EURO 2020 İtalya - Türkiye Maçı Öncesi İki Takımın Derinlemesine Analizi
italyan futbolu 2010'larda değişim içine girdi ve bence çok değerli bir birikim oluşturdu
bu değişim, özellikle guardiola+aragones+del bosque ile altın çağını yaşayan ispanyol futbolunun hakimiyetine karşı, bu hakimiyetten bir şl kupası koparmayı başaran mourinho'nun inter'inin de biraz yol göstermesiyle, "panzehir olma" amaçlı ama daha modern, metodik bir futbol iklimine girerek başladı; düz adamlardan maksimum verim almaya dayalı bu iklim, temponun yanı sıra zaten italya'nın genlerinde bulunan sağlam fizik güç üzerine kurulu olduğu için dönüşümü kolay yakaladılar. conte ile başlayıp sonrasında allegri özelinde devam eden bu süreç, o dönem farklı oluşumlarla olsa da devam eden ispanyol hakimiyetine (özellikle luis enrique'nin barcelona'sı ve zidane'ın madrid'ine) diş geçiremese de dengeleri sarstı, tam gücü ele alıyorum derken bu sefer sahneye, 2000'lerde attığı tohumları (bayern'in heynckes'i göndermesi ve bunu yaparken bir yandan klopp'lu dortmund'un en önemli parçalarını koparması sebebiyle biraz gecikse de) yavaş yavaş ağaca dönüşen alman futbolu çıktı ve hem milli takım, hem kulüp hem de hoca bazında (bayern, leipzig, löw, klopp, nagelsmann, flick, tuchel) fizik güç + tempo + sonuçlandırma birleşimiyle öne geçti. bu sebeple italyan futbolu 2010'lar boyunca net bir üstünlük kuramadı / zirveye çıkan bir öğe yaratamadı. hatta, 2010'larda sık sık italyan hocalarla çalışan (mancini, ancelotti, ranieri, conte, sarri vs) premier lig bile artık ispanyol / alman hocalara (guardiola, klopp, emery, arteta, tuchel) dümeni çevirdi ve avrupa kupalarında son yılları hep üstlerde bitirdiler.
milli takımın on yılını özetleyecek olursak
prandelli ile tıpkı lippi'nin dk 06 şampiyonuğu gibi beklenmedik bir çıkış yapıp finale çıktıkları ama finalde ispanya'nın yıkıp geçtiği euro 12'nin ardından daha değişik şekilde oynattığı dk 14'te gruptan çıkamadılar. euro 16 öncesi, prandelli gibi nispeten daha bir "üstyapı hocası" yerine, juventus'a kurduğu sistemle yükselen conte'yi getirdiler. ve euro 16'da yaşadıkları tam olarak italyan futbolunun 2010'lar hikayesinin minyatürü niteliğindeydi; yüksek tempoyla geldikleri 2. turda ispanya'yı elediler ve pas oyununun hakimiyetini kırdılar, ama çeyrek finalde hem pres hem de toplu organizasyonu mükemmel birleştiren almanya'ya tosladılar; penaltılarla elendiler. ve sonrasında, dk 18 için yola ventura'yla çıktılar ama turnuvaya katılamadan daha playoff'larda elenip düşüşe geçtiler.
italyan futbolunun yaşadığı bu yıldızdan uzaklaşıp metodlara ağırlık veren futbolu başka ülkelere de dokunuşlar yaptı. öyle ki, 2010'ların son iki büyük turnuvasında önce final oynayan sonra kupayı kazanan fransa milli takımında, fransa'nın özkaynakları kadar ispanyol ve ingiliz futbolunun (atletico, real, barcelona, arsenal, manu gibi kulüplerde gelişen oyuncuların) etkisi büyük olsa da, iskeletin en önemli parçaları olan kante, pogba, matuidi ve kısmen evra, italyan hocalarla çalışan (ranieri, conte, allegri, sarri), veya gelişiminde / turnuva senelerinde italya'da (juventus'ta) oynayan oyunculardı (hocaları ise, lippi yönetimindeki 90'ların efsane juventus'unun orta sahadaki demirbaşı deschamps :)) son yıllardaki en heyecanlı turnuva günlerini dk 18'de geçiren ingiltere milli takımını ise southgate, conte'nin chelsea'de yarattığı 3-4-2-1 rüzgarıyla oynatıyordu...
