Bilinmeyen Yönleriyle Baştan Sona Metallica'nın Hikayesi
metallica tanrılardan oluşmuyordu. bunun kendileri de farkındaydı. eğer söz konusu bir tanrı olsaydı o da iron maiden olurdu, şöyle ki; lars metallica'yı kurmaya çalışırken gazeteye verdiği ilanda; iron maiden çalabilen, emre altuğ gibi gitar tutabilen, askerliğini yapmış ve eli ekmek tutan adamlara ihtiyacım var gibisinden bir şeyler karalamıştı ve o zamanlar james leather charm diye bir grupta kız düşürmeli müzikler filan çalıyordu...
içerim ben bu akşam'ından tut, sensiz istanbul'a düşmanım'a kadar varan rezillikler içerisinde sürükleniyorlardı. james bir gün tek elinde salçalı ekmek, diğer elinde fotomaç gazetesinden ayıkladığı iddaa ekinden 2'ye 13 veren bir iddaa kuponu yapmaya çalışıyorken kenara fırlattığı müzik ekinde bir ilan olduğunu görüyor ve şeytanlı metal müzik grubu kurmak için eli ekmek tutan birine ihtiyaç olduğunu okuyordu. james hemen lars'a "gruba adam arıyormuşsun benim gitarım var" diye kısa mesaj yolluyor ve lars'ın da bırakın gelsin gel hele gel gel demesi üzerine metallica'nın temelleri atılmaya başlanıyordu.
metallica kurulurken henüz ismi ve logosu belli değildi ve james de henüz o zamanlar ergenliğini tamamlayamamış olduğu için aklı grubun yapacağı müzikte değil, grubun isminde ve posterlerde vereceği pozlarda idi. james'ten sürekli grup ismiyle ilgili tuhaf fikirler çıkıyordu ve grubun isminin grup şurup olması için lars'a yükleniyordu. her ne kadar lars; oğlum grubun isminde grup kelimesi olmayacak dese de james; grup şeytan olsun o zaman falan diyip lars'ı irrite ediyordu. grup şurup ile grup şeytan arasında karar vermek zorunda kalan ikili zorlu bir süreçten sonra grubun adının metallica olması konusunda anlaşmışlardı.
james'in aklının grup şeytan'da kaldığını fark eden lars, metallica'nın logosunu çizme görevini james'e vermişti ve metallica yavaş yavaş şekillenmeye başlıyordu.
gruba birkaç tane daha eleman gerektiğinin farkında olan lars gazetelere ilan vermeye devam ediyor ve bu sırada james; bass gitar olmasa da olur abi zaten duyulmuyor ki, bi' boka yaramıyorlar diye iç geçiriyordu. gazeteye ilan verdikten sonra beklemeye geçen lars ve james pes 2013'te kapışıyor, james; ben barcelona'dan başka takım almam ekolünün en rezil örneklerini sergiliyor, lars ise random tuşuna basılı tutarak önüne gelen herhangi bir takımı -pes united olsa bile- alıyordu. derken bir telefon geliyordu ve arayan zengin piçi dave'in ta kendisiydi.
robert kolejli olduğu her halinden belli olan dave, müziğin ciddi bir mesele olduğunu ve bir görüşme gerçekleştirdikten sonra gruba dahil olabileceğini söylüyordu. dave, tam bir anadolu çomarı olan james'ten pek elektrik alamasa da lars'ı bir basamak olarak kullanabileceğini düşünüp gruba dahil oluyordu.
tarihler 12 ocak 1982'yi gösteriyordu ve günlerden salıydı. dave, real madrid'i alarak iki saat taktik ayarı yaparak maça başlayan garip bir tipti. james'in yaptığı tek şey ise pedro'yu oyundan çıkarıp yerine alexis sanchez'i koymaktan ibaretti. böyle bir ortamda ise lars metallica için emek veriyor, metallica için uğraşıyordu. bu rezalet ortamı kendine getirmek için elindeki oklavayla çalışma masasına vuran lars; james ve dave'in kendilerine gelmelerini sağladı ve ilk kez müzik yapmak için ayağa kalkan grup james'in anafen dersanesinden bir arkadaşı olan lloyd'u da stüdyoya getirtip hit the lights'ı çıkardı.
