En Eski Bilimkurgu Örneklerinden Kabul Edilen İnsanlığın Gizemli Öyküsü: Mahabharata

Mahabharata, büyük bir savaştan ruhsal öğretilere kadar bahsettiği konularla bugün bile birçok inanışı, gündelik yaşamı etkileyen köklü bir destan.
En Eski Bilimkurgu Örneklerinden Kabul Edilen İnsanlığın Gizemli Öyküsü: Mahabharata

"hindistan’ın ulusal destanı mahabarata “insanlığın öyküsü” anlamına gelir ve hem çok uzak geçmişte kaybolmuş olan bu uygarlığı anlatmakta hem de çok büyük bir savaştan bahsetmektedir.

destanda anlatılan dev savaş, öncelikle klanlar arası bir çatışma gibi görünse de aslında tüm gezegenin egemenliği yolunda bir kavgadır, ama sonunda öyle bir savaş başlar ki tüm evren yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal (ok, balta, kılıç, mızrak gibi) hem de tanrısaldır (ışınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi). mahabarata zeki canlılar arasında bir anlaşmazlığı, bir savaşı ve günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanıldığını anlatır."

ölümün gizeminden bahseden, tüyleri diken diken eden bir bölüme sahip destan:

" yudhisthira ve kardeşleri, ashwathama tarafından öldürülen oğullarına ağlayarak yeniden savaş alanına geldiler. vyasa onları buluşturdu. kimse kıyım nedeniyle vyasa'ya sitem etmeyi düşünmedi. savaşı bırakabileceklerini, bu konuda önlenemeyecek hiçbir alın yazısı olmadığını -vyasa'nın da söylemiş olduğu gibi- iyi biliyorlardı

onları acılı gören vyasa, onlara şunu söyledi:

yüzen iki ağaç parçası okyanusta karşılaşırlar ve bir süre sonra ayrılırlar,
annenle sen, kardeşinle sen, karınla sen, oğlunla sen aynı durumdasınız,
karını, babanı, dostunu çağırıyorsun, ama yalnızca yolda bir karşılaşma bu,
bu dünya dönen bir tekerlek,
iki köpekbalığının, ihtiyarlıkla ölümün yüzdüğü,
zamanın büyük okyanusunda bir geçit.
hiçbir şey sürekli değil, senin bedenin bile.
hiçbir bağ zamana dayanamıyor.
şu anda atalarını, dedelerini görmüyorsun,
ataların da seni görmüyorlar.
ne cenneti görüyorsun, ne cehennemi.
rüzgarı, ateşi, ayı, güneşi, gündüzü, geceyi,
ırmakları, yıldızları kim yarattı?
nedeni bilinmeyen bu değişik yaradılışta,
her şey kararlı, saptanmış.
kimse kalıcı değil, kimse geri dönmüyor,
zevk, acı, her şey alın yazısıyla belirlenmiş,
istediğine sahipsin,
istemediğine sahipsin,
nedenini kimse anlamıyor,
insanın mutluluğuna kimse güvence vermiyor,
nerdeyim? nereye gideceğim? kimim? niçin?
ve niçin ağlamalıyım? "

günümüzdeki en derli toplu hali, bir paris akşamında sanskrit öğrencisi olan bir gencin dilinden ve o genci dinleyen jean-claude carriére'in kaleminden çıkmış olan destan. dilim hint destanı demeye varmıyor, çünkü anlatımın her bir noktasında evrensellik var. salt tatmin duygusuyla beslenen bireyselliğin insanlığı bir yere götürmeyeceğini vurguluyor çünkü. "gelin canlar bir olalım"dan daha farklı bir şey söylemiyor insanlara, "bak şimdi kozmik bir ahenk var -ki zaten çok hassas, sallantıda-, biriniz bile ırkçı, bencil, kıskanç, güç ve şehvet düşkünlüğünün esiri, vs. olsa dünyanın dengesi bozuluyor. " dediğinde bu mit. he tabii, destanın bazı yerlerindeki bu "her şey bizim elimizde!" havasına aldanmamak lazım, çünkü kader diye bir şey de var hani... ne de olsa "hayat tanrıların gördüğü bir rüya..." *

insanlık tarihindeki ilk hava harbini anlatan hint destanı.

dünyanın geçmişte uzaylılar tarafından ziyaret edildiğine (+insan genetiği üzerinde uzaylılarca oynama yapıldığına ve insanoğlunun uzaylı yaratımı olduğuna) inanan kimseler tarafından eski ahit ile beraber sık sık kaynak/kanıt olarak gösterilir.


bunun sebelerinden biri, mahabarata'da adı geçen (ve evrenin gücüne sahip olduğu söylenen) silahların yok edici gücünün, kullanıldıktan sonra insanların saçlarını ve tırnaklarının dökülmesine sebep vermesidir. bu destanda nükleer silahlara referans yapıldığına inanan boldur:

"gurkha, flying a swift and powerful vimana (fast aircraft)
hurled a single projectile charged with the power
of the universe . an incandescent column of
smoke and flame, as bright as ten thousand suns, rose with
all its splendor.

it was an unknown weapon, an iron thunderbolt, a gigantic
messenger of death, which reduced to ashes the entire race
of the vrishnis and the andhakas.

the corpses were so burned as to be unrecognizable.
hair and nails fell out; pottery broke without apparent cause,
and the birds turned white.

...after a few hours all foodstuffs were infected...
...to escape from this fire the soldiers threw
themselves in streams to wash themselves and their
equipment."