italyan futbolu işte bu metodik anlayış çatısı altında aynı zamanda top hakimiyetine de değer veren sarri, gasperini, di francesco, de zerbi gibi hocaları da yeşertti. teknik kalitesi yüksek olsa da yıldızdan ziyade görev bilinci yüksek oyuncuları yükselten bu hocalar büyük başarılar kazanmasa da flaş oyunlar oynatarak italyan futbolunun 2010'lardaki repertuarını zenginleştirdi; stoperde topu oyuna iyi sokabilen toloi, bastoni gibi, merkez orta saha mevkiisinde verratti, locatelli, pellegrini, sensi, barella gibi, sol bekte ters ayakla içerlek oynayan spinazzola gibi tekniği yüksek isimleri yıldız olmamalarına rağmen modern yöntemler içinde parlatmayı başardı, hepsi şu an milli takım kadrosunda. hatta bu sürecin başlarında (11-12 sezonunda) serie b şampiyonu olan pescara'nın, italyan futboluna zamanında tat katmış zeman hocalığındaki 4-3-3'ünde regista, sol kanat ve santrfor oynayıp serie a'ya taşıyan, ve bunu yaparken 18-20-21 yaşlarında olan üç oyuncu bugün psg, napoli, dortmund, sevilla, lazio vs etiketli, ve belki üçü birden akşam 11 oynayacak; verratti, insigne ve immobile. conte bile son iki sezon inter'de barella, sensi, eriksen, brozovic gibi teknik ağılıklı bir merkez rotasyon oluşturarak pas oyununu yavaş yavaş entegre eden bir yola girmişti. hatta bu anlayış; de zerbi'nin ekibinden ayrılıp önce atan'ın alanyaspor'daki yardımcısı, sonra da karagümrük'ün hocası olan farioli ismiyle bizim topraklara da yansımış durumda :)
şimdi ise, tıpkı bir önceki onyılın başındaki prandelli gibi bir "üstyapı hocası" olan roberto mancini'nin son dönemde yükselen o top hakimiyetine değer veren anlayıştan ilerlediği, üstüne italyan futbolunun 2010'larda yarattığı tüm mirası boca ettiği bir milli takım izliyoruz. mancini'nin bu pragmatik yaklaşımının bence en önemli artısı; oyuncuya uygun yaratılan formatın sahada iyi sonuç vermesi. yani sahadaki her oyuncu kendi kariyerinde ne rolde zirve yapmışsa şu an milli takımda da onu oynuyor. kısacası mancini yepyeni bir sistem kurmak yerine bireysel performansları yükseltecek bir yol çizdi ve bence başarılı da oluyor.
oyuncular kulüplerinde farklı formatlardan gelseler de milli takımdaki bireysel rolleri aynı. yüzeysel bir bakışla bile görüyoruz bunu; savunma önünde regista olarak jorginho veya verratti oynuyor, öndeki ikilide; inter'de 3-5-2'nin orta sahasında oynasa da görev açısından aynı şekilde oynayan barella var; sassuolo'nun çift o.saha merkezinde parlayan locatelli var. sol kanat-forvet napoli'nin meşhur sarri 4-3-3'ünde oynadığı gibi insigne, sağ kanat-forvet yine sarri'nin juventus'undaki 4-3-3'te oynadığı gibi bernardeschi veya de zerbi'nin sassuolo'sundaki 4-2-3-1'de iyice parlayan berardi...
tüm bunları birleştirdiğimizde beklediğim 11
bu noktada sıyrılan iki isim var; biri chiesa, diğeri de immobile. chiesa her ne kadar sağ kanatta oynamaya yatkın olsa da (ki 11 başlamasını pek beklemiyorum), ciro immobile lazio'nun 3-5-2'sinde joaquin correa gibi kanat/amc kökenli, birnevi griezmann gibi devşirme biriyle çift forvet oynuyordu. mancini immobile'yi benzer şekilde oynatma denemesini son dönemde bir kez yaptı; o da 3-5-2 çıktığı litvanya'ya karşı immobile'nin yanına el shaarawy'yi koyarak. ama bu düzende ısrarcı olacağını zannetmiyorum zira 4-3-3 epey oturmuş vaziyette.