tuhaftır ki; ironik bir şekilde bass gitarda james vardı ve yüzüne yansıyan anadolu çomarı ifadesinden çok uzakta bir başarı göstermişti. james'te olağanüstü bir şeyler vardı... dave, james'in bu olağanüstü başarısından sonra onu bağrına basan lars'a; şımartma şu anadolu çomarını diyerek grup içerisinde analı bacılı küfürleşmeler yaşanmasına sebep oldu ve dave ile ipler kopma noktasına geldi. tarihler 12 aralık 1982 pazar'ını gösteriyordu.
dave'in gruptan ayrılmayı kafasına koymasının gecesinde james'in 2'ye 13 veren kuponu tek maça kalmıştı ve eğer atalanta-brescia maçı alt biterse james, lars'a ve az önce çemkirdiği dave'e tavuk döner ısmarlayacaktı. dakikalar 90+2'yi gösterirken atalanta 2-0 öndeydi ve maçkolik'teki yorumlardan maçı takip eden james, dep goll dep golll diyenlere her seferinde inanıyor ve iddaa kuponunu iki eliyle tutmuş yırtmak için bekliyordu lakin admin'in maç sonucu: 2-0 yazdığını gördü ve sevinçten havalara uçarak lars ve az önce çemkirdiği dave'le birlikte tavuk döner yemek için dışarı çıkmışlardı. hayal kahvesi'ne trauma adlı grubun geldiğini gören içleri şeytan müziğiyle dolu olan bu üç genç, tavuk döneri ellerinin tersiyle iterek trauma izlemeye girmişlerdi. trauma çalmaya devam ediyor, o sırada yan tarafta saçlarından yüzü görünmeyen bir bass gitarist gitarı ağlatıyordu; lars ve james bu çocuğa hayran kalmışlardı ve yanlarına giderek hemen tanışmak istemişlerdi. bu çocuğun adı cliff'ti...
cliff burton mükemmeliyetçi bir adam olmasına rağmen demokrasiye saygılıydı ve james'in anadolu çomarı surat ifadesi ona itici gelmemişti ve lars'ın müzik yapma hevesinden de etkilenip gruba katılmayı kabul etmişti ancak tek bir şartı vardı, grubun merkezi san francisco olacaktı çünkü cliff midtown madness 2 oynamayı çok seviyordu.
metallica artık cliff gibi ölümsüz bir cengaverle yoluna devam ediyor ve müzik olarak da günden güne iyi gidiyordu, 83 mart'ında bir demo yayınladılar ve bu demonun adı megaforce'tu. bu demonun yayınlanmasından sonra dave mustaine san francisco soğuğu sebebiyle gruptan ayrılmak istedi, her ne kadar cliff; içlik giysen hiçbir şeycik olmaz oğlum dese de dave'de acayip bi' züppelik vardı, babası kombiyi bir tık yükseltince yüreği sızlamayan bir adamdı ve bu kendisine de yansımıştı. dave kış insanı değil, yaz insanıydı. alevli şort adamıydı parmak arası terlik adamıydı dave. geçen gün aldığı şampuanı bile bavuluna doldurarak giden dave'in yerini biriyle doldurmak gerekiyordu ve bu kişi boş bir adam olmamalıydı, kış soğuğundan etkilenmemeliydi, san franciscolu olmalıydı, saçları kıvırcık olmalıydı, exodus'tan ayrılmış olmalıydı...
evet bu adam doğma büyüme san franciscolu kirk hammett'tı!
