En Büyük Yönetmenlerden Jean Luc-Godard'ı Anlayabilmek İçin İzlemeniz Gereken Filmler
Vivre Sa Vie (1962)
filmdeki kurgu, müzik, montaj ve mizansen arasındaki uyum büyüleyicidir. ama bence en önemlisi cinematographydir. kameranın hemen hemen her hareketi bir anlam taşımaktadır. mesela filmin neredeyse hiçbir karesinde nana başka bir karakterle tam ve net olarak beraber görünmez. çünkü film nana'nın dünyasını anlatır. 7. bölümün sonunda raul ve nana aynı karede net olarak göründüklerinde bunun anlamı raul'un nana'nın dünyasına girdiği ve onu değiştireceğidir. bunun gibi pek çok örnek verilebilir.
A bout de souffle (1960)
en öküzleştiğimi hissettiğim zamanlarda izleyerek hala insan olduğuma kendimi ikna etmemi sağlayan film. her seferinde şairin "sen bu çocuğu bir yerden hatırlıyorsun. ben bu çocuğu bir yerden unutmak istiyorum" duygusu gelip yokluyor. bir başkasının bir yerden hatırladığı o çocuğu kendimize de unutturmamak için izlenmeli.
Bande a part (1964)
baştan sona mükemmel, kendine özgü, kült olmayı hak etmiş bir film. içinde iyilik-kötülük, kadın-erkek çatışması, gerçek sevgi-çıkar ilişkisi gibi karşıt unsurları barındıran film izleyiciyi bu karşıtlıklarla bağlıyor.
bir dakikalık sessizlik gibi harika ve asla unutulmayacak bir sahneyle bile bütün övgüleri fazlasıyla hak ediyor. ayrıca iletişim fakültelerinde reklamcılığın kralı olarak anlatılabilecek olan 'renault diyalogu' da unutulmazlar arasında. yalnız louvre müzesini hızlı hızlı gezerek 3 saatte bitirebilmiş biri olarak louvre nasıl 9 dakikada gezildi onu hala anlayabilmiş değilim.
Alphaville (1965)
jean luc godard'ın, hollywood'un bilim kurgu klişelerinden sıyrılan ve ışın kılıçları, uzaylılar, zamanda yolculuk gibi basmakalıp sembolleri kullanmaksızın, günlük hayatın içine sci-fi yerleştiren, 1965 yapımı distopyası. üç yıl sonra kubrick'in çektiği 2001 a space odyssey filmindeki h.a.l. 9000, alpha 60'dan mı esinlenilmiş acaba diye düşündürtmüş ve insanların duygusuzluğa mahkum edilmesi, otoritenin emirlerinin kayıtsız şartsız uygulanması gerekliliği, doğru ve yanlış kavramlarının statükonun buyruğu ile belirlenmesi açısından 1984'e benzemektedir.
Le Petit Soldat (1963)
"ben kış olduğunu hissedene kadar yaz geldi" mevsiminde; paul klee tablolarını hatırlatan bir gökyüzü ve gözlerinin altı velazquez grisi bir kadın, "yaşamanın güzel yanı henüz ölmememiz" diyen godard filmi. arabada okudukları jean cocteau'nun kitabında geçen "gerçek ve rol aynıdır", banyodaki işkence sahnesine göndermedir. ayrıca godard, klasik müzik için şöyle der:
bach için çok geç, o sabah 8'de dinlenir.
mozart için çok erken, o akşam 8'de dinlenir.
beethoven ise çok derin, gece yarısı dinlenir.