Caz Dinlerken Kaçınılmaz Şekilde Hissedilen Duygular

Caz müzik severleri, dinleme esnasında hissettiklerini ve gözlerinin önüne gelen manzaraları anlatıyor.
Caz Dinlerken Kaçınılmaz Şekilde Hissedilen Duygular
iStock

caz: işitir işitmez insanın içinde hiçbir kin, nefret ve kızgınlık bırakmayan müzik

caz dinlerken başka bir şey düşünmek neredeyse imkansızdır. bir işe yoğunlaşırken dinlenebilir. yazarken, çizerken, üretirken dinlenebilir. trafikte dinlenebilir. uyumaya hazırlanılırken dinlenebilir. şarap içerken dinlenebilir. depresyondayken de iyi gider. çünkü bazen acı da gereklidir insana. coşkunun, melankolinin, lirizmin, heyecanın müziğidir. sartre'ın tanımlamasıyla, "20. yüzyılın temel müziğidir." 21. yüzyılın da gelecek yüzyılların da... dünyanın ve içimizdeki çalkantının vücut bulmuş halidir caz. o her şeydir.

gece müziğidir kuşkusuz. fakat günün her saati dinlenebilir.

Caz nedir?

şu an hatırlamadığım bir caz teorisi kitabının başında "hayatta yapacak daha önemli ya da başka şeyleriniz yoksa; bu kitaba devam edin..." yazıyordu. caz gerçekten zordur. yolunu iğneyle kazmaktır. özellikle idealistsen ve cazı gerçekten öğrenmek istiyorsan işin çok zor. şimdi youtube falan çıktı, mertlik bozuldu. en zor soloları 30 metronomla çalıyor lavuğun teki, siz izliyorsunuz ve öğreniyorsunuz. öğrendiğiniz bu numaralar keyifli olabilir, kendi parçalarınızda da uygulayabilirsiniz ancak miles davis'in ya da duke ellington'un ne yaptığını algılayamazsınız hiçbir zaman. beatles'ın; günümüz modern müziğinin temelini attığını kavrayamazsınız. çünkü caz dipsiz bir kuyudur ve bu kuyu ancak teoriyle aydınlanır. sıkılmadan, oflamadan bütün kadansları, çözülmeleri, aralıkları yalayıp yutacaksınız, hissedeceksiniz tek bir notanın nelere kadir olduğunu... 3-4 notayla saatlerinizi geçireceksiniz, bend çekmeler, gereksiz trickler olmadan aynı notalarla insanları büyüleyeceksiniz. çok zordur sınırlı sayıda notayla solo atmak. yavaş metronomla çalışmak. swing ritmini iliklerinizde hissedeceksiniz, kulaklarınızda dönen bir çark olacak, tıpkı bir saat gibi. en ufak bir aksaklık canınızı sıkacak, bilerek aksamaya başlıyacaksınız bir süre sonra, aksayacaksınız, metronomla alay edeceksiniz, saat, zaman gibi kavramlar anlamını yitirecek bir trans halinde salyalarınız akarken uyanacaksınız ve bütün bunları 3-4 nota ve 1-2 gerilim sesle yapacaksınız. caz konserve edilmemiştir. klasik müzik gibi değildir. sonu olmayan yemyeşil bir çim sahadır. bütün notalar, sesler, saçmalıklar, aksamalar ve sessizlikler. evet sessizlikler... sonsuz puandorglar emrinizin altındadır. siz sessizliğin ne demek olduğunu bilmezseniz caz çalamazsınız. sabırsız insanlar sizi anlayamaz. caz sessizliktir. sessizliği bozan bir notadır ancak siz bile bilmezsiniz o sessizlik esnasında o sesin ne zaman geleceğini. bu yüzden yalnızsınızdır ve sizi kimse anlamaz. en yakınlarınız bile neyle uğraştığınız anlamaz ve algılayamaz. rock müzik gibi icra edemezsiniz cazı. insanlar size hayran kalmaz. beklentisiz icra edilir caz. bir doğaçlamaya başlarsınız ionian ile. arkada sürekli ta- ta ta- ta şeklinde devam eden swing ritmi, kafanızın içinde, en derinde... her şey harikadır, mutlu bir doğaçlamadır bu. gülümseyen notalar vardır. sonra bir anda parmaklarınız lydian'a ordan locrian'a kayar. ne olduğunu anlamazsınız. bu emri kalp mi vermiştir, beyin mi? kim karartı şimdi havayı? nereye gitti o gülümseyen notalar. artık yağmur yağıyordur ve bulutlanmıştır gökyüzü... ama siz devam ederdiniz locrian'a... moddan moda atlarsınız, lydian'dan mixolydian'a ordan phrygian'a. halden hale geçiş gibidir bu tasavvuftaki. yani demek istediğim caz çok şeydir. norveç'in o puslu havasıdır, new orleans zencilerinin çığlığıdır, taksimdeki kalabalığın uğultusudur, gloria'da sevgiliyle içilen kahvedir, alıp başını okyanusa açılmaktır.