tarihler henüz 1984'ü göstermemişti ve milli piyango biletleri satılmaya çoktan başlanmıştı lakin nimet abla da henüz ünlenmemişti. james, lars, cliff ve kirk'ün okeye dördüncü aramak gibi bir dertleri yoktu ve bu metallica'nın önündeki en büyük engeli ortadan kaldırıyordu. james'in yüzündeki anadolu çomarı ifadesi gittikçe değişmeye başlıyor, oyları çalınmış bir belediye başkanı adayı gibi suratındaki ifade sinirli ve öfkeli birine dönüşmeye başlıyordu. bu yüz ifadesi lars'a da yansımıştı, cliff ise tebessüm ederek devrim planları kuruyor, kirk ciddiyetinden ödün vermiyordu. okey, pişpirik ve batak derken zamanı öldüren bu mahşerin dört silahşörünün bir şeyler yapmaya başladığı vakitler gelmişti.
dört adam bir şeylere öfkeliydi ve acılarını müzikten çıkarmak adına savaşmaya başlamışlardı bile. tüm bu devrim planlarına rağmen james'in hayali kendi cep telefonuna zil sesi müziği yapabilecek gaz bir şarkı üretebilmekti. james'i kırmayan; kirk, lars ve cliff, seek & destroy'u yaratarak james'in n73'üne zil sesini koymuşlardı bile. cliff derinlerden yüzen bir devrimciydi ve telefon zil sesi kapalıydı ama titreşimi açıktı. grup hiç durmadan yoluna devam ederek metal militia ve no remorse gibi tam james'in telefon zil sesine göre şarkılar yapıyor, bu sırada dave ile yaptıkları müziklerden de arak yaparak albümlerini bir an önce tamamlayabilmek için ilham odasına geçerek ağızlarından elektro gitar sesleri çıkarıyorlardı. çıkardıkları ilk demo olan hit the lights'ı da albüme ekleyen dörtlü the four horsemen, motorbreath, jump in the fire ve whiplash gibi gaz şarkılar yapıyor, phantom lord gibi taşaklı şarkılar çıkarıyor, bazense fazla ilham gelemediği için birkaç gaz parça arasına anesthesia gibi nefis sololarla albümlerini böylece tamamlamış oluyorlardı. albüm tamamdı lakin albüme bir isim lazımdı ve james albümün ismi "metal up your ass" olsun diyerek içindeki ergeni dışarı çıkardı ancak cliff başta olmak üzere lars ve kirk; oha lan n'apıyorsun diyerekten karşı çıkıp biraz daha üsluplu bir şey olsun diyerek uzun uğraşlar sonucu kill 'em all'a karar verdiler ve ya allah bismillah diyerek albümün ismini bularak albümü satışa çıkardılar. albüme gelen tepkiler gerçekten çok iyiydi ve metallica metal müzik dünyasına büyük selamı çakamasa da ufaktan bir merhaba demişti.
gençler ilk albümden gelen parayı çarçur etmiyor, ekipmanlarını geliştirerek büyük oynamak istiyorlardı. tarihler 1984'ü gösteriyordu ve james artık olgun bir insan olmaya başlamış, bu olgunluğunu şüphesiz müziğine de yansıtacaktı. o yıllar kirk, danimarka'daki bibisinin yanına gittiği için grup birlikte çalışmaktan uzak kalmıştı fakat kirk'ün lars'la olan bir telefon konuşmasında kirk'ün lars'a; danimarka'da kızların teklif ettiği haberi başta james olmak üzere lars ve cliff'i fena etmişti. bunun üzerine pılını pırtını toplayan üç adam kirk'ün yanına, danimarka'ya uçuyorlardı ve ikinci albüm de adeta geliyorum diyordu. ancak kirk; james, cliff ve lars'a hayatlarının oyunun oynuyordu. metallica'nın kaderini değiştiren bu cam, göt, meme yalanı metallica'yı çok başka yerlere getirecekti... üç genç sabiha gökçen havalimanı'na indiğinde danimarka'nın hiç de tahmin ettikleri gibi bir yer olmadığını gördü. hepsi sürekli bir düşünme içerisindeydi ve kadından, seksten çok daha mühim konular vardı. soğuk, ölüm, savaş, intihar... dört adam danimarka'nın soğuğunda insanların kalplerini parçalayacak şarkılar yazmaya başladılar. ilk önce fight fire with fire ile kalbe bir çivi çaktılar, ardından daha sinirli bir şekilde ride the lightning'le çiviye daha sert vurmaya başladılar, for whom the bell tolls'la savaşmaya devam ettiler, trapped under ice'la donmak üzereydiler ve en sonunda fade to black ile intihar ettiler.
