Çoğu İstanbullunun Hayatı Boyunca Unutamadığı Efsane 2004 Kışı
istanbul'un efsane 2004 kışı... fırtına nedeniyle boğaz köprüsü'nün halatlarından birinin koptuğu, tem otoyolunun 17 saat boyunca kapalı kaldığı, hayatımda gördüğüm ve tahmin ediyorum görebileceğim en efsanevî kış idi.
"1987 kışı varken bunu konuşmayın" demişler. bilmiyoruz ki abi 1987 kışını...
neyse, 21. yüzyılda istanbul'da bir mahallenin nasıl da 16. yüzyıla geçiş yaptığını okuyacaksınız.
bu kış, gök gürültülü kar yağışına şahit olunup da kıyamet alameti söylentilerinin ayyuka çıktığı bir kış idi. biz zaten o dönem minibüs, otobüs gibi ulaşım araçlarının geçmediği; topluca ölsek birilerinin bir ay sonra bu durumdan haberdar olacağı bir mahallede yaşıyor olduğumuz için çok daha efsanevî olmuştu bu kış bizim için.
babam da dahil hiç kimse günlerce işe gidememişti yoğun kar yağışı ve tipi nedeniyle.
bu kar yağışı akşamüzeri başlamış ve neredeyse günlerce hiç durmaksızın devam etmişti. ilk sabaha uyandığımızda babamın evin önünde neredeyse benim boyum kadar olan kar yığınını temizlemeye çalıştığını hatırlıyorum. daha sonra bahçedeki tavuk kümesine kadar karı temizleyip ancak açabilmiştik kümesin kapısını. ancak hiçbiri dışarıya çıkamadı tabii hayvanların.
elektrikler çoktan gitmişti tüm mahallede. mahalledeki bakkala ekmek getirilemediği için bakkalın önünde un kuyruğuna gitmiştik ve tabii ki mum.
çocukluk arkadaşlarımla hâlâ bir arada yaşadığımız için ara sıra bu kışı kendi aramızda da konuşup yâd ederiz.
o vakitler hepimiz yine kahvaltıdan sonra toplanmış ve ne oynayacağımızı şaşırmıştık. tipi sebebiyle yürümekte dahi zorlanıyorduk. mahalle kültürüyle büyümüş kişiler bileceklerdir ki çocuklukta böyle dönemlerde mahallenin en gidilmemesi gereken yerlerine gitmek gerekir. biz de öyle yapmış ve normalde ineklerin yayıldığı, mahallenin biraz dışında kalan tepeye doğru yürümeye başlamıştık ellerimizde ortadan ikiye kesilmiş bir varilin iki parçası ile.
saatlerce tepeden aşağıya kaymıştık bu varil parçalarının içine girip.
nihayetinde evlerimize dağıldığımızda annemin sacda ekmek pişirdiğini, babamın da anneme yardım ettiğini gördüm.
karanlık çöktüğünde çay tabağına dikilmiş bir mum, sehpanın üzerinde yanıyor; sobanın üzerindeki güğüm fokur fokur kaynıyordu. perdeleri sonuna kadar açmıştık ve çay içerek dışarıdaki tipiyi izleyip bir yandan da sohbet ediyorduk.
babam, eskiden köyde de böyle kışlar gördüklerini ama istanbul'da böylesine ilk defa şahit olduğunu anlatıyordu. o hikâyelerine hikâye kattıkça ben bir daha asla mahalleden çıkamayacağımızı falan düşünmeye başlamıştım.
ertesi gün bütün çocuklar yine toplandık ve fark ettik ki o gece her evde aynı tarz muhabbetler dönmüştü. artık birbirimizi korkutmaya başlamıştık. yolda yürüyen her kedi, bizim için potansiyel bir cin idi.
mahallenin abileri devasa büyüklükte bir kardan adam yapmaya başladıklarında herkes elini karın altına sokmuş ve ortaya gerçekten çok büyük bir kardan adam çıkmıştı. hatta içlerinden birisi sigara yakıp kardan adamın ağzına tutturmuştu.
günlerce o kardan adama kimse dokunmadı. özgürlük heykeli gibi yükselmişti mahallede. gelip geçen kişilerden kimisi kardan adamın biten sigarasını yenisiyle değiştiriyordu.
akşamları buluşma noktası olmuştu bu kardan adamın yanı. abiler kendi aralarında konuşuyorlar biz de biraz uzaktan onları dinliyorduk.
"oğlum bir daha o tepeye gitmeyin ha! domuzlar, ayılar falan geliyormuş oraya" tarzı cümleleri ciddiye almıyor gibi görünsek de ertesi gün kimse tepeden aşağıya tek başına kaymaya cesaret edememişti.
tipi, hiç susmayan bir uğultu ve yoğun kar yağışı içerisinde geçen bu günlerin ardından nihayet yolun açıldığı haberi geldi. sevindik mi üzüldük mü bilmiyorum ama bizim mahallede hâlâ bir efsane olarak anılır bu kış. kime sorsak muhakkak kendine özel bir hatırası vardır bu kışla ilgili...