Bu Toprakların Başına Gelen En Güzel Şeylerden Aşık Veysel'in Hayat Hikayesi
osmanlı imparatorluğu döneminde başlayıp cumhuriyet döneminde sona ermiş bir hayattı âşık veysel şatıroğlu'nun hayatı. birçok savaş gördü, padişah dönemini de gördü, cumhuriyet sistemini de gördü. savaş, yoksulluk, imkansızlık ve hastalık arasında geçen bir hayat içerisinde belki de kardeşleri arasında en şanslı olanıydı kendisi. çiçek hastalığı kardeşlerini bir bir alırken, kendisi sadece gözlerini kaybederek kurtulmuş ve bu karanlık dünya içerisinde büyük ihtimal bizimkinden daha aydınlık bir dünya yaratmıştı kendisine.
1894 senesinde sivas'ın şarkışla ilçesinde dünyaya geldi aşık veysel. orta asya göçmeni bir ailenin oğluydu. ufak yaşlarda anlatıldığına göre köylerinde gezer oynar imiş. daha sonra o çocuk yaştayken babasının kendisine hediye olarak getirdiği bağlaması ile birlikte yaşamının son bölümüne kadar sürecek, hasta yatağında bile ona şiir yazdıracak bu tatlı serüven başlamış. köyde bağlama çalan insanlardan ders almış, onların sohbetlerine ve türkü söylediği toplantılara katılır olmuş aşık veysel. civar yerlerden kendi köylerine gelen üstatlardan ders almış ve aynı şekilde onların da sohbetlerinde hazır bulunmuş. aslında acıklı giden bir hayat öyküsü var. çocuk yaşta gözlerini kaybetmesi, ardından annesini ve babasını arka arkaya kaybetmesi ve ilk eşinin, evlerine hizmetkar olarak aldıkları adamla kaçması gibi olaylardan sonra musiki, o'nun tek sığınacak dalı kalmış gibi gözüküyor.
kendisi önceleri babasının ve diğer bağlama icrakârlarının öğrettiği deyiş, destan ve eserleri çalar olmuş. daha sonrasında biraz daha büyüyünce ve enstrümanına iyice vâkıf olunca kendi eserlerini ve şiirlerini üretir olmuş. kendisinin mustafa kemal atatürk'e büyük bir sevgi ve saygısı vardı. bir takım mesnetsiz hikayeler ve iddialar ortaya atılıp, mustafa kemal atatürk'ün sanki aşık veysel'i hor gördüğü algısı yaratılmak istense bile gerçek bundan hayli uzaktır. aşık veysel bir gün köyünden kalkar ve mustafa kemal atatürk'ü bir kere görebilmek için ankara'nın yolunu tutar. sivas'tan ankara'ya giderken uğradığı bütün şehirlerdeki bütün köylerde eserlerini çığırır ve 3 aylık bir yolculuğun sonunda ankara'ya varır. o dönem, iran şahı türkiye'ye ziyarette bulunacaktır ve ankara'da hummalı bir hazırlık mevcuttur. aşık veysel, köşke çıkmadan önce sazının tellerini değiştirmek ister ve çarşıya gider. iran şahı geleceği için çevrede kılıksız, hırpani görünüşlü, pejmürde tiplerin bulunmaması talimatı verilmiştir kolluk kuvvetlerine. aşık veysel o dönem ne sazının telini değiştirebilir, ne de atatürk'ün huzuruna çıkabilir. doğruca tekrardan köyüne döner. aşık veysel'in eline, atatürk'ün huzuruna çıkma fırsatı bir kere daha gelecektir ama bu sefer de olmayacaktır bu iş. mustafa kemal atatürk, aşık veysel'i radyoda duyar ve "kimdir bu aşık? hemen bulunup getirilsin. " diye talimat verir. tabii bu haber ertesi gün gider aşık veysel'e ve o da apar topar tekrardan mustafa kemal atatürk'ün huzuruna çıkmak ister; lâkin oradakilerden birisi "o bir sefa dönemiydi, şimdi çalışmak dönemi, o yüzden kendisine haber veremeyiz. yine öyle bir dönem olursa haber gönderilir. " diyerek aşık veysel'i gönderir. tabii o beklenen haber de bir daha asla gelmez.