ride the lightning, ikinci metallica albümü olmak üzereydi. albüm, kill em' all'a göre çok daha duygusal olmasına rağmen çok daha sertti ve metallica'nın vites düşüreceğini sananlara verilen sağlam bir cevaptı. james ise bu albümle birlikte sesini güçlü bir hale getirerek tamamen oturtmuş ve pes'te başka takımlar alabilir hale gelmişti...
ilk albüm kill em' all'dan sonra çıkan ikinci albüm ride the lightning, metallica'nın çıtasını yükseltmiş ve ingiltere'deki plak şirketleri, özellikle unkapanı plakçılar çarşısı'nın olduğu yerdekiler metallica'yla yakından ilgilenir olmuşlardı ve taşaklı bir plak şirketiyle metallica; küme düşme durumunda serbest kalma maddesi + maç başına 10.000 öro maddelerini ekleterek anlaşma imzalamışlardı. artık metallica'nın tüm dünyaya sesini duyurabilmesi için hiçbir engel yoktu. işler büyümeye, yarım tavuk dönerler tam et dönerlere dönmeye başlıyordu, ayran yerine de kola istiyorlardı tabi ki. ciddiyet, disiplin ve beklenti; danimarka'daki bibisinden ayrılan kirk'e, gittikçe sesi kuvvetleşen james'e, bagetleri elinde çevirebilir hale gelen lars'a ve saçları gittikçe uzayan cliff'e... yani metallica'ya; master of puppets'ı yaptırmıştı. master of puppets müzik tarihine çok büyük bir damga vurdu. metallica insanların beyinlerine battery'i enjekte etti ve insanları uyuşturmaya başladı, the thing that should not be uyuşturucunun dozunu arttıran maddenin ta kendisiydi ve albüme ismini de veren master of puppets uyuşturucunun can yakan iğnesiydi.
göğe bakmayı seven cliff ise altın vuruşu orion'la yapıyordu... tarihler 1986'yı gösteriyordu. pentagram henüz kuruluyordu ve o sene çernobil felaketinin yaşandığı seneydi. bir şeyler yavaş yavaş ters gitmeye başlıyordu...
tarihler 27 eylül 1986 cumartesi'yi gösteriyorken metallica avrupa turnesindeydi ve kızların teklif etmediği danimarka'da bir konserden otobüsle dönmekteydiler. cliff, kirk'ün yattığı yatakta uyumaktaydı, diğerlerini ise henüz uyku tutmamıştı ve amına koyduğumunun ljungby belediyesi yoldaki buzlanmaya önlem almadığı için otobüs kayarak şarampole yuvarlandı, ayakta olan ve kazayı hisseden james, kirk ve lars kazayı ufak yaralarla atlatırken, uyuduğu için kazaya tepki veremeyen cliff otobüs camından fırlayarak hayatını kaybetti.
24 yaşında rüzgarda süzülen bir kuş gibi gitar çalan uzun saçlı çocuğun parmakları hareket etmiyordu, master of puppets çalamıyordu artık. artık cliff yoktu. bir kişiden çok daha fazla eksiklerdi. cliff artık yoktu. lars, ilk gün verdiği gazete ilanından dolayı kendinden nefret etti, james'in gözlerinde akacak yaş kalmamıştı ve kirk düşünüyordu. cliff artık yoktu. grup dağılma kararı aldı ancak cliff'in o baldan tatlı ailesinin ısrarları üzerine grup dağılmadı ve metallica yaralı bir şekilde yoluna devam etti...
