En Yüce Değer Gerçekten Emek midir?

Emek, insan yaşamı ve hissedilenler üzerine güzel bir felsefi yorumlama, Sözlük yazarı "midnight black"in kaleminden.
En Yüce Değer Gerçekten Emek midir?
19. yüzyıl ABD, Louisiana'sında pamuk toplayan zenci işçiler/iStock


emeğin en yüce değer olduğu yalanı, emek kavramı irdelendiğinde varılabilecek savlardan biridir

emek, ardında yatan gerçeklikle birlikte tanımlanmadığı sürece içi boşaltılmış bir eylemden öteye gidemez. bu gerçeklik ise emeğin ne için ortaya konduğunda yatmakla birlikte bunun ortaya konan fiil ile bağlantısı insanın arzuları, erdemleri gibi etmenlerle kurulmalıdır. emek asil bir gerçekliğe dayansa dâhi insanın değerlerine uzanamadığı vakit askıda kalacaktır. günümüzde, özündeki değeri kaybetmiş ve dâhi insanların kalpleriyle bağını yitirmiş çalışmaya ve sarf edilen efora övgüler sunulup insanları sahte süreğenlik içinde atalete mahkum etmek temel anlayışlardan biri hâline gelmiştir. bu övgülerin yarattığı sahte erdemin yanılsaması kullanılarak aynı emeğin kendisi gibi bir kabuktan meydana gelmiş ve netice olarak saygı duyulması imkânsız bir kalabalığı istenilen doğrultuda yönlendirmek gayet mümkündür ki, günümüz dünyasının klişe olarak "sistemin çarkları arasında sıkışıp kalmak" tabiri de bunu anlatır.

insanlar sistemin içindeki devinimde hareket hâlinde olduklarını düşünseler bile kendi arzuları, tutkuları, değerleri konusunda aslında yerlerinde saymaktadır. özünde değersizleşmiş, yanılsama ile anlamlı görünen emeğin övülmesi, açlıkla terbiye, açlık korkusu ile birleştiğinde en etkili sonucunu verir. bu topraklarda garibanizm felsefesinin bu denli kök salmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. garibanizm içinde bulunan birey yaşantısında harcadığı emeğin bir türlü tutkularına dokunamaması yüzünden isyan noktasındadır. bu isyan öyle bir haddeye ulaşmıştır ki gariban tüm arzularını kaybetmiştir, elinde açlıkla terbiyenin sonucu olan geçim sıkıntısından başka tutunacak bir dalı kalmamıştır. içten içe elde edilen her büyük imkânın ardında bir ahlâksızlık, bir suç olduğunu düşünür. öfkelidir ve bu öfkesi onu sistemin günah keçisi haline getirir.


tutkusuz bir çabanın, sadece yaşamı bir şekilde idame ettirmek üzerine kurulu bir anlayışın hayata dair tutkularını kaybetmiş, hırsları uyansa da öfkeleriyle perçinlemiş bir topluluğun üzerinden kendini aklamasına şahit oluyoruz. emeği mevcut hâliyle kurgulayan söylem bu aklamanın ötesinde kendi sürekliliği sağlamak adına içi boş emeği saran kabuktan ibaret sözde değerler vasıtasıyla ya onu bir nevi zihinsel mastürbasyonun hasıl olduğu propaganda malzemesine çevirir -bu sistemin içinde yorulmuş toplumun küçük ya da büyük ölçekte deşarj olması için gereklidir. -ya da iş dünyasının vazgeçilmezi motivasyon kavramını tanımlamak için kullanır. öyle ki bu motivasyon kavramının içinde gerçeğe dair bir kırıntı bulmak güçtür. daha mevzunun temelindeki sorun insanların içindeki arzuların, tutkuların ve bunlara benzer bir çok hissin sahte hâle gelmesidir. emeğin, bu yeniden kurgulanmış iç dünyalarıyla kurulabileceği bağlar da elbette sahte olacaktır ki, deney malzemesi olan bir çok bireyin adanmış çabalarını görmek can sıkıcıdır. anlamı kayıp emek, iç huzurun ağlama duvarında bir taştan ibarettir.

toplumun büyük bir kısmı hayatın akışının içinde uykuya dalmıştır

elbette uyku hâlinin bir çok nedeni var, gerçek olan değerlere riayet etmekte sergilenen riya gibi... "mış gibi yapmak" bile lâyıkıyla yerine getirilemiyor, bu yüzden. gerçi iş dünyasının sözde etik değerlerini benimsemiş gibi yapıp "mış gibi yapmak"ta başarılı olanlar riyanın hakkını veren bir azınlık vardır ki, bunlar kendini uyanık sanan uyutulmuşlardır. garibanlar ise bu uyku halinden uyanmaya en yakın olanlar. içlerinde tutku kalmasa bile umut var, umut bulamamış olsalar bile mevcut olana karşı husumetleri var. beklentilerin zehri karışmamış umut gibi husumet de insanı diri tutar. bu yüzden narkozun etkisi garibanlarda tam olarak görülmüyor. asıl değinmek istediğim güruh, düzenin gerekliliklerini bunun üzerine inşâ edilmiş değer yargılarını benimsemiş olanlar. "hayırlısı olsun", "çok şükür idare ediyoruz" gibi cümleler muhteviyatı haiz olunmadan dile getirilse dâhi içlerinde bir umut vardır ve hatta "bugün de ölmedik" gibi pesimist bir cümleye dair içinde ümit barındırır.