zaten mancini'nin buna pek ihtiyacı olmayacaktır, immobile takım hücum ederken oyunun içine kendini sokan bir forvet (ve demin bahsettiğim pescara macerasında 4-3-3 santrforuydu). dolayısıyla hangi oyunda oynarsa oynasın vereceği bir şeyler oluyor illa ki. ayrıca, lazio'daki uyumuna benzer kısmı, maç içinde zaman zaman soldan merkeze gelerek oynayan, eski dostu lorenzo insigne kendisine sağlıyor. şöyle:
italya'nın genel hücum stratejisi normalde paslaşmalı bir oyunla içeri girmek olsa da pratikte kanat-forvetler üzerine kurulu; iki kenarda ters ayakla oynayan insigne ve bernardeschi/berardi ile topu buluşturup üretmesini bekliyorlar. sağda bernardeschi oynarsa geniş bekliyor ve topu ayağına istiyor, berardi oynarsa daha paslaşmalı şekilde içeri girip pozisyona giriyor, ama bu iki eleman da oynadıkları sürece sadece o işleri yapıyorlar. soldaki insigne ise farklı, daha yönlü bir oyuncu; gerektiğinde topu çizgide alıyor ve içeriye oynuyor ama, gerektiği zaman da topsuz oyunda merkeze gelip amc gibi top alıyor... geçişlerde immobile'yi kaçıran (veya immobile'nin onu kaçırdığı), sette ise sol beki ileri çıkartıp oyuna ortak eden (spinazzola) / yardırıcı bindirmeler yaptıran (emerson) bu olay, işi 3-5-2'msi bir hale sokuyor.
ancak bizimkiler bu akşam italya'yı o bahsettiğim kanat-forvetli ezber oyuna mecbur edecektir
çünkü zaten bu tip maçları son dönemde hep geride bekleyerek oynuyoruz.
bu defansif anlayış bizim alışkanlıklarımıza ters gibi görünse de; esasında konunun bununla alakası yok, zira türk futbolunun bir ekolünden bahsedecek olursak teknikten ziyade mental detayların öne çıktığını söyleyebiliriz. yani hangi düzen, hangi felsefede oynarsak oynayalım sabit olan bazı özelliklerimiz var; havamızı bulduk mu %110'la oynamak, bu sayede futbol şansını yanımıza almak, beklenmedik bir kıvılcımı yangına dönüştürmek gibi.
milli takımın 2000'lerdeki turnuva başarılarını şu anki havayla kıyaslarsak; 2002'deki başarı zaten terim'in gs'de avrupada fark yaratan sisteminin üzerine lucescu ve güneş'in yaptığı birkaç modifiyenin işe yaramasıyken, euro 08'de ise artık türk futbolunun o birikiminin tükendiği, ama dönemin dominant takımı fb'nin o sezonki şl başarısı + o sezona gelene kadar fb'nin yarattığı dominantlığa karşı oynaya oynaya direnç kazanıp iki tane de şampiyonluk kopararak gelişim kaydeden gs'li oyuncular + avrupa tecrübesine sahip oyuncuların büyük katkı verdiği, terim gibi o dönemde artık "üstyapı hocası"na dönüşen bir teknik direktörün de bu oluşuma mental dokunuşlar yaptığı bir hal aldı.
