Birinci Dünya Şehirlerinden Belki de En Gizemli Olanı Tokyo'ya Gideceklere Tavsiyeler
1 haftalık deneyimlerimi, özellikle tokyo'ya ilk defa gideceklere fikir versin, bana da hatırlatma olsun diye başlıklar halinde anlatıyorum.
ulaşım
söz konusu tokyo olduğunda ilk akla gelenlerden biri ulaşım ve tabi ki meşhur metro hattı. burada demiryolu ulaşımı özelleştirilmiş olduğu için alternatif çok. ancak şehirdeki bir çok önemli ve merkezi semte giden yamanote hattını bilmek ve kullanmak (jr yamanote line) can kurtarır. metro ağı için fazla söze hacet yok; büyükşehir (new york, londra, vs..) metrolarındakiyle aynı mantıkla işleyen, belirli saatlerde (rush hour) balık istifi şeklinde yolculuk edeceğiniz, gece 1'de kapanan oldukça iyi bir alternatif. burada dikkat çekmek istediğim bir nokta ise jr tren biletlerinin metro için kullanılamıyor olması (vice versa). benim hayalim hepsi için geçerli bilet ya da kart olması idi -belki vardır da- ama ben bulamadım.
dil
3 farklı alfabe kullanıyorlar. bunlar kanji, hiragana ve katagana. kanji çin'den alınma olup diğerleri kendi icatlarıdır. ilginç olansa bazen bir cümle içinde üçünü de kullanıyor olmalarıdır. sorun olansa, özellikle dükkanların ne olduğu hakkında en ufak bir fikrinizin bile olmamasıdır. latin alfabesi olsa bilmediğiniz dillerde bile en azından kelimeler arasındaki benzerlikten veya dükkanların konseptinden ne olduğu hakkında bir fikriniz olur. burada ise ne tabeladaki yazılardan bir şey anlıyorsunuz, ne de pembe, yeşil, kırmızı, rengarenk ışıklandırmalar yüzünden konseptten... bakkal diye girdiğiniz yer kuaför çıkabilir; daha kötüsü de olabilir aman dikkat! bugüne kadar yurt dışında gittiğim yerler içinde ingilizce kullanımının en düşük olduğu şehir tokyo'ydu. dolayısıyla birkaç japonca kelime öğrenmek en azından derdinizi anlatabilmeniz açısından gerçekten faydalı olabilir.
kültür
zihnimizdeki japon mimarisi, tapınakları, giyim-kuşamı için asakusa bölgesine gitmek gerekli. en cücük gördüğünüz binanın bile 29 kat olduğu, yolların 2-3 kat şeklinde birbirinin üzerinden geçtiği, son derece yeni, modern ve betona boğulmuş bir perspektife sahip tokyo'da artık sadece belirli semtlerde eski japonya'yı bulabiliyorsunuz.
malum olan bir başka konu ise kadının toplumdaki bastırılmış statüsü. bu kadar gelişmiş bir ülkede kadınların hala epey geri planda olması şaşırtıcı. kadının iş gücüne katılım oranı türkiye'den bile düşük. üst düzey yönetici zaten yok denecek kadar az. üstelik yapılan demografik araştırmalarda sadece erkekler değil kadınlar da (%40'ından fazlası) "kadının yeri evidir" düşüncesinde. kültürlerinden gelen bir "kadın çocuk büyütür, yuvayı dişi kuş kurar" yargısı hakim ve fakat evin bütçe yönetimi kadının kontrolünde. adam kazandığı parayı olduğu gibi kadına getirir ve karısından harçlık alır. japon kadınların iyi koca tanımlaması ise "iyi koca varlıklı, sağlıklı ve evden uzak olandır" şeklinde.
yeşil çay seremonisi de kültürlerinden gelen ve artık hobi aktivitesi olarak eğitimini alabileceğiniz, yaşatılmaya çalışılan bir başka miras. genel olarak nasıl oturulur, nasıl konuşulur, bardak nasıl tutulur, vs.. şeklinde kendine özgü bir adab-ı muaşereti var. amacı, rahatlamak, dinginleşmek ve sessizliği paylaşmak olarak anlatıldı, ki "sessizliği paylaşmak" kısmına bayıldım. zira kimi zaman "neden suskunsun?" sorusuna cevap vermekte, ifade etmekte zorlandığım şeyin tanımını iki kelimeyle nihayet bulmuş oldum.
kaligrafi de kültürlerinde çok önemli. nasıl ki günümüzde el yazısından karakter tahlili yapılıyorsa, onlar da benzer şekilde, yazım şeklinden yazarın o anki ruh hali ve/veya karakteri hakkında bir fikre sahip oluyorlar. kaligrafide düzeltme yok; gelişine yazacaksınız, başlamanızla bitirmeniz arasında hiçbir yerden iki kere geçmeyeceksiniz; fırça baştan sona kadar akacak.