tarihler 1987'yi gösterir. bassçı arayışı için metallica bir seçme düzenler ve birsürü insan içerisinden jason newsted metallica'nın yeni bassçısı olur. jason hızla tüm metallica parçalarını ezberler ki; zaten topu topu 3 albümdür; kill em' all, ride the lightning, master of puppets... jason aslında akıllı bir gençtir ve hiçbir zaman cliff gibi çalamayacağının farkındadır lakin buna rağmen metallica'ya çok şey katmış ve sert bir duruşu, sert bir müziği vardır. jason'ın metallica'ya katıldığı günlerde bir cliff'in hayatından bir derleme yapılır ve cliff em' all adıyla satışa sunulur. cliff'in nasıl güzel bir insan olduğu iyice günyüzüne çıkar.
tarihler 1988'i gösterirken metallica'ya yeni katılan jason; büyük yara almış olan kirk, lars ve james''i ayağa kaldırır ve cliff böyle olduğunuzu görseydi gırtlağınızı boğazlardı diyip üç adamın üzüntüsü öfkeye çevirir ve ortaya ...and justice for all çıkar. bu albüm metallica'nın incil'idir. albümün her parçası ayrı bir nefret kusar, bağırır, yıkar, döker. blackened dağıtır, eye of the beholder yamultur, one uyanmak ister, harvester of sorrow sorguya çeker ve to live is to die...
"he is not dead, god just need bass lessons..." *
ölüm insanları bir araya topladığı gibi ayırabiliyordu da fakat insanları ayıran tek şey ölüm de değildi. jason her ne kadar müziği oturmuş bir bassçı olsa da; james, kirk ve lars'la anlaşması cliff kadar iyi olmadı ve kopukluklar yaşandı. artık tartışmalar; sus sikerimli, siktir piçli veyahut da bunu anana sorsana delikanlılı cümlelerle yaşanmıyor, daha edebi bir dil kullanılıyor ve bu daha kırıcı oluyordu. bu sırada metallica ilk defa klip çekme sevdasına yakalandı ve bunun sebebi james'in bastıramadığı duygulardı. one'a klip çekildi ve james'in yediği halt gayet güzeldi, one harika olmuştu.
4 albüm cepteydi ve cliff'in ölümünden sonra büyük yara alan grup bu yaranın izlerini taşıyor olmasına rağmen ...and justice for all ile enkazdan çıkabilmeyi bir nebze de olsa sağlamıştı ancak grupta bir çatlak vardı ki o da jason'dı. tarihler 1991'i gösteriyordu. sovyetler dağılmıştı. hava çok soğuktu. sert adam jason kaliteli bir çatlaktı ve adeta kaostan bir düzen yaratıldı... enter sandman'li, sad but true'lu, the unforgiven'lı, wherever i may roam'lu, nothing else matters'lı, don't tread on me'li, through the never'li, of wolf and man'li, the god that failed'li, my friend of misery'li ve the struggle within'li gelmiş geçmiş en taşaklı albümlerden biri olan ve grubun adını taşıyan metallica(the black album) çıkarıldı ve satış rekorları kırdığı gibi metallica'nın da metal müzik dünyasında zirve yapmasına sebep oldu.
metallica artık zirveye oynuyordu ve uzun süre albüm çıkarmayarak belki de zirvede olmanın tadını çıkardı. jason, bass vurgulu bir albüm yapmanın verdiği zevkle mutluluktan ayaklarını birbirine çarpıyor, james her turnede bir kadından hoşlanıyor, lars konser sonraları bagetleri atabildiği kadar uzağa atıyor, kirk ise düşünmeye devam ediyordu. hatta 93'te istanbul'a bile gelmişlerdi ve türkiye'de küçük çaplı bir devrim olmuştu. türkiye'de metal müziğin gelişimine katkı sağlayan konserlerden biriydi. uzun süre albüm çıkarmayan metallica, tarihler 4 haziran 1996 salı'yı gösteriyorken load adlı vasatı aşan fakat bir önceki albümlerine oranla başarılı olamayan bir albüm çıkararak metallica severlerin özlemini bir nebze de olsa dindirdi. albümde until it sleeps, bleeding me, cure, wasting my hate, mama said ve ronnie gibi çok kaliteli parçalar yer almasına rağmen diğer parçaların albüme oranla aşağı seviyede kalması eleştirildi. cliff artık yoktu ve kirk düşünmeye devam ediyordu... 1 yıl sonra ise tarihler 18 kasım 1997 ve yine salı'yı gösteriyorken reload adlı albüm çıkarıldı ve load'un üstüne ekleme çıkarma yapılarak oluşturulmuş bir albümdü, bir önceki albüme göre çok daha iyiydi; the memory remains, devil dance, better than you ve the unforgiven 2 en çok dikkat çekenlerdi.