2010'lar ise milli takım adına (italya'nın daha sonra conte'yle yaptığı gibi) hiddink ve ardından abdullah avcı gibi sistem kurma amaçlı yola çıkılarak başladı, ama başaramayıp yeniden terim'e dönülse de o dönem türk futbolu adına artık herhangi bir sistem birikimi kalmadığı için bu formül de işe yaramadı ve euro 16 hüsranı yaşandı, devamında dk 18'e katılamadık.
türk futbolunun 2010'larını biraz da bu yüzden bir doğum sancısına benzetebiliriz. 2000'lerde fark yaratabilme yetisi olan o mirasın tükenmesinin ardından modern futbolu ancak taklit edebilen ve bu şekilde terim'li şl çeyrek finali ve kocaman'lı al yarı finaliyle son kurşunlarını atan türk futbolu, sonraki süreçte yabancı sınırının da genişlemesiyle birlikte tabandan doğan bir dönüşümün içine girdi; avcı'nın başakşehir'i özelinde yükselen bu kompakt ve görev bilincine önem veren futbol anlayışının öncülüğünde anadolu futbolu buruk, palut, bulut, atan, erdoğan gibi hocaları sahneye çıkardı, kupa olarak olmasa da oyun anlamında üstünlük kurdu ve bir devinim yarattı; hatta "büyük" takımlardan ikisi, önceki onyılın "üstyapı hocası" olan güneş ve terim'le kazandıkları şampiyonlukları, yine o yükselen anadolu futbolu gibi güncel trendlere önem veren iki hoca olan bilic ve tudor'un attığı tohumlarla yakaladı (güneş ve terim bu mirastan uzaklaştıkları sonraki iki sezonlarında ise başarı kazanamadılar). aynı devinim içinde; oyun anlamında üstünlük kuran anadolu futbolunu yenmek adına eski usül teknik/kalite yerine fizik güç unsurunu fazlasıyla kullanan yalçın'ın beşiktaş'ı ise son şampiyonumuz.
şimdi ise, son 3-4 yıldır yükselen anadolu futbolu sayesinde belli sistemler kurma anlayışı / karşı koymaya çalışan takımların yarattığı direnç, yabancı sınırının genişlemesiyle birlikte daha eğitimli ve güncel taktik trendlere daha uyumlu olan yabancı oyuncuların artması, bu sayede yeni nesil hocaların direktiflerinin daha iyi uygulanması ve türk futbolcuların da bundan nasibini almaya başlaması (bkz: #118779131) vs derken hepsini birden ele alırsak, yerel seviyede kalsa da, türk futbolunda iyi kötü bir birikim oluşmuş durumda. bu yerel birikimi, süreç boyunca avrupaya transfer olup tecrübe kazanan / zaten oralarda yetişmiş oyuncularla uygulayarak üst perdeden oynatan, italya'nın mancini'si gibi bir önceki onyılın "üstyapı hoca"larından biri olan şenol güneş'le de buraya geldik.
güneş, türk futbolunun son yıllarındaki birikiminin de etkisiyle, işin teknik detayını defansif / kompakt oyun üzerine kurguladı ve milli takımı savunmacı + akıllı oynamaya çalışan, topsuz oyun temposunu yüksek tutan bir anlayışta oynatıyor. euro 20 elemelerindeki fransa maçında tempoyu, dk 22 elemelerindeki hollanda maçında defansif oyunu, norveç maçında ise (bana göre sürpriz olan) akılcı ama biraz da şanslı şekilde aldığımız galibiyet (bkz: link) sonrası şenol güneş'in bu oyundan şaşacağını pek zannetmiyorum. ancak azerbaycan maçında izlediğimiz 3-4-2-1'den sonra repertuarı genişletmek istediğini gördük, bunun sebebinin, tıpkı bu sezon avrupada yükselen orta-alt takımların uyguladığı 3-4-3 türevleri gibi, sahanın daha büyük bir bölgesine hakim olmaya çalışmak olduğunu düşünüyorum, ama bu da bence ancak doğru tipte oyuncuları seçme şartıyla işleyebilir.
3'lü savunma aslında kenarlardan daha iyi hücum edebilmek için oynatılıyor, dolayısıyla kenar stoperlerin toplu oyuna katkısı yüksek, kanat/beklerin ise hücum mefhumu olması lazım. bu durum normal şartlarda sağda zeki'yi, solda umut'u, kenar stoperlerde çağlar ve merih'i eliyor. ancak özellikle çağlar - merih ikilisinin mutlaka oynayacağını düşünürsek daha asimetrik bir tercihle sağdan hücum (sağ stoper kaan, sağ kanat mert müldür), soldan dengeli (sol stoper çağlar, sol kanat umut) bir kurgu oluşturulabilir. yani toplu oyuna en iyi desteği verecek tek stoper kaan ayhan iken hücumu oraya odaklamak doğru olabilir, dolayısıyla kanatta da zeki yerine daha üretken olan mert müldür mantıklı gibi.