yeme-içme
öyle börtü böcek, kedi köpek yenilen yer burası değil. gayet güzel deniz ürünleri ve harika suşiler yanında şaşırtıcı bir şekilde kırmızı eti de muhteşem yapıyorlar. gerçi kobe bifteği gerçeği varken şaşırmamak lazım zaten.
malum artık japonlar da küreselleşiyor ve bazı fast-food zincirleri var. en meşhurlarından birisi matsuya. her fırsatta yöresel lezzetler denediğim için hiç gitmedim ancak tavuklu bir şeyleri epey tutuluyormuş ülke genelinde.
sake farklı ve güzel evet ama benim düzenli olarak tüketmeyi tercih ettiklerim arasına girmez. benim için sürpriz olansa bira oldu. soğuk, yanında tuzlu bir şey ve 50'lik, hadi en fazla 70'lik (fazlası bayıyor) haliyle benim için gideri olan bu içkiyi adamlar yebisu markasıyla harika bir şekilde yapıyorlar. sloganı da kendine uygun: "beer of beers" (tr. biraların şahı).
kültür kısmında bahsettiğim yeşil çayın tadı ve kokusu ise bana bayağı bayağı nori'yi anımsattı. bunu söylediğimde, bitki olarak hiçbir ortak noktaları olmamasına rağmen havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez, bu benzetmeyle daha önce de karşılaştıklarını söylediler. meyveleri müthiş lezzetli. hani o özlediğimiz kokusuyla birlikte harika bir tad bırakıyorlar ağızda. sebzeleri içinse aynı şeyi söyleyemem.
ekonomi
yıllardır süregelen muhafazakar ve dışa kapalı işleyişi nedeniyle ekonomi tıkanmış durumda. tüketimi ve enflasyonu artırmanın, dolayısıyla büyümenin yollarını arıyorlar. bu nedenle başbakan (shinzo abe) orta vadeli bir program (abenomiks) açıkladı ve işe yarayacak gibi görünüyor. en önemli sorunlarından birisi de yaşlanan ve azalan nüfus. bu paket, nüfusu ve kadınların iş gücüne katılımını artırmak için de önlemler (en az 3 çocuk doğurun) içeriyor. refah düzeyi yüksek olsa da bilindiği gibi dünyanın en pahalı şehirlerinden birisi, belki de birincisi. oldukça kısıtlı bir alanda yaşayan 130 milyon japondan ve/veya 13 milyonluk tokyo nüfusundan bahsediyoruz.
genel kültür
herhangi genel bir başlığa koymadan semtler ve kişisel gözlem ve deneyimlerim hakkında ortaya karışık bilgiler vereyim.
elektrik/elektronik edevatların merkezi kabul edilen akihabara, her şeyi dünyanın geri kalanından daha pahalıya bulabileceğiniz bir yer. dolayısıyla diğer ülkelerde bulabileceğiniz bir şey almaktansa daha enteresan zımbırtılara yönelmek eğlenceli olabilir. hazır gitmişken burada bulunan bir maid cafe'ye girdim. konsepti bildiğim için bir hanım arkadaşımızla gittik ki daha az rahatsız olalım. bu japonlarda hakikaten sapkın bir taraf var. tam da beklediğim gibi rahatsız hissedeceğiniz mekanlardan.
harajuku'da omotesando caddesi, bir nevi ginza'nın yavrusu. markalar da fiyatlar da bir nebze daha uygun. yalnız bir chopstick'in 100 dolara satıldığı bir yerin "bir nebze" daha uygunu diyorum, kontrolü kaybetmeyin. magnet, anahtarlık değil de yelpaze, saç tutturma çubuğu(?), kimono, vs.. gibi japon kültürüne özgü hediyelik eşya almak isteyenler için bu cadde üzerindeki oriental bazaar'ı şiddetle tavsiye ederim. ayrıca minik dostlarınıza hediye almak isterseniz hemen bu cadde üzerindeki kiddy land'i tavsiye ederler ve hatta brad pitt&angelina jolie çiftinin mutlaka uğradıkları bir mağaza olduğunu söylerler ancak inanmayın. zira gittiğinizde 4-5 katlı yerde hello kitty dışında bulabileceğiniz şeyler türkiye'de bir kırtasiyede bulabileceklerinizle aynı. almış olmak için alacaksanız doğru yer, ancak düzgün bir şey istiyorsanız pamuk eller cebe, sizi ginza'daki toy park'a alalım. nihayet çocuğun psikolojisini bozmayacak ve oyuncağa benzeyen şeylerin arasındasınız. yetişkinler için oyuncak bakanlar içinse yine aynı caddede condomania mevcut (kıps).
