilgiyi tüketmeye yöneliyor.
böylece o bilginin
- hangisini gerçek yaşam pratiğinde bir değer taşıdığını kimlik arayışına doğru yanıtlar verebileceğini,
- günlük yaşamını düzenlemek için yol gösterici olabileceğini ölçüp biçmeksizin sadece anlık rahatlamalar sağlayacak kestirme çözümler aranıyor. tıpkı stresle daha fazla abur cubur yemenin aşırı kiloya ve haliyle daha çok strese yol açması kısır döngüsü gibi, daha fazla abur cubur bilgi de bir zihinsel kirlenme dolayısıyla daha çok stres kısır döngüsüne ve giderek bir “zihinsel obeziteye” sebep oluyor.
peki ne yapmalı
soru aşırı kilolanma olunca cevabı belli:
- öncelikle stresten uzak sağlıklı bir yaşama ulaşma gayreti
- ikincisi ise sağlıklı beslenme ve egzersiz.
peki aynı yöntem zihinsel obeziteden kurtulmak için de geçerli olabilir mi?
öncelikle yaşama dair kaygılarımızın, gerçek olmayan ama anlık rahatlamalar sağlayan başı bozuk bilgiye yani neredeyse çöplükten beslenmeye itebileceğini de düşünmekle başlayalım. (tıpkı beslenme bozukluğuna yol açtıkları gibi.) dolayısıyla anlık rahatlamalar sağlayan bu tutarsız bilgilere sığınmak yerine, işe kaygılarımızın temel sebeplerinin neler olduğunu tespit ederek başlayalım. böylece onları kökten çözmenin tutarlı yollarını aramanın daha kalıcı çözümler sunabileceği olasılığını değerlendirelim.
bu en önemli prensibi gözden geçirdikten sonra sağlıklı beslenmeye paralel sağlıklı düşüncenin nasıl geliştirilebileceğini, tıpkı vücudumuza sadece gerek ve yeter miktarda besin sokmak (yani doğru beslenmek) gibi, zihnimizi de sadece gerek ve yeter yani doğru bilgiyle nasıl donatabileceğimizin yani “doğru düşünme”nin yöntemlerini araştıralım.
bunun için yola çıktığımızda aslında gerekli prensiplerin çoktan bulunmuş olduğunu ve “bilimsel düşünme yöntemleri“ adı altında insanlığın yararına çoktan sunulmuş olduğuna göreceğiz. bize sunulan herhangi bir bilginin doğruluğunu başka deyişle gerçekliğini denetleyebilmemiz için gerekli sistematiği atalarımızın binlerce yıl önce kurmuş olduklarını söyleyebiliriz.
burada “gerçek nedir?” sorusunun tek bir yanıtı bulunduğunu söylememiz gerekiyor. bu yanıt şudur: “gerçekler, deneylerle kanıtlanmış bilimsel doğrulardır.”
buradan hareketle şunları kabul etmek zorunludur
nitel gözlemlere dayalı bilgi gerçek olarak sunulamaz.
nitel gözlem bir insanın duyularını kullanarak yaptığı gözlemlerdir.
gözlemi yapanın subjektif tanıklığı ile var olurlar.
bu sübjektif tanıklığın sonradan gerçek kabul edilebilmesi için:
- nicel gözlemlerle desteklenmesi yani herkes tarafından gerekli ölçü aletleri kullanarak doğrulanması,
- sonuçların matematiksel olarak ifade edilebilmesi,
- sonuçların bir araya toplanması,
- bu ölçümlerin değişken koşullarda aynı sonuçları vereceğinin kanıtlanması yani "deney",
- son olarak da bu sonuçların başkalarının denetimine açık tutulabilmesi gereklidir.
bu niteliklerden yoksun herhangi bir önermenin gercek olarak kabul edilip yasam pratiğine dahil edilmesi halindeyse tamamen subjektif çıkarımlara dayalı bir karar verme mekanizması ortaya çıkar. bununsa yaşamsal sorunlar yaratma riski gerçekliği nesnel olarak kanıtlanmış doğruların yol gösterici olarak seçilmesine oranla çok daha fazla olacaktır.