tabii bu iddialar dönem dönem çarpıtılmış ve hatta mustafa kemal atatürk'ün aşık veysel'i huzurundan attırdığı ya da huzuruna aldırmadığı bile yazılıp çizilmiştir bu kılıksız hali yüzünden. 1936-38 dönemleri arasında 16-18 ay gibi bir dönem müzik devrimindeki batılılaşma arzusundan dolayı türk halk müziği radyolarda yasaklanmıştır. yerinin tabii ki batı müziğini almasından ziyade, halkın batı kültürünü de öğrenmesi ve batı musikisini tanıması hedeflenmiştir. bunun için referans olarak doçent doktor michael kuyucu'nun müzik dünyasını anlamak kitabını -ki aynı başlık altında bir entrym mevcuttur- referans alabilirsiniz. bu dönem tabii ki çok eleştirilir, çarpıtılır ve farklı yönlerden bakılarak değerlendirilir. şurada bir yeri atlamamak gerekiyor, bu musiki devrimi daha geri kalmış, batı musikisinden tamamıyla bihaber halk için yapılmak istenmiştir. mustafa kemal atatürk kendisi köşkünde türk halk musikisini, hele ki özlem duyduğu rumeli eserlerini dinlerken sadece radyolarda batı musikisinin çalınmasını salık vermiştir. dolayısıyla böyle bir adamın hele ki anadolu'nun bağrından kopup gelmiş değerli bir aşığa böyle muamele edeceği fikri tamamıyla dayanaksız bir iddiadır benim nazarımda.
aşık veysel bir süre de, bence türkiye'nin eğitim olarak, görgü olarak, kültür olarak ve beceri olarak en büyük temelini ve iskeletini hazırlayan köy enstitülerinde eğitim veriyor. oradaki insanlara bağlama çalmayı ve türküyü öğretiyor. tabii ki sadece bununla kalmayıp müzik üzerine ya da toprak üzerine sohbet ediyor, hem öğrenip hem öğretiyor. gerçekten köy enstitüleri içerisinde her daldan birçok aydın ve kaliteli insanı barındırmış, bunun da meyvelerini uzun bir süre yemiştir. aşık veysel gibi bir adamdan da istifade edilmiştir o dönem.
tabii daha sonrasında aşık veysel artık türkiye genelinde bilinen ünlü bir halk ozanı olur. anadolu'yu karış karış dolaşır ve eserlerini icra eder. eskiden bu müzikli sohbetlerin, müzikli toplantıların olduğu yere gelen halkın kendi arasında topladığı paralarla geçimini sürdüren bu aşık; şimdilerde gayet ünlü ve tanınır bir halk ozanı olmuş durumdadır. gözlemleyebildiğim kadarıyla şunu söylemek isterim ki, aşık veysel mütevazı kimliğini asla bozmamış bir insan gibi gözüküyor. tabii iç dünyasını ya da özel hayatını kimse bilemez ama röportajlarında verdiği demeçler, söylediği sözler ve kendisine oluşturduğu felsefe muazzam. okumamış, anladığımız türden bir eğitim görmemiş, ücra bir köyde büyümüş birisi olarak çoğu düşünürü, okumuşu, münevveri cebinden çıkartacak aydınlığa ve felsefeye sahip bana kalırsa. ve kendisi muhtemelen musiki eğitimden çok bu işi doğal duyma yeteneği ve doğal kulak aşinalığı ile yapıyor. absolut kulak denilen şey ile yani. gerçekten farklı bir derya kendisi.
