Coğrafyanın Amerika'nın Bir Süper Güce Dönüşmesindeki Yadsınamaz Etkileri

Birkaç yüzyıllık bir devlet olan ABD'nin nasıl süper güç haline gelebildiği sorusunun cevaplarından biri de ülkenin içinde bulunduğu coğrafya.
Coğrafyanın Amerika'nın Bir Süper Güce Dönüşmesindeki Yadsınamaz Etkileri

birkaç yüzyıllık bir devletin nasıl süper güç haline gelebildiği sorgusunun belki de en gizlenmiş ve en hakkı verilmeyen cevabı, amerika birleşik devletleri'nin bulunduğu coğrafyadır. kuruluşundan itibaren, ülkenin gelişim basamakları coğrafya tarafından dizayn edilmiş.

abd, 330 milyondan fazla nüfusa sahip olan bir ülke. teknolojik gelişimlerini bir kenara bıraksak dahi bu büyüklükte bir nüfusun beraberinde güçlü bir ordu getirmesi beklenen bir olgu. yeterli düzeyde bir orduya sahip olmasa bile bulunduğu konum abd'yi işgallerden koruyor. kuzeydeki kanada oldukça dostane bir yapıya sahip. güneyindeki meksika ise devlet otoritesi ve mayfa devleti kavramları arasında sürekli çatışma halinde. dolayısıyla kara sınırlarından abd'nin işgale uğrama tehlikesi yok denecek kadar az. deniz yolu aracılığı ile abd'yi işgal etmek isteyen düşmanların ise önünde iki seçenek var: ya pasifik'ten kaliforniya kıyılarına çıkacaklar, ya da atlantik okyanusu'nu aşıp amerika'nın doğu sahiline inecekler. her iki opsiyon da en az bir adet okyanusun aşılmasını gerektiriyor. tedarik hatlarının uzunluğu nedeniyle oldukça zahmetli ve maliyetli bir işgal planı bu. sonuç olarak, abd'nin karadan veya denizden herhangi bir düşman işgaline uğrama olasılığı neredeyse yüzde sıfır.


abd, kendisine doğal savunma sistemini bahşeden bu coğrafik avantajını kurulur kurulmaz elde etmedi haliyle. amerika'daki ilk koloni devletleri kıtanın doğu ucunda kurulmaya başladı. üzerinde bulunduğu konumu nedeniyle günümüzdeki coğrafik izolasyonu elde edebilmek için kolonilerin genişlemeye; daha doğrusu toprak almaya ihtiyaçları vardı. doğu kıyısında kurulan ilk 13 koloninin batı kıyısına kadar uzaması bir dizi politik başarıların sonunda vuku buldu. koloniler, ilk olarak yedi yıl savaşları'nda fransızları mağlup edince mississippi nehri'nin doğusundan itibaren fransızların kontrolünde bulunan topraklar kolonilerin eline geçti. bu başarı, göründüğünden daha büyük bir kazanımı da beraberinde getiriyordu; çünkü koloniler, üzerinde taşımacılık ve ulaşım yapmaya imkan veren bir nehre sahip olacaklardı. mississippi nehri'nin kolları amerika'nın kuzey ve güney istikametinde büyük bir alanı kapsaması nedeniyle koloniler tedarik ve lojistik bakımından büyük bir avantaj elde ettiler.


mississippi nehri'nin beraberinde getirdiği nehir taşımacılığı avantajı bir koşula bağlıydı: nehrin okyanusla birleştiği yerin abd'nin kontrolü altında olması. eğer new orleans şehri (nehrin okyanusa döküldüğü yer) abluka altına alınır ve abd'nin deniz ticareti ayağı kesilirse, bu büyüklükteki bir nehrin kontrolünü elde bulundurma avantajı da otomatik olarak ortadan kalkacaktı. dönemin başkanı thomas jefferson da işte tam olarak bu durumdan korkuyordu. fransızların new orleans limanını abluka altını alması ve ellerinde bulunan toprakları genişletmek istemelerinden çekinen jefferson (bana kalırsa en vizyoner hamlelerden biridir bu. 19. yüzyılın başındaki eksik imkanlara rağmen bir nehrin jeopolitik önemini bu şekilde analiz edebilecek bir öngörüye sahip olmak gerçekten takdire şayan.) hemen napolyon'a elçiler gönderdi. napolyon, new orleans şehrini satın alma niyetlerini belirten elçilere karşı bir teklif sundu; -çünkü avrupa'da devam ettirdiği savaşlar için paraya ihtiyacı vardı- lousiana'nın (neredeyse kıtanın üçte birini oluşturan büyüklükteki bir bölge) tamamını 15 milyon dolara satmak. bu teklif abd tarafından hemen kabul edildi. belki de tarihin en karlı pazarlığı yapılmış oldu.

abd, genişleme politikasını sürdürmeye devam etti. new orleans'ta yaptığı gibi florida bölgesini de ispanyollardan almak istedi. önce florida'yı işgal etti. avrupa'daki napolyon seferiyle iyice yıpranan ispanya herhangi bir direniş göstermedi ve florida'yı 5 milyon dolara abd'ye satmaya razı oldu.


abd'nin önce işgal sonra da para teklif etmeye dayalı genişleme planı meksika üzerinde de uygulandı. bir dizi savaş ve pazarlıklar sonucunda abd teksas ve kaliforniya'yı da topraklarına kattı. ingiltere ile yapılan "49. paralelin altındaki yerler benimdir" anlaşması da kuzey batı sınırlarını abd'ye kazandırdı. kıta amerikası'nın artık iki okyanusa kıyısı vardı. buna rağmen genişleme politikasından vazgeçilmedi ve alaska'yı ruslardan 7,2 milyon dolara satın aldılar. abd'nin, bu saatten sonra herhangi bir işgale uğrama korkusu kalmamıştı; tarım yapılabilir alanlarının sayısı oldukça genişti, çoğu bölgede de tarım yapmaya olanak sağlayacak iklim mevcuttu. bu gibi sanayi devrimi sonrası imparatorluk problemlerini aşmayı başaran abd, artık tüm gücünü politik yapının düzenlenmesine (bir bakıma abd'yi süper güç olmaya doğru götüren sistem) harcayabilirdi.


bulunduğu coğrafya ve yerinde atılan politik adımlar, abd'nin süper güç olmasına katkıda bulunmaya devam etti. taşımacılığa olanak veren nehirler ticari faaliyetleri teşvik etti. kuruluştan daha sonraki dönemlerde toprak bütünlüğüne alınan alaska ve teksas'ta petrol keşfedildi. her türlü zorlu koşulların simülasyonunu oluşturabilecek kapasiteye sahip bölgelerin (çöl, yağmur ormanları, aşırı soğuk iklim vs.) de sınırlar içinde bulunması orduya gerekli olan eğitimlerin verilmesi konusunda destek oldu. ikinci dünya savaşı, vietnam, ırak ve afganistan savaşlarında silahlı kuvvetlerini kendi ülkelerinde eğitme fırsatına sahip oldu abd.

bulunduğu coğrafya, abd'ye bazı dezavantajlar da sağladı. bitmek bilmeyen kasırgalar, kaliforniyadaki fay hattı, aktif yanardağlar gibi küçük problemleri de var amerika'nın. fakat bu problemlerin; coğrafyanın abd'ye sağlamış olduğu katkıların yanında esamesi bile okunmuyor.

abd, bugün bulunduğu konumda olmasaydı günümüzdeki gibi süper bir güç olamazdı.