Ekonomik Değişimlerin Beklendiği 2019'da Türkiye Ekonomisi Neler Yaşayacak?
FED: Federal Rezerv Sistemi, 23 Aralık 1913'te kurulan ABD'nin merkez bankası.
olası 2019 ekonomik krizi, temel açıdan an itibarıyla iki belirsizlik barındıran bir krizdir
bunlardan ilki dünya ekonomisine dair, ikincisi ise türkiye'ye dair.
dünya ekonomisinde bir belirsizlik hakim olsa da, açıkçası ben bu belirsizliğin fed'in parasal sıkılaştırmasını yavaşlatma eğiliminde olduğuna inanıyorum. abd'de istihdam artışları, ortalama maaşlarda artış çok ciddi boyutlara ulaştı kabul ediyorum ama bunda ticaret savaşlarının payının ne kadar olduğu konusunda ortada net bir bilgi sahibi göremediğim için tüketim odaklı ortodoks para politikalarının ne kadar işe yarayacağı konusunda emin değilim.
şöyle açayım, trump yönetimi çin'den ithalatı caydırıcı hale getirecek adımları geçtiğimiz sene attı. bu malların çoğu eğer abd'deki sabit sermaye yatırımları üzerinden abd'de üretilir hale gelmişse, yaşanan enflasyon artışı talepten ziyade üretimden geliyordur denebilir. abd üfe verilerini bilmiyorum incelemedim ama inceleyecek olsam ilk bakacağım şey bu olurdu. eğer temel neden bu ise, takdir edeceğiniz gibi abd'de işçi maliyetleri çin'den katbekat fazladır, ayrıca bu işleri yapmak isteyen birleşik amerikalı çalışan sayısı azsa istihdamla beraber görece ücretlerin de artmış olması pek sürpriz sayılmaz.
bunun dışında ise, finansal piyasaların qe2 döneminden beri likidite bağımlısı olduğunu düşünürsek faiz artırımları ve bilanço daraltma adımlarının piyasalarda bir panik yaratarak reel sektörün de dengesini bozma ihtimali fed'i düşündürüyor olabilir.
kısacası
1) çin ile yaşanan ticaret savaşlarının dünya ekonomisine yavaşlama sinyalleri verdirmesi
2) çin'de bu yüzden yaşanan yavaşlamanın dünya ekonomisine ayrıca zarar verme ihtimali
3) dünya ekonomisi yavaşlamasına rağmen büyümeye devam etse dahi, bu durumun amerikan ekonomisinde de eninde sonunda yavaşlamaya neden olacağı gerçeği
nedenlerinden dolayı fed aylık 50 milyar dolarlık bilanço küçültme hamlesinden geri adım atmasa da, 2019 için faiz artırım öngörülerinde bir durup düşüneceğe benziyor. ayrıca piyasaları da ben şımarık çocuk gibi görüyorum bu noktada çünkü 2018 yılının başında fed 2018 ve 2019 için dörder faiz artırımı öngörmüştü ve bu öngörüleri 2018 yılında uygulandı. fed 2018 yılında dört adet faiz artırımı gerçekleştirdi ama bugün en şahin guvernörler arasında bile 2019 için maksimum üç faiz artırımı dillendiriliyor. bence genel beklenti ise iki artırım olacağı yönünde ama faiz artırımı yapılmaması hatta indirimi yapılmasını sanki piyasalar bekliyormuş ve bu yüzden hayal kırıklığı yaşanıyormuş havasını da bu şımarıklığa bağlıyorum.
bir belirsizlik halen hakim olsa da, genel olarak 2019 yılında 2018 yılındaki şahin beklentilerden uzak olduğumuzu düşünüyorum, en azından şimdilik. bu, türkiye yani bizim için iyi bir haberdir. ödemeler dengesi krizi yaşamamak için borçlanmak zorunda kalan verimsiz ekonomik yapımızda borçlanma maliyetlerimizin düşeceğini gösteriyor, ki bu da ayrıca petrol fiyatlarından en büyük ticari partnerimiz ab'ye kadar birçok parametre üzerinden ekonomimizi etkileyecektir.