bu aynı zamanda, insigne - sol bek ikilisiyle hücuma daha fazla katıldığı için geniş alan vermesi muhtemel italya'nın sol kanadını da tehdit eder. hele ki sol bekte emerson gibi hücum yönü ağır basan bir bek başlarsa (inşallah), çok daha faydalanabiliriz. tek handikap; hücumdaki olası top kayıplarımızda önde yakalanıp, italya'nın o bölgemize immobile'yı sızdırması olacak, kaan geniş alanda ağır bir oyuncu. bu noktada merkez stoperin agresif, dmc'de oynayacak oyuncumuzun ise insigne'nin merkeze gelip immobile'yi beslemesi muhtemel anlarda proaktif davranması gerekecek.
zaten italya'nın sağında topu ayağına alıp oynamak isteyen oyuncular (bernardeschi veya berardi) olacağı için solumuzda rakibi daha sakin karşılaşmamız gerekecek, dolayısıyla sol stoperde çağlar, sol bekte umut meraş da bu konuda dengeyi sağlayacaktır bence. aynı zamanda alessandro florenzi gibi içerlek oynayıp şok pres/ani bindirme gibi anlık pozisyonlarda sıkıntı yaratabilecek bir sağ beke karşı soldan hücuma çıkarken hep temkinli olmak gerekecek zaten.
kısacası 3-4-2-1 olursa bence böyle olmalı
yok eğer yine 4'lü savunma oynayacaksak; ki güneş'in bu formatta bekleri fazla ileri çıkarmadığını ve stoperlere ekstra iş düşmeyen bir şekil olduğunu düşünürsek bu ihtimal bence daha fazla; o zaman beklerin zeki-umut olacağı kesin gibi. burada bence tek soru işareti şu: 3'lü orta saha mı yoksa forvet arkası mı?
şenol güneş'in 2 merkez + 10 numaralı oyundan devam etmesi yerine italya'nın pas oyununu bozmak adına dorukhan toköz gibi ek kuvvet isteme ihtimali bence az değil. bu da işin üretkenlik kısmını kenarlara bırakacağından ötürü, hakan-cengiz ikilisini gerektirebilir. tabii bu da, kanat savunma gücünü zayıflatacak, ki normalde cengiz ünder ve hakan çalhanoğlu'nun savunma bilinci açısından iki sene önceki halleri (bkz: #97812366) gerçekçi olabilirdi, ama özellikle bu sezon bu ikilinin takım savunmasına yardımı azaldı, yeniden o hallerine dönmesi gerekecek. şenol güneş antrenmanlarda böyle bir sinyal almadıysa, kenarların birinde (ki muhtemelen italya'nın daha hücumcu tarafı olan solunda) mutlaka kenan karaman'ı oynatacaktır bence. eğer yine de kanatlarda hakan-cengiz ikilisi oynarsa işin geri kalanı burak yılmaz'ın sırtı dönük oyunda çok daha fazlasını vermesine kalır, bu da ne kadar gerçekçi emin olamıyorum.
yani şenol güneş'in burada bir risk alması gerekebilir, neyi seçse mutlaka bir zaafiyet vereceğiz yani. o yüzden, bu iki seçenekten italya'nın zaaflarını vuracak olanı tercih edecektir.
italya'nın iki önemli zaafı var:
1) önde basan rakiplere karşı oyun kurarken tehlikeli top kayıpları yapabilmeleri
2) ikinci bölgede yaptıkları top kayıplarında geriye zor dönmeleri
ilkini pek zorlayabilecek bir takım değiliz, en azından 90 dk değiliz, özellikle önde burak, yusuf, hakan, cengiz gibi presten uzak tipte hücumcular oynayacakken hele, bunu hiç yapmamak belki de daha iyi. ikincisinden ise hızlı-kontracı bir takım olmamamıza rağmen, kompakt savunma anlayışımızın oturması sebebiyle nispeten umutluyum, ki dorukhan tercihini mantıklı bulmamın sebebi de bu. belki de sırf bu yüzden üretkenliği tek bir kanada teslim edip, dorukhan + kenan ikisi birden; 2 sene önceki fransa maçına benzer bir şekilde çıkarsak şaşırmam.
