Çizgi Roman Uyarlamalarına Karşı Ön Yargınızı Darmadağın Edecek Adaptasyon Filmler

Genellikle sanatsal çıtası yüksek ve az bilinir bu filmlerin her biri izlenmeye değer. Ana akımın dışında kalan çizgi romanlardan uyarlanan en iyi uyarlamalar, buyrunuz.

American Splendor (2003)

"şerefsizim benim aklıma gelmişti" dedirten fikirlere sahip her film gibi bu da hem hayran bırakıyor, hem de buruk bir tat veriyor. yazmaya, çizmeye meraklı herkesin, sanatsal yaratımla ve aslında hayatla derdi olan herkesin keyif alacağı, gerçekten zeki adamlardan çıktığı çok belli olan, inanılmaz yaratıcı fikirler içeren bir film. süper-komik oyunculuk da cabası.

izledikten sonra makiniste gidip filmi istemek istedim, yiyesim geldi, içime sokmak istedim çünkü, abartmıyorum. 2003'ün en güzel şeylerindenmiş, gösterime girdiğinde bir kez daha izleyeceğimden eminim.

Ghost World (2001)

sıradanlığın, naifliğin ve yalnızlığın başyapıtı. istisnasız bana bu yaşımda bile halen ergen olduğumu söyleyen film. eğer ergenlik, yalnızlıksa tabii. film beraberinde steve buscemi kılıklı orta yaş erkeklere aşık olma sanatını da beraberinde getirebilir.

V For Vendetta (2005)

çok geç izlediğim için kendime bol bol küfrettim. filmi izlemek yetmiyor, o hızın içinde yitirilen bir sürü cümle var. kesinlikle senaryosunun da okunması lazım. pek çok modern ve postmodern kavrama gönderme olduğunu farketmek mümkün. pek gizlisi saklısı olan bir film değil. ancak tüm politik mesajlarının yanında insan ruhuna hafifçe dokunup ürperten bir yanı da var. içimde bir isyan, bir sokaklara vurma isteği de yaratmadı değil.

Blue is the Warmest Color (2013)

etkisi izlemenin üstünden geçen zamanla birlikte artan filmlerden.

aldığı abartılı övgüleri ve haksız yergileri kulak ardı edip izlenmesi gerektiği kanaatindeyim. bir "lezbiyen filmi" izleme amacıyla gidecekseniz hiç izlemeyin zaten. söyleyecek sözü olan bir yapım evet, fakat bu sözlerin pek azı eşcinselliğe dair. daha çok büyüme, kendini keşfetme, aşık olma ve ayrılık temaları üstüne yoğunlaşan bir konuya sahip. oyunculuk ve diyalogların ön planda olduğu bu gibi filmleri seviyorsanız, kaçırmayınız.

hem fragmanda, hem de filmde yer alan i follow rivers şarkısının çok yakıştığı filmdir ayrıca.

Kick-Ass (2010)

şu içinden dünya çıkan filmler kadar güzel bir şey yok. bu da onlardan. niye film izler bi insan, bilmem herkeste farklıdır belki ama, bence gitmek için izler, gidebilmek için. bulunduğu her şeyden, herkesten. başka bir şey için izler. elbet kendini bulduğu, kendinden parçalar görmeyi de ister, ama başka bi dünyada. ondan şu başka bi ihtimal de var diyen filmler kadar cazibi yok işte.

The Diary of a Teenage Girl (2015)

son derece dürüst, açık sözlü, önyargısız ve cesur bir film. cinselliğe, mutluluk düşüncesine ve yaşamın anlamına yargılamadan, suçlamadan ve belki de ilk defa bu kadar kızların tarafından bakabilmeyi başarmış. bunu yaparken de unicornlarla pembe bulutların üzerinde gezinmemeyi de başarmış. her şey dozunda, dengeli.

fakat adam da yakışıklı (bkz: alexander skarsgard)

Persepolis (2007)

iran ile ailevi bağları olan biri olarak şah zamanı iranı annem ve dedemden dinleyerek büyüdüm. devrim olduktan sonra ise iranı oradan gelebilen yakınlarımızdan dinlemiştim. film marjane satrapi'nin gözünden anlatılıyor ki kendisi iran azerisidir ve şahlık pehlevilerden önce azerilerin elindeydi. tüm anlatılanlar o zamanlarda orada bulunan dedem ve annemin dedikleriyle o kadar çok örtüşüyor ki ben bizim ailenin hikayesi anlatılıyor sandım... gözlerimi buğulandıran bir film...

Snowpiercer (2013)

son birkaç yılın en iyi bilimkurgu filminden biri. özellikle konusunun sınıfsal farklılık olması ve bunu olabildiğince sert işlemesi sayesinde içinde yaşadığımız dünyayı sorguluyorsunuz ve aynı zamanda konuyu da olabildiğince sürükleyici işlediği için hiçbir şekilde sıkılmıyorsunuz. ki sırf aksiyon niyetine bile izlense iyi bir film izlemiş olursunuz.

Oldboy (2003)

ihtiyar delikanlı diye de bilinir, kore filmi lan bu deyip geçmeyin, tüm klişeleri yok edip sinemaya bambaşka bir boyut kazandırmıştır, bir dedikodu vardı "tarantino 2004 cannes'te tüm jüri üyelerini karşısına alıp büyük ödülü bu filme verdirtmiştir" diye, film ödülün hakkını veriyor, psikolojinin dibine vuran bir film.

Scott Pilgrim vs. the World (2010)

çok geniş bir kitleye hitap etmeyen bir film. 90'larda gençlik çocukluk yaşamış herkesin yüzünde eblek bi sırıtış bırakır, öyle izletir bütün filmi. zaten 2 saatlik filmin içine çabuk geçişlerle akıllı yönetmenlikle 5 saatlik malzeme doldurmuşlar, öyle sıkılmak mümkün değil. noluyor konuyu takip edeyim derken ilerliyor zaten film. arada klişe espriler de barındırmasına rağmen gayet orijinal gayet güzel bir film.

A History of Violence (2005)

john wagner ve vince locke'un çizgi romanından değil de daha çok carl gustav jung'un aspects of the masculine'ininden uyarlanmış gibi duran harika bir cronenberg filmi. ilk sahneden son sahneye kadar hitchcock kokusu var buram buram, mis gibi.

film boyunca "hero" arketipini baba ve oğul stall'lar parçalayadursun siz yine de filmin başındaki (cheerleader fantasy) ve filmin ortalarında merdivende vuku bulan (the return of the king) sex sahnelerini dikkatle ve ibretle seyredin...

(bkz: something wicked this way comes)

Akira (1988)

zannedersem animelere dair çok temel unsurlar içermesi, dönemine uygun senaryosu ve müthiş görselliği ile anime tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. hatta yapılmış tüm filmler gibi geniş bir yelpazede dahi çok şahane bir yerde durduğunu da iddia edebiliriz. 

Japon Çizgi Romanları ve Animelerinde Karakterlerin Gözleri Neden Büyük Resmedilir?

2017'nin, Hikayesi ve Yarattığı Görsel Atmosferiyle Akıllarda Kalan En Nitelikli Çizgi Romanları