ikinci belirsizlik ise çok daha çetrefilli ve ekonomide ne olacağını görebilmek için belki de yılın ilk yarısına kadar bizi beklemek zorunda bırakacak bir belirsizliktir. gerçekçi olmak gerekirse hükümetin şu ana kadar yaptıklarına bakarak eğer martta seçim olmasaydı ben bu durumu belirsizlikten ziyade umutsuzluk olarak adlandırırdım. bu nedenle gerçek ekonomi politikalarımızı görebilmek için ne yazık ki seçimlerin geçmesini beklemek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
ağustos ayındaki kur şokundan bugüne kadar ekonomi yönetiminde yaptıklarımızı değerlendirmek gerekirse
1) eylül ayındaki faiz artırımı ve sıkı para politikası
2) açıklanan yeni ekonomik program ve maliye politikasında sıkılaştırma vaatleri
3) düşen tüketimi canlandırma amacıyla yıl sonuna kadar denen ama seçim sonuna kadar uzatılan ötv ve kdv indirimleri
bu üç madde, aslında krizden çıkış için ilk olarak atılması gereken adımlardı. kimileri genişlemeci maliye politikası adımları olan üçüncü maddeyi olumsuz buldu ama bence değil, bunun temel nedeni ise verimsiz ekonomik yapımızdır.
çünkü gelir vergisi ve kurumlar vergisi toplamayı beceremeyen devlet yüzünden vergi gelirlerinin çoğu tüketim kalemlerinden elde ediliyor. dolayısıyla tüketim azaldığında devlet bütçesi de açık vermeye başlıyor. eğer mikro-ekonomik saiklerle devlet bütçesi ele alınacak olursa, ki verimsiz ekonomik yapımızda bu ne yazık ki oldukça mantıklı, vergi oranlarını biteviye artırarak vergi gelirlerinim artırılamayacağı görülür, hem de talep ne kadar inelastik olursa olsun.
inelastik talep: örnek olarak bir malın fiyatındaki %10'luk bir artışa/inişe, tüketici %3'lük talep azalışı/artışı ile cevap veriyorsa inelastik; bunun yanında, maldaki %10'luk bir artış, tüketici talebinde %30 azalışa neden oluyorsa elastik talep oluyor.
misal sigara, alkol vb. ürünler inelastiktir. devlet %20'den fazla zam koysa dahi, kullanıcılardaki azalma %3-4'ü geçmez.
özellikle artan faizlerle darbe yiyen tüketici kredileri nedeniyle devlet bütçesinde iyileşme sağlamak için bir maliye politikası olan vergi indirimlerini uygulamak zorundaydı. kimileri bunun ithalatı artırarak cari açığı artıracağını savundu ama ben bu görüşe katılmadım çünkü vergi yükü zaten o kadar yüksek ki, ekonomik yapının verimsizliğinde dahi vergi düşüşü bütçe gelirlerini olumlu etkilerken cari açığı korkulduğu kadar artıramadı.
buraya kadar pek sorun görmedim ama bundan sonraki adımlar ne yazık ki maliye politikasının para politikasına saldırarak onu da kendine benzetmeye çalışma adımlarına benziyor. çünkü, bu adımlarla hem maliye hem de para politikası tarafında sıkı ekonomi politikası sinyalleri veriliyordu fakat yaklaşan seçimler, belki de seçimler yüzünden değildir hükümetin genel ekonomi politikası budur, nedeniyle verilecek teşvikler maliye politikasını yürütmekle yükümlü hükümetin para politikasına karışmasına yol açtı.
daha önce yazmıştım ama neydi bu adımlar bakalım
1) asgari ücrette %26'lık artış
2) 100 milyar liranın üzerinde kredi kartı borcunun ziraat bankası üzerinden piyasa faizinin oldukça altında yeniden yapılandırılacak olması
3) futbol kulüplerinin borcunun yeniden yapılandırılması
4) çiftçiye verilen kredi desteği
5) halk bankası üzerinden kobilere dağıtılacak 26 milyar liralık kredi
6) tcmb ve diğer kurumların ödediği kurumlar vergisinin geleneksel olarak mart ayı yerine derhal ödenmesi talebi
7) yurt içi yerleşiklere %4 faizle euro ve dolar tahvili satma kararı
8) son dört ayda iki kez 2 milyar dolar seviyesi ve %7.38-7.68 faiz bandında tahvil ihracı
öncelikle asgari ücret ne kadar artarsa artsın sonuçta türk lirası cinsinden olacağı için yaratılacak enflasyon ertesinde zaten eriyip gidecektir bu nedenle pek bir bozulma yaratacağını sanmıyorum ödemeler dengesi üzerinde. çiftçiye verilen kredi desteği gene de bence olumlu çünkü sonuçta çiftçi üreten kesim ve bu haliyle bile hacmen, verimsiz yapısı nedeniyle makroekonomik göstergeler üzerinde pek bir baskı oluşturamaz.