ve belki de en güzeli: caz kahvaltıdır.

jazz'ı özdeşleştirdiğimiz görüntüler

çoğu insan jazz'ı bir davranış olarak betimler. bu davranışın da mekanla doğrudan ilgisi vardır. saksafon ya da trompetin ruhtan üflenerek çıkardığı sesin arkasında ya kent silueti ya da ışıltılı bir gecenin renkleri vardır. bunda sinemanın etkisi olduğu aşikar. insanlar izledikleri kliplerin, filmlerin etkisiyle kendini bir ana karakter, o insanı da bir izleyici olarak düşünür.

müzik dinlerken, türe, melodiye ve ritme göre görüntüler çağırır zihin. bunların büyük bir kısmı öğrenilmiş olanlardır. çoğunlukla o müziği ilk kez duyduğumuzda zihnimizin sıçradığı yer neresiyse sonradan da o sıçrayışın adımını atar, mekanla bütünleşiriz. şanslıysak buna eşlik eden bir insan vardır.

bazen de müzik öyle güçlüdür ki varlığınızı o siluetle birleştirir. insan o hayal dünyasında keskin bir duyumla hayata karışır.

john coltrane 'in naima eserini dinlediğimde loş bir odada mıcırlı garaj yolundan giren eski model bir arabanın farlarından çıkan ışık jaluziler tarafından kesiliyor ve karşımdaki duvarı yalıyor.

Naima


untitlet original 11383 bana kentte neon ışıkların hızla kayıp gittiği, yorgunluğun sızısına rağmen uyanık ve canlı kalmanın sarsıntısını yaşatıyor.

Untitlet Original 11383


chet baker 'ın polka dots and moonbeams eserini dinlerken roma'da ışıltılı bir bahar sabahı kırlara gidiyorum.

bu büyük insanlar, gezegenimizin geçmişte yaşadığı yıkıntıyı temize çeken yüce gönülleriyle enstrumanlarına ses verdiler. aynı nefesle konuşuyorum. sevgiler...

müziğin ulaşabileceği en uç noktadır caz

hakkıyla dinlemesi çalması kadar zor olan müziktir. dibi olmayan bir kuyuya, veya sonu olmayan bir uçuruma kendini bırakıvermektir caz. düşmenin hazzını, çarpma endişesi olmadan yaşatan müziktir... yüreğin ifade etmekte zorlandığı duyguları, parmakların ifade etmekte zorlandığı notalarla anlatmaktır caz. matematiği edebiyatla dans ettiren müziktir. çalan kişinin duyguları ile parmakları arasından çekilip havada uçuşan notaları izlemesidir, dinleyen kişiyi kulakları ile duyguları arasından çekip alan müziktir...

caz, müziğin simyasıdır.