lâkin "hayat devam ediyor" gibi bir cümle sadece hayatın mevcut akışına teslim olup sürüklenmeyi anlatır. hayat akıp giderken onun sularına kapılıp gidenlerin durumlarını anlatmak için kullandıkları bir cümledir. böyle bir hâl üzerine yaşayan insanların içinde çeşitli istekler yeşermeye çalışsa dâhi köklerini salabileceği uygun bir umut olmadığından mütevellit yaşamazlar. hayatın içindeki zaman akışına teslimiyet vardır ve bu akışla gelen zaman programlanması. her şey zamanında yapılmalıdır çünkü programın işleyişinde en ufak bir kırılma hayatı ıskalamak anlamına gelir. yarıca bu çerçevede yaşayan insanlar refah düzeyleri ne olursa olsun açlıkla terbiyeyi tatmışlardır çünkü her dâim belirlenen standartlar yakalanmalıdır. böyle insanlar kabul ettikleri standartların kendi iç huzurundan kopukluğunu bilse dâhi bir bağımlı gibi onların peşinden gider. bu döngünün içinde kendi durumuna acısa da kendiyle dalga geçecek gücü kendinde bulamaz. gülüp geçebilmek acıyla derinlemesine her cepheden yüzleşmek ile mümkündür. öyle ki bir insan çok fazla acıyla yüzleşirse dışarıya yansıtabileceği tek duygu neşedir. bu bir savunma mekanizması olmakla birlikte ilerlemek adına dayanacak bir güçtür. kendine gülüp geçebilmek, kendiyle dalga geçebilmek ise ipini celladın elinden alıp kendi boynuna geçiren ve tabureyi kendi tekmeleyen idâm mahkumunun davranışına benzer. acının en temelinde yani kendi içindekilerle yatanlarla yüzleşmek için kimseye fırsat tanımayacak kadar onurludur ve bunu gerçekleştirecek kadar güçlü.

bundan daha da zoru ise insanın hayatın baştan çıkaran yönlerine tutku duyan ahmak ve de kibirli benliğiyle pazarlığa oturabilmesidir ki, bu düzenin dışında kalabilmiş insanların da az bir kısmının gerçekleştirebileceği bir tutumdur. bu tutum başlangıçta bir çocuğu avutmak kadar kolay görünse de işin içine girince hiç de öyle olmadığı görülür. son bahsettiğim davranış düzenin dışında kalabilmiş olanları ilgilendirdiği için bunu başka bir yerde açıklamak üzere bir kenara bırakıp düzenin içindeki umutsuzluktan bahsetmeye devam etmek yerinde olacaktır. acısıyla yüzleşmek ve bunun ardından kendine gülüp geçmekte başarısız olup aciz kalmış insan hayatın en küçük detaylarına yani günlük yaşamdaki sıradan olaylara kadar inmiş yenilgilerle umudunu tamamen kaybeder. burada en büyük hata umudu beklentilerle zehirlemektir, elde edilememiş her beklenti umudun toprağına zehir olarak geri döner. bu durum öyle bir hâle gelir ki umut tamamen çürümüştür ve umudu kaybeden insan beklentilerini koyabileceği yer dâhi bulamaz.


artık beklenti oluşması ihtimalinden ve bu ihtimale ortam sağlayacak her koşuldan nefret eder. döngünün içinde kaybolmuştur, ona teslim olmuştur ve dışarı bir adım atmak dâhi ona acı verir hâle gelir. çaresizliği öğrenmiştir ve bu çaresizlik içinde kendince kurduğu denge ile yaşamayı kabullenmiştir. bu şekilde tek düze geçip giden hayatın seyrinde savaşçı ruhundan uzak, tüccar zihniyetiyle yapılmış küçük atılımlar insana biraz nefes aldırsa da filmin tamamı izlendiğinde duyulacak derin pişmanlığın önüne geçemeyecektir. kendi asli isteklerinden, değerlerinden uzaklaştırılmış ve maruz kaldığı sahte bir çok değeri arada rahatsızlığını hissetse de benimsemiş insan, önüne konan düzene sakin, uysal bir devinim ile hizmet ederken kendi arzuları, ihtirasları ve hatta aşkları nezdinde aynı noktada kalacaktır. neyse ki onu yürüdüğü yolda yalnız bırakmaz; ardındaki manayı yitirmiş, insanın gerçek değerleri ile bağlantısı kopuk ve bu sayede kalp (sahte) olana iliştirilmiş, özünden ırak emek gibi kavramlar. yoksa çağdaş cinnet vakalarına çok sık rastlanırdı.