gel gelelim, diğer maddeler ya ahlaken oldukça yanlış, ya ekonomik olarak hiçbir işe yaramayacak olan ya da ikisinin birden geçerli olduğu yaklaşımlardır ve maliye politikasını yürütmekle görevli olan hükümetin maliye politikasının sınırları içerisinde kalmayarak sıkı para politikasını gevşekleştirmeye çalıştığı adımlardır, başka bir ifadeyle kendi alanının dışına çıkmasıdır.
tekil bir şekilde bu durumun maliyeti devlet bütçesinden karşılanacak olsa denebilir ki bu da sektörel plan nedeniyle maliye politikasının içinde değerlendirilebilir ama
1) bu zararların kamu bankalarına görev zararı yazdırarak maliyetlendirilmesi
2) neredeyse finansal teşvik verilmeyen sektör kalmaması nedeniyle tekillikten uzak olması
nedenlerinden ötürü böyle değerlendiremeyiz. bir maliye politikası aracı olan vergi indirimleriyle ekonomik aktiviteyi artırmaya çalışmanın cari dengeyi bozucu etkisi sınırlıdır. vatandaşı sadece cebindeki parayı harcamaya teşvik eder çünkü bankaların kredi verme iştahı düşük ve verse de kredi faizleri hayli yüksektir bu nedenle piyasa faizlerinde bir bozucu etki yaratmaz ama ucuz faizle kredi vermeye zorlayan ve bunu tekil sektör için değil de alakalı alakasız ne kadar sektör varsa yapmaya kalkan bir maliye politikası para politikasını arkadan vuruyor demektir, bu durumda da tahmin edersiniz ki yeni kur-faiz-enflasyon sarmalı kaçınılmaz olacaktır.
peki başta belirttiğim belirsizlik nedir?
bu adımların gerçekten hükümetin politikası mı olduğu yoksa seçimlere kadar politikasının bu mu olacağı konusundaki belirsizliktir. eğer ilk durum geçerliyse, ülkede gelecek için herhangi bir umut beslemenin hiçbir anlamı kalmamıştır. açıkçası ben buna inanmak istemiyorum çünkü geçen sene yaşanan ağır kur şokundan sonra birilerinin bu inadından ders çıkaracağını düşünüyorum, ki çıkarmasa da çıkaracaktır. bu sadece krizden çıkışın maliyetini artırır ve zamanı öteler o kadar.
yani bence buradaki belirsizlik düşüktür, ama belirsizliğin daha büyüğü ise seçim sonrası atılacak olan adımlarda hükümetin ne kadar fedakar olabileceğinin limitlerinde saklıdır. kabul edelim etmeyelim, türkiye ve osmanlı'nın padişah genç osman'ın katlinden beri geçen 401 sene boyunca bir kutuplaşma sorunu oldu. tanzimat sonrasında ise bence bu kutuplaşma modernleşmeci-muhafazakar bandı üzerinden gelişti.
--- spoiler ---
bundan sonrası benim kendi öznel yorumlarım ve katılmak zorunda değilsiniz. bu nedenle, sahip olduğunuz katı fikirleriniz varsa okumanızı tavsiye etmiyorum.
--- spoiler ---
kabul etmek gerekir ki, bu dualite toplumun sosyoekonomik gelişimini aşırı derecede yavaşlatıyor. bunun temelinde ise, siyaseti pastanın bölüşüm aracı olarak görmek ve genele ve özelde ise muhafazakar tabana yansımış entelektüel kıtlık yatıyor. bu kıtlık toplumun iki kesimine de eşit şekilde yayılmış olsaydı, yapısal reformların önünde böylesi bir direnç yaşamayabilirdik belki ama o zaman da böyle bir ülke olur muydu emin değilim.
bazıları bu kutuplaşmanın akp ile birlikte geldiğini zannediyor ki onlara sadece gülüyorum çünkü bu resmen yaşanılan ülkenin toplumundan bihaber olmak demektir.