shibuya epey kalabalık, canlı ve hareketli bir semt. doğru metro çıkışını bulursanız sizi hachiko heykeli karşılıyor. zira sadık köpeğimizin sahibinin (prof. hachi) dönüşünü ölümünden sonra bile beklediği istasyon burası. dört yol ağzında olan bu çıkışta karşıdan karşıya geçmeden olmaz. ne de olsa filmlerdeki tokyo sahnelerinde sıkça kullanılan, dünyanın en kalabalık yaya geçişinden bahsediyoruz.
shinjuku sanırım shibuya'dan da kalabalık. farkı ise oldukça büyük bir red light district'e (kabukicho) sahip olmasıdır. gitmeden önce araştırın öğrenin. unutmayın dil bilmediğiniz gibi, derdinizi anlamadıkları gibi, cinsel sapkınlıkta başı çeken bir milletten bahsediyoruz. dimyat'a pirince giderken yanlışlıkla götü kaybetmeyin (hehe). ayrıca 10 mekandan 7-8'i -hele ki japonca bilmiyorsa- yabancıları (gaijin) içeri almaz. dolayısıyla doğru konsepti, doğru mekanı ve yabancıları kabul eden mekanları bulmanız, ondan sonra aksiyon almanız tavsiye edilir. şahsen bu konuya çalıştığım kadar üniversite sınavına çalışsaydım harvard'dan teklif alırdadfasdfsd. bu sayede lost in translation durumuna rağmen nokta atışı yapabildim. bilgi isteyen olursa birkaç mekan ve yol yordam öğretmek suretiyle onu saatlerce, günlerce yabancı forum okumaktan, tam buldum derken başka yerdeki olumsuz bir deneyim/yorum yüzünden başa dönmekten kurtarabilirim. tabi giden de eşek değil ya dönerken bir taketsuru ne bileyim bir hibiki alır gelir.
asakusa'nın halen eski japon kültürünün yaşatıldığı bir semt olduğundan bahsetmiştim. buna ek olarak bir de kamakura'yı gördüm ben. yine benzer yapı, benzer mimari ve ek olarak 11 metrelik buddha heykeli. gidip görmek lazım bence. ayrıca burası tokyo'nun sayfiye yeri gibi, plajları var, sörf için uygun bir destinasyon ve dahası şanslıysanız, hava açıksa uzaklardan fuji dağı'nı görebiliyorsunuz. bu arada fuji'nin yeri de pek bir ayrı gönüllerde. kutsal olduğuna inanılmasının yanı sıra adına şarkılar türküler yakmışlar.
kamakura deyip geçmemek lazım, tarihi önemi de olan bir yer. ilk shogun hükümeti burada kurulduğu gibi bu yönetim, 1200'lerden 1900'lere kadar devam etmiş. coğrafi konumu sebebiyle savunması kolay bir bölge olması sayesinde yüzyıllar boyunca gücünü koruyabilmiş.
kişisel fikirlerim
- uzun yaşamlarının sırrı pirinç falan değil; hayatın her alanında güvenlik en önem verdikleri konu. kapalı otoparktan çıkan aracı yönlendiren görevliyi görmeniz lazım. ışıklı çubuklarıyla uçağı aprona yanaştıran görevliler gibi. yol/kazı çalışması olan yerlerde sadece kırmızı koniler ve şeritlerle kapatmakla yetinmemişler, çalışma bölgesinin başında ve sonunda birer görevli bekleyerek yoldan geçenleri uyarıyor, yönlendiriyor.
- deprem konusunda inanılmaz bilinçliler ve inşaat sektörü bu konuda aşmış, uçmuş, gitmiş. bunu hem önde gelen bir firma (shimizu) ziyaretime hem de oradayken gerçekleşen 6.4 şiddetindeki depreme bakarak söylüyorum.
- bir süre sonra avrupalı, ya da en azından ingilizce konuşabilen birini gördüğünüzde gurbette hemşehri bulmuş gibi seviniyorsunuz.
- genel itibariyle hem insanı hem de sokakları tertemiz.
- modaya inanılmaz düşkünler. özellikle louis vuitton ve hermes'e bayılıyorlar. erkekler arasında omuza asılan kadın çantalarına benzettiğim çantalar çok moda.
- sıkışık coğrafya yüzünden malesef ferahlık hissi çok az yerde yaşanabiliyor.
- bedava wi-fi metroda var ancak şehir genelinde pek yaygın değil. bir servis sağlayıcıya üye olmanız gerekiyor.
- adım başı 7 eleven var; bir blokta 3 tane bile gördüm.
velhasılı kelam, oldukça yoğun iş programım arasında günde 2-3 saat kadar gezebilerek edindiğim tecrübeler, bilgiler doğrultusunda yazdığım bu yazının ilk defa gidecek olanlara bir katkısı olursa ne ala. güzellik göreceli tamam ama "farklı bir deneyim" olduğu konusunda hemfikir olmayanı döverim.