Çizgi Roman Sanatında Çizim Tarzının Hikayeye Kattığı Gösterişsiz Ama Kritik Şeyler
çizgi roman çizim ve metnin uyumlu bir karışımı olarak ortaya çıkan bir sanat türü olduğu için, hikayeye uygun bir çizim üslubunun tercih edilmesi önemli bir husustur. her çizerin tarzı her hikaye için uygun olmayabilmektedir. uygun bir çizim üslubunun kullanılmasının da ötesinde, bu üslup, sadece hikayeyi görsele döken bir araç olmaktan çıkıp, bizzat kendisi bir hikaye elementine dönüşmektedir.
çizim ve metnin bir karışımı olarak çizgi romanda resimlerin, metne eşlik etmek gibi bir misyonu söz konusuyken, bu resimlerin sadece metni süsleme amaçlı kullanılması istenmeyen bir durumdur. çizgi romanda metin, resim ve tipografik öğeler (düşünce kutuları ve konuşma balonları) birbirlerini tamamlamalı ve tek başlarına elde edemeyecekleri bir etkiyi yaratabilmelidir. böylelikle görüntüler sözel anlatıma dönüşürken, sözel anlatım da görsellere dönüşmektedir. metin, çizimde görülemeyecek kısımları ifade ederken, çizimler de dikkati odak noktalarına çekmeli, hareketin hızını artırmalı ve dramatik vurgu için okurun zamanı ve olayları algılama biçimini manipüle etmelidir. çizgi romanda çizim ve metin arasındaki ilişki tek panel ve tüm paneller olmak üzere iki başlıkta ele alınabilir. her bir panel kendi içinde ayrı bir çizim ve yazı dengesine sahipken, aynı şekilde, bir sayfada, hatta çizgi romanın genelinde de benzer bir çizim-metin dengesi söz konusudur. bu dengeler sürekli değişkendir, ne zaman çizimin, ne zaman yazının ön plana çıkacağı veya ne zaman eşit olarak kullanılacağı, kurgunun biçimine ve anlatılmak istenen hikayeye göre değişime uğrar.
çizimin metin ile uyumlu kullanımı ve panellerdeki dengeye ek olarak, tercih edilen çizerin, dolayısıyla çizim üslubunun, hikâyenin yapısına uygun olması gerekmektedir. bu durum anlatımı bir katman daha derinleştirir ve çizgi romanı daha kaliteli kılar. çizim üslubu hikâye ile uyumlu olduğunda hikayeyi doğru şekilde aktarmanın da ötesine geçer ve çizim üslubunun bizzat kendisi bir hikaye unsuru olur. çizimdeki küçücük ayrıntılar bile, bir hikayedeki önemli gelişmeleri ön plana çıkarabilir. soyut, dışavurumcu veya sembolik bir imge, yoğun olarak hissedilen bir duygunun anlatılmasını güçlendirebilir. aşırı stilistik bir seçim, bir hikâyenin her anına baskın bir ruh hali ile yatırım yapabilir. çizim üslubuna ek olarak, illüstrasyonda kullanılan boya / renklendirme türü de farklı anlamlar barındırır. teknik yalnızca çizimde iletilen mesajı taşıyan bir araçtan ibaret değildir; görselleştirilen konuya, mesaja veya düşünceye anlam düzeyinde büyük oranda katkı sağlayan bir öğedir. çeşitli malzemelerin kullanılması vasıtasıyla çizimlerin görsel tesiri ve kavramsal altyapısı kuvvetlendirilebilir. nihayetinde resimleme tekniklerinin yalnızca görsel anlamda ilgi çekici olmadığı, iletinin anlatımına ve mesajı iletebilme fonksiyonuna önemli ölçüde katkıda bulunabileceği görülmüştür. tercih edilen tekniğin biçim ve içerik ilişkisi bakımından görselleştirilen konunun kavramsal altyapısını destekleyici nitelikte olması, resimleme sürecini daha kuvvetli kılar.
örneğin dick tracy’de chester gould, yetişkinlerin karanlık ve ölümcül dünyasını canlandırmak için cesur çizgiler, küt açılar ve yoğun siyahlar kullanırken, carl barks’ın varyemez amca’sında kullandığı yumuşak kavisler ve açık çizgiler gençlik, maymun iştahlılık ve masumiyet ifadelerini taşır. r. crumb’ın dünyasında masumiyetin kavisleri, modern yetişkinliğin nevrotik fırça darbeleriyle ihanete uğrayıp ızdırapla dışlanırken, krystine kryttre’nin sanatında çocukluğun kavisleriyle munch tarzı çılgın çizgiler, deli bir çocuk imgesi yaratır.
1960’ların ortalarında, ortalama marvel okuru, ergenliğe girmek üzere olan gençlerden oluşuyorken, popüler çiniciler kirby/sinnott’a öykünen dinamik ama dost canlısı çizgiler kullanırlardı. ama marvel’in okur tabanı ergenlik endişeleriyle tanışır tanışmaz, rob liefeld’in saldırgan ve tırtıklı çizgileri çok daha uygun görünmeye başladı.
onyıllar boyunca renkli çizgi romanlarda nick cardy gibi sanatçıların kendilerine özgü üslupları, her hikâyeye kişisel bir damga vurmuşken, jules feiffer’in düzensiz çizgileri, modern hayatın içsel çatışmalarının bir pandomimi içinde kendi kendileriyle savaşır.
jose munoz’un sanatında yoğun mürekkep birikintileri ve yıpranmış çizgiler, fesat ve çürümüşlüğün kol gezdiği bir dünyayı betimlerken, joost swarte’nin körpe ve zarif çizgileriyle gözalıcı tasarımları, ironi ve havalı bir bilmişlik taslar.
spiegelman’ın “cehennem gezegeninde bir tutsak” adlı eseri, özellikle kullanılmış ekspresyonist çizgileriyle, gerçek bir korku hikayesi anlatır. eisner’ın modern işleri ise, çizgi üslubundaki geniş yelpazeyle, birçok duyguyu ve farklı ruh halini yansıtır.