osmanlı'da yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar varan süreç
tanzimat ve ıslahat fermanları
meşrutiyet ilanları
edebi cenahta mehmet akif-tevfik fikret kapışmaları
ittihat ve terakki gelişimi
atatürk dönemi reformları
atatürk döneminde şeriat tabanlı ayaklanmalar
adnan menderes iktidarı ve tahkikat komisyonları
adnan menderes'in idamı
bu topraklardaki en özgürlükçü 1961 anayasası
12 mart muhtırası
sağ-sol kapışmalarıyla geçen 70'ler
maraş ve çorum'da yaşananlar
lanet olası 12 eylül
1982 anayasası
zorunlu din dersi
siyasal islam'ın yükselişi
turgut özal dönemi
madımak
1000 yıl sürecek olan 28 şubat
yakın dönem iktidarları
gezi olayları
kronolojik şekilde yazmaya çalıştığım bu olayları anakronizme kaçmadan değerlendirmek gerekirse, bu toplumun tarihten gelen derin bir kutuplaşma içinde olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. öte yandan, bugün bu krize girmemizin nedeni ise evet birçokları anlamasa da bence padişah genç osman'ın katlinden başka bir şey değildir.
bu kutuplaşma neden yapısal reformların önünde engeldir?
şu an ekonomik yapımızın ulaştığı yüksek verimsizlik yüzünden biz bu krizle baş başa kaldık. yapısal reformlarla alakalı, cevdet akçay'ın da dediği gibi, iki adet sorun var, bunların ilki yapı ikincisi ise reform.
verimsiz olan hiçbir ekonomik yapı mevcudiyetini ilanihaye sürdüremez, sonunda yıkılmaya mahkumdur. osmanlı'yı yıkan ekonomik sebeplerin temelinde bu gerçek yatar. kısaca değinmek gerekirse ekonomik yapının verimi, bir ekonominin büyümek için vermek zorunda olduğu cari açıktır. dışarıdan borç almadan büyüyemeyen bir ekonomik yapının verimsiz olduğunu söylemekte bir beis yoktur.
sermaye birikimi ise, ekonomik yapı içerisinde kar eden yerleşik şirketlerin bu süreçte elde ettiği birikim yani kapitaldir. kimileri bunu artık emek olarak değerlendirir doğrudur ama verimi yüksek olan yani katma değer üreten bir ekonomide bu artık emek olarak değil artık katma değer olarak nitelendirilmelidir.
son 16 yıllık dönemde ise türkiye'de sermayenin niteliği düşürüldü. yukarıda bahsettiğim entelektüel kıtlık ise bunun başka bir yansımasıdır. ben daha önce bu durumu sermayenin niteliksizleştirilmesi olarak değerlendiriyordum ama sanırım bu kavram yanlış. türkiye'de sermayenin niteliği küresel ölçeğe kıyasla her zaman düşüktü, ama bu düşüş son dönemle beraber bir ivme kazandı.
bunun olmasının iki nedeni var
ilki tarihsel olarak ikiye ayrılmış olan toplum yapımız, ikincisi ise fed'in oldukça uzun süren genişlemeci para politikasıydı. ikiye ayrılan toplumsal bir yapıda siyaset ekonomik pay alma aracı olarak kullanılır. bu ikiliğin üstesinden gelinebildiği nispette siyaset topluma hizmet etmeye başlayabilir. aslında bu ya o ya bu değildir ama ülkenin dünya'daki genel gidişatında alarm zilleri çalmadıkça siyasetin topluma hizmet etme misyonu gölgelenir. tabii sermaye de buradan nasibini alır.
sermayenin niteliksizleşmesi aslında basittir. dışarıdan borç almadan büyüyemeyen bir ekonomide de, şirketler yine de kar edebilirler. bu nasıl olur?
bu tabii ki de maliye politikalarıyla olur. mesela, bir kamu bankasına verilen hazine garantisi ile, bu bankadan döviz cinsli kredi aldırılarak sermaye niteliği daha yüksek olan bir ülkeye büyük montanlı bir altyapı projesi yaptırırsınız. o da yetmez hazine olarak döviz cinsinden garanti verir ve altyapı projesinden gelir elde edilmezse üstünü devlet olarak tamamlarsınız.
günün sonunda o şirkette sermaye birikimi var mı?
evet var.