belirtmek istediğim son nokta; italya duran toplarda ciddi hata yapabilen/seken toplarda saçmalayabilen bir takım, biz ise agresif ve iştahlıyız, kafamızı ayağımızı sokup gol bulma potansiyelimiz yüksek.
elbette gönül ister kazanalım ama bence çok zor. evet maldini'li del piero'lu cannavaro'lu totti'li italya değiller, ama:
1) mancini şu an ne statüde bir hocaysa tamamen ona denk oyunculara sahip. yani çok sağlam / kalitesi belli olsa da dünya piyasasındaki muadillerine oranla asla başrol anılmayacak, süper yıldız diyemeyeceğimiz isimler. mancini bu şartları yakaladığı (ki şu an yakaladı) ve işler yolunda gittiği takdirde çok başarılı olabilecek bir potansiyelde (ki galatasaray'la devam edememesi büyük bir kayıptı bana göre. sırf bu birliktelik yüzünden bile şahsen kupadaki favorilerimden biriler.
2) adamların ön liberoları daha yeni şl kupasını kaldırırken bizim önliberomuz premier lig'de olsa da küme düştü. kadromuzda 2000 gs'si veya 2008 fb'si gibi avrupada başarılı olmuş bir oyuncu grubu yok. başta hakan çalhanoğlu olmak üzere italyan futboluna aşina futbolcularımız var, ancak unutmayalım ki merih juventus'un, kaan ve mert ise sassuolo'nun düzenli 11 oyuncusu değil. cengiz roma'da tutunamadığı için kiralandığı leicester'dan da gönderiliyor. karşımızda ise hem o kulüplerin, hem de avrupanın daha büyük veya kalburüstü kulüplerinde düzenli 11 oynayan oyunculardan kurulu bir takım olacak. mesela bizim bazı oyuncular futbolcu olduklarını 25-26'sından sonra anlarken, onlar 18-20 iken beraber oynadıkları takımı serie a'ya çıkarıyorlardı. en önemli kozumuz; ligue 1 şampiyonu oyuncularımızın özgüveni ve bu sezon takımlarında düzenli oynamış olan çağlar, hakan, ozan, uğurcan/altay gibi isimlerin formu.
galibiyet ihtimalini düşük gördüğüm için, turnuvaya uzun vadeli baktığımızda şahsen rehavete sokma ihtimali olan şanslı / flaş bir galibiyet yerine, iyi oynayamasak bile en azından rakibe de fazla top oynatmayacağımız dirayetli bir beraberlik, veya en kötü kılpayı yenilip turnuvanın devamında içimizdeki ateşi kor tutacak / hırslandıracak bir mağlubiyeti tercih edebilirim, nitekim rehavet bize yaramıyor, hem yakın geçmişte hem de son dönemde bunu fazlasıyla yaşadık; tutturduğumuz o damarı turnuvaya yayabilmek için konsantrasyonumuzu korumamız şart. demek istediğim; italya'yı belki bu akşam yenemeyiz ama yine de gruptan çıkıp sonraki turlarda tekrar eşleşirsek, oraya gelene kadar hızımızı bulacağımız için vurup geçebiliriz, bizim maçtan ziyade bu ihtimali kaybetmememiz lazım esas.
kaldı ki; katıldığımız son 4 büyük turnuvaya da büyük / kalburüstü rakiplerle başladık; euro 96'da (iki sene sonra dünya 3.'sü olacak) hırvatistan, euro 00'de italya, dk 02'de brezilya, euro 08'de portekiz, euro 16'da (iki sene sonra dünya 2.'si olacak) hırvatistan... hepsinde yenildik, ve kaderimizi hep sonraki maçlar belirledi. bunu bir genel kabul görürsek bu akşamki maça da baskı altında çıkmayız :)
not: fikrinizi merak ettiğim sorular var: link