tanınırlık ve şöhret ile bitmiyor bu ün meselesi. daha önce yarışmacı olarak katıldığı yarışmaya sonrasında en büyük ozan ve jüri üyesi olarak katılıyor. cumhurbaşkanı cemal gürsel ile bir araya geliyor ve hatta devlet kendisine, türkçeye ve türk müziğine olan katkısından ötürü maaş bile bağlıyor. tabii bundan sonra aşık veysel şatıroğlu'nun sözleri yine son derecede mütevazı bir teşekkür. aşık veysel bir süre sonra veda ediyor bu şehir hayatına ve tekrardan köy hayatına geçip elma yetiştiriyor.
ancak demiştik, aşık veysel ciddi mânâda ünlü ve popüler olmuştu türkiye'de. o dönem türkiye'yi saran folk musiki ve hatta anadolu rock döneminin de temelini hazırlayan dönemle birlikte, aşık veysel'in eserleri de farklı türlere uyarlanarak piyasaya sürülüyor. fikret kızılok üstat ile aşık veysel'in çok güzel bir anısı da var bunun hakkında. fikret kızılok o dönem bir plak çıkartacak ve bu plak içerisine aşık veysel'in iki parçasını kendi usulünce uyarlayarak koymak istiyor. bunun için izin istemek amacıyla gidiyorlar sivas'taki sivrialan köyüne ve aşık veysel'in yanında iki gün kalıyorlar. fikret kızılok bu süreçte şarkıları okuyor ve izin istiyor. hatta bir miktar da para teklif ediliyor ama aşık veysel para teklifini geri çevirip "sen şarkıları güzel okuyorsun, istediğin şarkımı okuyabilirsin. " diye fikret kızılok'a izin veriyor. fikret kızılok bu parçaları plağa dolduruyor ve bu plak sayesinde o kadar fazla satış yapıyor ki altın plak ödülünü kazanıyor. tabii bu altın plak ödülünü de getirip aşık veysel'e hediye ediyor.
aşık veysel, 1960'lı yıllarda çıkan türk-kürt, sağcı-solcu kavgaları sırasında "ben körüm, dosdoğru yürümeyip sağa sola saparsam çukura düşerim. " diyerek yine akıl dolu bir cevap veriyor bana kalırsa. sanatını her daim hiçbir yere yaranmak için değil, içinden geldiği gibi icra ediyor. kendisinin hep anlattığı o karanlık dünya içerisinde yarattığı yerdeki hayallerine göre düzenliyor. artık 70 küsur yaşında olan aşık veysel yavaş yavaş fiziksel sağlığını kaybetmeye başlıyor. daha önceden yaşayıp atlattığı hastalık da onu epeyce yıprattığı için, verdiği bir konseri tamamlayamayıp yatağa düşüyor. üstadın son konseri oluyor ve o günden sonra yatağından pek çıkmıyor. vefat etmeden kısa bir süre önce bir şiir yazıyor.
"selam saygı hepinize
gelmez yola gidiyorum
ne karaya ne denize
gelmez yola gidiyorum
ne şehire ne de köye
ne yıldıza ne de aya
uçsuz bucaksız bir deryaya
gelmez yola gidiyorum
gemi bekler limanda
tayfaları hazır onda
gözüm kalmadı cihanda
gelmez yola gidiyorum
eşim dostum yavrularım
işte benim son baharım
veysel karanlık yollarım
gelmez yola gidiyorum. "
benim bu yazıyı yazarken aldığım referanslardan birisi olan, trt ve kalan'ın yaptığı ve kalan müzik'in resmi youtube hesabında bulunan dört parçalık toplam 1 saatlik bir belgeselin linklerini de bırakmak istiyorum bu yazıya. uzun uzadıya izlemek ve üstadın ağzından duymak isteyenler için iyi bir kaynak olur. hem gerçekten izlenme sayıları çok düşük, böyle güzel bir kaynağın daha fazla izlenmesi gerekiyor.
küçük dünyam - 1. bölüm - aşık veysel belgeseli
küçük dünyam - 2. bölüm - aşık veysel belgeseli
küçük dünyam - 3. bölüm - aşık veysel belgeseli
küçük dünyam - 4. bölüm - aşık veysel belgeseli
"gün ikindi akşam olur
gör ki başa neler gelir
veysel gider adı kalır
dostlar beni hatırlasın. "