ülkedeki birikmiş sermayenin toplam niteliği arttı mı?
hayır azaldı.
bu bilgiler ışığında bu yatırım tercihi ekonomik yapının verimini artırdı mı?
aksine azalttı.
başka bir örnek üzerinden ilerleyelim
nasa mars'a araç gönderdi. sallıyorum tamamen diyelim ki curiosity projesi adam-saatlerine kadar her şeyiyle 1.5 milyar dolara mal oldu. amerikan parası olan dolar bütün dünya'da geçerli e bütün finansal piyasalar da birbirine entegre edilmiş vaziyette.
dolayısıyla dünya'da kuzey kore hariç bütün ülkelerin finansal piyasalarında 1.5 milyar dolar 1.5 milyar dolar etmektedir. devam edelim, bu proje birleşik amerika'da 1.5 milyar dolara hayata geçirildi.
bu 1.5 milyar dolarla bu proje almanya'da/güney kore'de yapılabilir miydi?
birçoğunuz muhtemelen yapılabilirdi diyecektir ki bana da öyle geliyor. hatta alman ekonomisinin genel verimlilik düzeyi çok daha yüksek olduğu için belki de daha ucuza bile yapılabilirdi. hadi soruyu genişletelim.
bu 1.5 milyar dolarla bu proje brezilya'da/türkiye'de/güney afrika'da yapılabilir miydi?
birçoğunuz da buna muhtelemen yapılamazdı diyecek. çünkü bu ülkelerdeki sermayenin niteliği ile diğer ülkelerdeki sermayenin niteliği boy ölçüşebilir vaziyette değil.
işte varmak istediğim sonuç da tam olarak bu. 1.5 milyar dolar bütün ülkelerin finansal sisteminde 1.5 milyar dolara eşittir ama 1.5 milyar doların değeri her ülkenin reel sektöründe o ülkenin birikmiş olan sermayesinin niteliği kadar değerlidir. bu nedenle emeğin niteliği de en az sermayenin niteliği kadar önemlidir ve niteliği yüksek olan bir sermaye nitelikli emekle birleşerek artı emekten çok daha fazlasını artı katma değeri üretir. artı katma değer üretmek demek ise, emek-sermayenin marx'ın iddia ettiği gibi bir sömürüye değil, hegel'in öne sürdüğü gibi bir senteze yol açacağı aşikardır.
sermayenin niteliği nasıl yükselir?
sermayenin niteliği temel olarak, nüfustan yüksek bir büyüme oranını koruyarak cari açık vermeden yükselir. kısacası sıfır cari denge ile işsizlik oranını sabit tutarak büyüyebilen bir ekonomide sermayenin niteliği yükselecektir. cari fazla vererek işsizliği düşürebilen bir ekonomide ise sermayenin niteliği daha da hızlı yükselecektir.
tam tersi cari açık vererek büyüyen bir ekonomide ise sermayenin niteliği giderek düşecektir. niteliği düşen sermaye ise artık katma değer değil artık emek üreterek birikebilecektir.
türkiye'ye bakıldığında görülen nedir?
türkiye'ye bakıldığında genel olarak 95 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca biriktirilebilmiş olan sermayenin niteliği dünya ortalamasının altındadır çünkü 95 yıl boyunca verilen cari denge rakamlarını toplayınca sıfırdan küçük bir sayı çıkmaktadır, yani toplamda cari açık vermişizdir.
ekonomik yapı değişmeden de sermaye birikiminin niteliğini yükseltemeyiz. ayrıca sermaye birikiminde varılan yükselme 95 yılın eksi birikimlerini de toparlamak zorundadır. dolayısıyla sermaye birikiminde ciddi bir nitelik yükseltmeye ihtiyacımız olduğu aşikardır.
sermaye birikiminin ülke içi haline bakıldığında ise nitelik şaşırtıcı olmayan bir şekilde modern kesimde daha yüksektir. bunda modern kesimin ülkenin ticarete daha açık olan sahil kesiminde yoğunlaşmasının, çünkü anadolu coğrafyasında kıyılardan içeriye ulaşım dağlar nedeniyle çoğunlukla sınırlıdır, ve devletin kurulum sürecinde aktif rol oynayan atatürk devrimlerinin kurtuluş savaşı nedeniyle o dönemde moral ve ahlaki açıdan üstünlüğü elinde tutmasının payı büyüktür.