metallica otomatiğe bağlamıştı; james, kirk, lars ve jason müzikle yatıp müzikle kalkan zengin adamlar olmuşlardı. yapabildiklerinin en iyisini sanki yapmışlardı ve 'çalsam da olur çalmasam da' havasında bir hayat tarzı yaşıyor gibiydiler. reload albümünden 1 sene sonra garage inc. adlı cover albümü çıkarıldı ve bu albümde yer alan turn the page dinleyiciler tarafından tam not almıştı ve güzel bir albüm olmuştu. bu cover albümden 2003'e kadar albüm çıkarmayan metallica'da jason 2001 yılında gruptan ayrılma kararı almıştır. sebebi ise; headbang yaparken kendine kendine zarar veriyor olmasıdır. evet. jason gruptan ayrıldığında james iyice müzikten uzaklaştı ve kendini eski yıllarda olduğu gibi içkiye, kumara(iddaa ve at yarışı) verdi. tedavi gördü, bütün masraflarını sigorta karşıladı.
artık müziğe devam edebilecek kıvama geldiğinde kirk ve lars'ın gruba bassçı lazım, arkadan gelen buğulu seslere ihtiyacımız var dedi ve metallica kurulduğundan beri yine bir bassçı derdiyle boğuştu. james, kirk ve lars; robert adlı sıçar pozisyonda bass çalan elemandan çok etkilendi ve bu sıçma pozisyonunun metallica'ya çok şey katacağını düşünerek gruba dahil etti. robert trujillo artık yiğit, mert ve güçlüydü ayrıca kafkasya'da açan bir çiçek ismiydi...
robert, muhafazakar bir adamdı ve dedemin çatısında çekyat var oraya oturup gitar çalarız, kimse bir şeycikler diyemez dese bile; kirk, james ve lars para sıçan adamlar olduğu için stüdyoya girme kararı aldılar ve st. anger adlı yumruklu albümü çıkardılar.
bu albüm tuhaf bir albümdü. lars'ın baterilerini ve james'in sesini çok yakından duyabileceğimiz vasat lakin samimi bir albümdü. çok eleştirildi lakin ne james, ne kirk, ne lars ne de robert tanrı değildi. nihayetinde onlar da insandı ve pudingi çay kaşığıyla yemek onların da hakkıydı. metallica'nın pudingi çay kaşığıyla yediği albümdür st. anger.
metallica artık ergenler tarafından dinlenen, çoluğa çocuğa karışmış metal müzik dinleyicileri tarafından pek dinlenmeyen ve hatta fena eleştirilen bir grup halini alıyor lakin herhangi bir konserinde de stadı hıncahınç dolduruyordu. tarihler 12 eylül 2008'i gösteriyorken metallica death magnetic adlı albümü çıkardı ve içerisinde broken beat & scarred, suicide & redemption ve the day that never comes gibi tatlar olmasına rağmen metallica'nın sanki son nefesiydi...
çocukluğumda çalışma dolabıma asılı metallica posterleri dururdu. dişini sıkan james'ten, parmağını uzatan kirk'ten, metalci işareti yapan robert'tan, 32 dişini göstermeden gülemeyen lars'tan, sence komik mi dercesine bakan dave'den güç aldım, daha sonraları yerlerine johan hegg ve olavi mikkonen'in geçtiği de oldu. hepsinden güç aldım ama hiçbiri beni cliff ve chuck kadar düşündürmedi.