ayrıca ikinci dünya savaşına kadar olan dönemde sürekli verilen cari fazlalar nedeniyle de zaten o dönem biriken sermayenin niteliği küresel ölçekte o günün koşullarıyla değerlendirildiğinde bugüne göre hayli yüksektir. buradaki tek handikap ise, izmir iktisat kongresinde vurgulanmasına rağmen osmanlı'nın sermaye sahibi olan gayri müslim azınlıklardan başka bir birikmiş sermaye olmadığından dolayı devletin sermayeyi kendi eliyle biriktirmek zorunda kalmasıdır.
bu nedenlerden ötürü, doksan yıl sonra bile türkiye'de sermaye hala devlete bağımlıdır, hele hele niteliği daha düşük olan kesime ait sermaye varlığını bizzat devlet sayesinde sürdürebilmiştir, bakınız köprüler, yollar, havaalanları...
gerek sermayenin devlete bağımlılığı, gerek ülkedeki sermayenin niteliğinin genel anlamda düşüklüğü, gerekse ülke içi sermaye nitelik dağılımındaki yüksek asimetri nedeniyle yapısal reformları hayata geçirmek için atılacak adımlar, iktidara muhtaç olmayan bir iktidar gerektirir çünkü uzun vadede bu yapısal reformların toplumun gelişimini hızlandıracağına toplumu ikna etmek hiç kolay değildir. hatta toplum bir yana sermaye sahiplerini de ikna etmek hiç kolay değildir.
hakkını yememek lazım, en azından söylemde de olsa, bu durumun bilincinde olan sermaye grupları da yok değildir ama bunda bu sermaye gruplarının sahip oldukları lokal nitelik avantajı nedeniyle içinde bulundukları konformizmin de payı büyüktür.
yapısal reformlar iki nedenle önemlidir demiştim, ilki yapı ikincisi ise reformdur. verimliliği yükseltebilmek için yapı reform denebilecek düzeyde değişecektir ve bu reformun sürekliliğinin sağlanabilmesi içinse, kanuni ve hukuki güvenceler altında alınması gerekecektir. bu nedenle, meclisin ve yargının çok fazla çalışması gerekir.
öte yandan, bu reformlar genel anlamda ülkedeki bütün sermayenin konfor alanını tehdit eder olsa da, niteliği görece daha yüksek olan kesime daha az zarar vereceğinden dolayı ilk aşamada küçülen pastada niteliği yüksek olan sermayeye daha fazla alan kazandıracaktır.
siyasi arenada, niteliği daha düşük olan sermayenin yaratıcısı olan bir iktidarın dualist yapı yerine kümülatif yapıyı dikkate alarak bu yapısal reformları yapması mümkün müdür?
yanıtlaması kolay olan bir soru değildir ama tarafgir olduğu kadar pragmatist bir iktidarsa yapmak zorunda kalacaktır. çünkü sermaye sahibi olmayan kesimde hissedilen kriz durumunda ya iktidar değişir, ya da iktidarı değiştirirler.
üçüncü bir seçenek yok mu? sermaye asimetrisini ve genel sermaye niteliksizleşmesini sürdürerek iktidar iktidarını koruyabilir mi?
bunu sadece fed yeniden bir parasal genişleme programına başlarsa yapabiliriz, çünkü genel niteliksizleşmeyi sürdürmek için cari açık vermekten başka bir çözüm yoktur. cari açık ise cari açık veremediğinizde problem yaratmaya başlar, tıpkı 2018'de olduğu gibi. tıpkı bir yalancının, yalan söylemeyi beceremediğinde sıkıntı içine düşmesinde olduğu gibi.
özetle
ekonomik yapının verimini yükseltmesini beklediğimiz yapısal reformların önündeki en büyük engel ekonomik değil siyasidir. bu hem umutlanmamızı hem de umutsuzlaşmamızı sağlıyor. eğer daha uzun ölçekli bakacak olursak, bugünkü krize karşı alınacak olan yapısal önlemlerin radikallik derecesi ülkenin önündeki 25-30 yıllık dönemi oldukça ciddi derecede etkileyebilir. neyse ki, bu bilinmezlik seçimlerden kısa bir süre sonra öyle ya da böyle bitmek zorunda kalacak.